ForumYeni kitaplar  Yeni Konu 

İğrenç, korkunç, rezil, canavarca, kokuşmuş, onursuz... 'Çirkinliğin Tarihi'

30 Kasım 2009

hurkus

İğrenç, korkunç, rezil, canavarca, kokuşmuş, onursuz...

Umberto Eco 'Güzelliğin Tarihi'nden sonra 'Çirkinliğin Tarihi'ni de yazdı. Eco'nun yapıtlarındaki izlek, Batı kültür tarihi boyunca düşünülen, yazılan, resmedilen olgulardan yola çıkarak, güzelliğin aynı zamanda 'iyiliğin' ve çirkinliğin, 'kötücüllüğün' bir anlatımı görünümünde

SEDAT DEMİR (Arşivi) - Radikal - 27.11.2009

Umberto, İtalya ile Fransa arasında, küçücük bir köyde, ilginç bir soyadıyla dünyaya geldi. Hiçbir dilde anlamı olmayan ‘Eco’ kelimesi, Fransızca ve İtalyancada farklı seslerle çıkarılıyor ve muhtemelen nüfus müdürlüğündeki bir memurun şefkatli girişimiyle, yetim olan dedesinin ön adına eklenmiş. Memura göre, ‘Eco’ sesi, Latince bir ifadenin baş harflerinden oluşur: ‘ex caelis oblatus’, yani ‘cennetten gelen armağan’. Aslına bakarsanız, onun memleketi, ne İtalya ne de Fransa’dır. Eco, İtalyanların en çok Fransız oldukları yerden gelir.

Yaşamında da ikircikli yönler var. Zaman içinde farklılık gösterse ya da çelişki gibi dursa bile, görüşleri göz alıcı bir çeşitlilik içinde. Eco; ilkgençliğinde Hıristiyan bir militan, orta yaşına doğru alışılanı parçalayan bir avangart, olgunluk döneminde alt ve üst kültürü demokratik bir gerek olarak uzlaştırmaya çalışan popüler kültür yanlısı, yaşlılığının ilk basamaklarında göstergebilim profesörü ve şu an herkesin bildiği gibi, başarılı bir romancı. Eco, birçok alanda uzmanlaşabilen ortaçağ bilginleriyle de benzeşiyor. Her biri birbirinden çetin, göstergebilimden ilahiyata, iletişimden sanat kuramcılığına, politikadan yazınsallığa, postmodern olandan Rönesans çalışmalarına kadar birçok başlığın altına, iddialı söylemleriyle adını yazdırmış.

Yeryüzünde akademik geçerliliğini, göstergebilim kapısının bir kanadı olan Anglosakson araştırmacı Peirce’ı ardına kadar açarak gerçekleştirmiş Eco’nun, ona ilk ‘okur’ deneyimini yaşatan kömürlükteki kitaplardan, bugün yazdıklarıyla oluşan kitaplığa değin tek eylemi, ‘okuma’ yönelimi içinde olması. Kitaplarla birlikte, diller, resimler, gravürler, kavramlar, filmler, ortaçağ, güzellik ve çirkinlik, toplumsal olaylar, birey... Göstergeleriyle ve onların yalanlarıyla birlikte her şey, onun okuma salonunda.

Güzelin adı
Umberto Eco, kitaplığındaki en renkli bölümlerden birisi estetik, güzellik ve çirkinlik algıları üzerine hazırlanan iki yapıt. İlki, Güzelliğin Tarihi, insanlığın estetik birikimini temsil eden tablo, heykel, metin ve fotoğraflarla bir albümü andırıyor. Görsel materyaller, kültürel ikonların, tablo, gravür ve fotoğrafların renkliliğiyle, Venüs’ün Bronzini Alegorisi’nden başlıyor ve günümüz popüler kişilerinden Brigitte Bardot, Monica Bellucci, David Beckham, George Clooney’in karakteristik özelliklerini yansıtan görüntülerine kadar uzanıyor.

Özellikle, çağdaşlarımız olan ‘tanrıçalar’, bir bakıma daha önceki çağların tanrıçalarına benzer pozlar vererek ‘ulaşılmaz’ bir görünüm sergilediklerini, toplumsal bilinç içindeki yerlerini böylelikle aldıklarını biliyoruz. Örneğin Playboy dergisine verdiği ünlü pozla Marilyn Monroe’yu görmek, Batı kültürünün şartlanmış bir ‘güzellik’i bize nasıl hazırladığını anlamamıza yardımcı oluyor.

Kitap, kronolojik bir dizge yerine, konu başlıkları altında düzenlenmiş. Ancak verdiği genel izlenim, güzellik tanımlamasının antik Yunan ile başlamış ve günümüzün ‘pop art’ yorumlarıyla sona ermiş olması. Kitapta ayrıca, felsefe ve edebiyat tarihinin bilinen isimlerinden metinlerinden geniş alıntılara yer verilmiş. Gündelik kullanımında ‘güzel’in anlamının yanı sıra yazar, estetik kuramlarını da ele alıyor. Ayrıca güzeli tanımlarken, sadece estetik bir değerlendirme olarak değil, tüketim toplumunda arzu edilene duyulan eğilim olarak da değerlendirmiş. Eco, güzelliği besleyen olgulardan ‘yücelik’ kavramını Kant’tan devralıp, yine onun kuramsallığını yalınlaştırarak irdelemiş.

Çirkin güzel midir?
Çirkinliğin Tarihi’nde ise güzellik ilgili olan her şey tersine çevrilmiş. Eco, bozulma, yaralanma, ahlaki kötücüllüğün yalın, dolayısıyla insan gözü için sert olan görsel imajlarından ve Platon’dan radikal feministlere kadar geniş bir kaynaktan seçilen alıntılardan çirkinliğin doğal nedenlere dayanan sonuçlarını tasnif etmiş. Eco’nun bu kitabındaki veri sözlüğü, kapsamlı bir şekilde ‘iğrenç’, ‘tiksindirici’, ‘korkunç’, ‘rezil’, ‘canavarca’, ‘kokuşmuş ‘, ‘onursuz’, ‘hantal’ gibi hoş olmayan kelimelerle sağlanıyor.

Başlıklara göz gezdirildiğinde özellikle bedende çirkinliğe yol açan etkenler belirlenmiş. Ortaçağ din anlayışında ‘günah’ın yol açtığı sefaletin, İsa’nın işkenceye maruz kaldığı sahnedeki ‘şiddet’ görüntülerinin, ‘hastalık’ ve ‘fakirlik’in, ‘gülünç’ olan durumların, Roland Barthes’ın örneğinde olduğu gibi ‘ölü sevgilinin eli’nin ‘ürperti’sinin, eksiklik duygusu uyandıran ‘sakatlık’, olmayan organların işaret ettiği ‘eksiklik’in, olağan yaşamı bozan ‘tekinsizlik’in korkutuculuğunun, ‘mutsuzluk’un ‘çirkin’ olan birçok sonucu var.

Güzelliğin nesnel ya da öznel bir değerlendirme olduğuna ilişkin tartışma ise, öznellik olgusunu yeniden tartışılmasının gerekliliğini gösterir nitelikte. Yapıtın temeli, öznel değerlerimizin, zevklerimizin, haz aldığımız objelerin öğretilmiş değerler üzerine kurulmuş. Örneğin, bir uzaylı sadece içeriğinin çarpıtılmışlığıyla Picasso’nın Guernica şehrini konu alan tablosuna baksa, güzellik anlayışımızın salt bu çarpıtılmışlıktan kaynaklandığını düşünür. Ya da, bir Afrikalı maskında bizim için tamamıyla ürperticiliği nedeniyle bizim güzellik kıstasımızın dışında ama Afrika gelenekleri içinde o mask ‘yüce’yi temsil eder.

Geçen yüzyıllardan ustaca seçilen resimlerde ise, bize güzel gelen imajların kadın düşmanlarının endişelerini çok önceden kışkırtmadığını belirtiyor. Örneğin, Giacomo Grosso’nun Supreme Meeting adlı tablosundaki çıplak bir şekilde dans eden alımlı kadınların tasviri Eco’ya göre ‘çirkinlik’ kıstası içinde değerlendirilmeli, çünkü buradaki kadınlar birer satanist ve ahlaki düzeni tehdit edecek şekilde dans ediyorlar. Herhangi bir çirkinlik olgusu karşısında verilecek olan refleks ürpertiyi de beraberinde getireceğine göre, tablodaki kadınların bu denli baştan çıkarıcı olmaları, dizginsiz kadın gücüne dair korkuyu harekete geçiriyor.

Metinlerin arasında, bu korkunun ne kadar derin olduğunu söyleyen birçok alıntı var. Mesela, Malleus Maleficarum’a göre cadıların kötü niyeti ‘içlerinde doymak nedir bilmez bedeni şehvet’lerinden yükselmektedir. Fakirlik ve hastalık, etnisite, kıyafetin toplum içinde ona azınlık konumunu vermesi ya da 1943-44 yıllarındaki, Gino Boccasile’nin anti-semitik kartpostalları gibi faşist materyaller, konu edindikleri içeriğin kahramanlarını bayağı, aşağılık göstermek için, onların fiziksel özelliklerini de yansıtarak kullanılırlarmış. Eco, burada propagandacılara ve onların ‘çirkin’ kibrine ayna tutuyor.

‘Çirkinlik’ ve ‘gülünç olan’ üzerine olan bölümlerde bu mesele daha derin bir şekilde tartışılıyor. Eco, cehennem ateşinin ıstırabı ve şeytani canavarların sunumu ile ortaçağ cazibesini açıklarken, güzelliğin bir antitezi olarak sunulan estetik kuramın bu dönemini betimliyor. Çirkinliğin ahlaki önemi, karmaşık bir evrenin dışında değil, ama kıyısında yer alıyor. Çağımız çirkinleşmesinin, Eco, neredeyse endüstriyel devrimle başladığını iletir. Bu çirkinliğin tacı da Amerika’nın Avrupa’ya armağan ettiği Eiffel Kulesi’dir. Kent estetiğinin değiştiğini bu anıt belgeliyor.

Marılyn Manson çirkinmiş?!
Artık uyumsuzluğun da güzelliğe ait bir yapı olduğu tespit edilmiş kitapta. Yirminci yüzyılla birlikte, ‘Avangart ve Çirkinliğin Zaferi’yle Picasso’nun resimlerinde yüreklendirildiği gibi, karşıt formlar, sanat düşkünlerini şaşırtacak düzeyde sanatsal öğretilerin merkezi konumuna gelmişlerdir. Sanatın gücünü sarsan birçok değersiz nesne ve konuyu kitabına dahil eden Eco, “çirkinlik, gerçek ve etkili sanatsal bir portre ile, ancak kefaretini ödeyebilir” der.
Avrupa kökenli bir çevrede, ahlaki ve dini metinlerin çoklu tutuculuğuyla çevrelenmiş nüfusun büyük bir oranı, belki de gizemciliğin gerekliliğinden dolayı, grotesk ucubeliğin olgusuna karşı ilgi duyarlar. Kuşkusuz ortaçağ canavarlarına, ucubelerine karşı bu ilgi, Viktoryen korku gösterilerinin akılda kalmasından ya da günümüzde daha yumuşak bir şekilde korkunun sinema, televizyon veya bilgisayar monitörleri aracılığıyla desteklenmesinden kaynaklanıyor.

Kitap, ‘Dada’, sokaktan çamur toplamak anlamına gelen Almanca bir fiilden yapılmış ‘kitsch’ ve doğaya aykırı olan her abartıyı ve kabalığı sanat gibi gören ‘camp’ algısını da almış içeriğine. Özellikle kitsch deyişinde, Eco okurlarının alışık olduğu alt-üst kültür yakınlaşması üzerine de birkaç söz edilmiş.

Bu tartışmaların açığa çıkan bir yönü ise, geleneksel bir Avrupalı kozmosun merkezinden bir anlayışın ürünü olduğudur ve Avrupalı olmayan arka planına karşı test edilmek anlamına gelen ‘ucubelik’ görüşünü zaten hayal etmek imkânsız görünüyor. Ancak sadece Avrupa dışında değil, Avrupa’da da bu açıklamalar gücünü ve anlamını yitirdi. Eco haklı: E. T.’yi kucaklayıp bağrımıza basmıyor muyuz, bedenimizi bir tuval gibi kullanıp boyamıyor muyuz, Marilyn Manson’a bayılmıyor muyuz? Frida’nın parçalanmış bedeninin çizildiği tabloları ya da Warhol’un kanlı karelerini çerçeveletmiyor muyuz yoksa? Ne denirse densin, postmodern olsun bunlar ya da başka bir yakıştırma yapılsın bunlara, Eco artık çağımızın estetik anlayışının, öncekilere göre tersine döndüğüne de vurgu yapıyor.
Çağdaş bir gözle bakıldığında, Avrupalının masalsı canavarlara olan ilgisi, ahlaki ve dini saygıdan, hatta sadece merakımızdan bile uzaklaşmıştır ve bunun altında estetiğin, artık saf olan algıyla daha fazlasını yapıyor olmasıdır. Böylece, artık, bir Rönesans icadı olarak görülen çirkinlik, güzellik kategorisini etkileyecek bir güçte olmayacak.
Umberto Eco’nun ortaçağ ve sanat hakkındaki düşünceleri, sistemli bir şekilde onun günümüzün toplum yapısını ve onun iletişim, kültür, tüketim, yorum, sanat algısını açıklayıcı bir konuma sahip. Güzelliğin Tarihi ve Çirkinliğin Tarihi aynı zamanda Umberto Eco’nun estetik hakkındaki görüşlerini de temsil ediyor. Umberto Eco’nun Güzelliğin Tarihi ve Çirkinliğin Tarihi adlı yapıtlarındaki izlek, Batı kültür tarihi boyunca düşünülen, yazılan, resmedilen olgulardan yola çıkarak, güzelliğin aynı zamanda ‘iyiliğin’ ve çirkinliğin, ‘kötücüllüğün’ bir anlatımı görünümünde. Her ikisi de ilkçağdan günümüze kadar, farklı güzellik ve çirkinlik ölçütlerini dile getirmektedir.

‘Çirkinlik öngörülemezdir ve sonsuz çeşitlemelere olanak verir’
İki kitabı hazırlarken fark ettim ki; çirkinliğin tarihini araştırmak, güzelliğinkinden daha eğlenceli. Çünkü güzellik -bir şekilde- sıkıcı. Sonuç olarak güzellik, yüzyıllarca hep aynı kurallara bağlı olarak oluşturuldu. Diyelim ki, güzel bir burun ne belli bir boyuttan büyük ne de küçük olabilir. Ancak çirkin bir burun, istediği kadar büyük olabilir; örneğin, Pinokyo’nunki. Çirkinlik öngörülemezdir ve sonsuz çeşitlemelere olanak verir. Ancak çirkinliğin tarihi, güzelliğin tarihiyle kimi karakteristik özellikleri paylaşır. Öncelikle elimizdeki belgeler sanat eseridir. Dönemin genel güzellik ve çirkinlik anlayışının, sanatçılarınkiyle en azından paralel olduğunu varsayıyoruz. Mesela bugün bir uzaylı gelse ve bir güncel sanat müzesine gitse, orada Picasso tarafından yapılmış bir kadın resmi görse, sonra da bizim bu resim hakkında ‘güzel’ dediğimizi duysa, dünyalı erkeklerin gündelik hayatta da o tür yüze sahip kadınları güzel ve çekici bulduğu yönünde yanlış bir çıkarsama yapacaktır. Ancak televizyonda bir moda programını izlerse modellerin nasıl da yüceltildiğini görecektir.

Paylaşılan ikinci özellikse, ‘güzellik’ ve ‘çirkinlik’ derken, Batı kültüründen bahsediyor olacağız. Sonuçta başka bir dine ait, farklı kültürden insanlar, İsa’nın yaralı vücudu ve acı dolu ifadesi karşısında tiksinti duyabilirken, bu görüntü Hıristiyanlarda sempati ve şefkat uyandırır. Güzel ve çirkinin tanımları estetik olmaktansa, sosyo-kültürel, dinsel ve politik değerler çerçevesindedir.

Güzelliğin ‘iyi’ ve ‘ahlaki’ ile özdeşleştirildiği gibi çirkinin de ‘kötü’ ve ‘günah’ ile özdeşleştirildiği tarih süresince belirtilmektedir. Klasik çirkin tanımı olan ‘güzelin zıttı’nı bir kenara koyduğumuzda, günümüzde çirkinliğin pek çok reenkarnasyonunu incelediğimizde; doğadaki çirkinlik, ruhaniyette çirkinlik, asimetri, uyumsuzluk, biçim bozumu veya çirkinin çağrışımlarına baktığımızda, isyankar, korkutucu, ürkütücü, tiksinç, kabul edilemez, grotesk, kirli vs. görüyoruz ki sonuç itibariyle çirkin, kişinin deneyimlemek istemediğidir. Güzel ise kişinin deneyimlemek istediği bir hoşnutluk duygusunu uyandırmalıdır.

Antik Yunan’da da güzel ve iyi arasındaki özdeşleştirme bulunur. Sokrates çirkinliğiyle ünlü olsa da ruhu güzeldir. Her ne kadar antik Yunanlılar güzeli iyi ve uyumlu olanla özdeşleştirseler de, ürkütücü mahlûklar tarafından yönetilir. Sirenler bir korkunun temsili olarak karşımıza ‘çirkin’ yaratıklar olarak çıkar.

Rönesans’ta Leonardo’da görebileceğimiz gibi kanona uymayan estetik anlayışı ironik bir şekilde yüceltmek adına, kadının çirkinliği konu edinilir.

Hegel’in gözlemlediği gibi, İsa’nın takipçilerinin bir özelliği de çirkin olmalarıdır. Azizlik İsa’yı taklik etmekten geçtiği için, azizin de onun çektiği acıları yaşaması gerekir. Vücutları bu nedenle zarar görür, işkence sonucu ‘çirkin’ hale gelir. Azizlerin hem çirkin hem de sevimli olması gerekir. Ortaçağda yaratıklar için de benzer bir yaklaşım görülebilir. Tüm yaratıklar kötücül değildi, aynı zamanda nazik ve narin olanları da vardı, örneğin tek boynuzlu at. Canavarlar ortaçağda kalmadı, modern hayatta farklı tezahürleri oluştu. Bu örneklere baktığımızda ise bunların ürkeklik ve gizemciliktense bilimsel merak örnekleri olduğu söylenebilir. Kriminal antropoloji öyle bir noktaya gelir ki, neredeyse tüm çirkin insanlar ‘suçlu’dur, gibi bir ahlaki stigma ile sonuçlanır.

Romantizmle birlikte, çirkinliğe bakış hiç olmadığı kadar değişti. Ulvi güzellik anlayışının terk edilip, vahşi doğanın ve doğa olaylarının güzelliğin merkezine alınması ile aslında acı veren, korkutucu unsurlar estetik değer kazanır.
19. yüzyıl resminde de terk edilmiş, ölüm döşeğindeki güzellik temsilleri çok popülerdir. 20.yüzyıla başlarında ise yaşanan savaşların etkisi artık sanatta kendini, öğretilmesi gerekenin çirkinlik olduğu yönünde isyankar yaklaşımlara dönüşür. Dadaizm içinde de gerçeküstü temsillerin canavarca, grotesk bir yaklaşımla çirkine bir çekim duyulur.

Günümüze baktığımızda ise babalarımızı dehşete düşürecek şeyler sanatsal güzellik kapsamında yer alıyor. Avantgard estetik olarak kabul edilmekte, üstelik güzel ve çirkin arasındaki sınırın iptal edildiği bir reklamcılık anlayışını da yükseltiyor. Çağdaş sanatta, artık güzeli üretme anlayışı terk edilmiş, daha ziyade kışkırtıcı bir çirkinlik üretimi benimsenmekte. Aynı zamanda gündelik hayatımızda ikisi arasında ki çizgi kalkmış durumda. Bizim için güzel ve çirkin estetiksel olmasa bile deneyimde bir arada yer alabiliyor. Bilim-kurgu filmlerinde aslında çirkinliğin temsilini görüyoruz. Korku filmleri karşısında oturup rahatlayabiliyor, çocuklar da dinozorlar ve pokemon gibi karakterlerle barışık olabiliyorlar. Bir yandan güzeli bulma arayışı Rönesans’tan çok da değişmeden devam ediyor. Beğenilen kadın figürü, manzara resimleri, mimari özellikler halen benzer özellikler taşıyor.

Günümüzde daha somut, daha derin çirkinlik bulunmakta. Gündelik hayatımız dehşet verici imgelerle sarılı. Açlıktan ölmekte olan çocukları, ülkelerini işgal eden taburlar tarafından tecavüze uğrayan kadınları, işkence bekleyen bedenleri ya da çok da uzak olmayan tarihimizden gaz odalarına iskeletmişçesine adım adım gidenleri görüyoruz. Gökdelenlerin bir uçak tarafından patlatılmasını izliyoruz, ve ahlaki terör karşısında ‘bizim sıramız da gelebilir’ diyoruz. Pekala biliyoruz ki bu tür şeyler çirkin! Sadece ahlaki olarak değil fiziksel olarak da. Biliyoruz, çünkü bizi tiksinti, korku ve iğrenme ile dolduruyorlar. Hayatı korkudan ve çileden başka bir şey olmadığını çaresizlikle kabul edenleri bile isyan ettirecek bir şefkate ve gurura sürüklüyorlar. Bu tür durumlarda, estetik, hiç tereddüt etmeden çirkinliği fark etmemizi engelleyemez ve bunu hiçbir şekilde zevk objesine dönüştüremeyiz. Bu nedenle, sanatın çirkinlik üzerinde neden ısrarla çalıştığını anlayabiliriz.

* Umberto Eco’nun ‘Güzelliğin Tarihi’ ve ‘Çirkinliğin Tarihi’ kitaplarına dayanarak yaptığı, odeo.com adresinde yer alan seminer konuşmasından derlenmiştir.

ÇİRKİNLİĞİN TARİHİ
Umberto Eco
Çeviren:
Kolektif
Doğan Kitapçılık
2009
456 sayfa, 59 TL.
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0