Yakın tarihe tanıklık - 2

09 Şubat 2012 22:56 / 1706 kez okundu!

 


Halâ bir umut var

Geçen yazımda, son otuz küsur yılda dünyada yaşanan sosyal ekolojik tahribata kısaca değinmiştim. Bu yazımda ise daha çok politik, ekonomik, zaman-mekân uygun düşerse kültürel değişmelerden, medya ve iletişim teknolojisi alanında olan gelişmeleri, tüm bunların tek tek insanın ve toplumsal hayatta ne anlama geldiğinin kısa özetini vermeye çalışacağım.

Değişen ne idi, sonuçları nasıl oldu? Söylenenler doğru muydu? Gerçekten vuku bulan, değişme-gelişme veya olanlar bir başkalaşma mıydı? Bence bunların doğru yanıtlarını bulmadan, YDD ve bunun sonucu olan Globalleşmeyi anlamak, değerlendirmek mümkün değil.

Son otuz yılda, gördüklerimi, yaşadıklarımı, öğrendiklerimi, hiçbir etki altında kalmadan, önyargısız, yapabildiğim kadarıyla, doğru yazacağımı şimdiden size söyleyebilirim. Öncelikle olanı, yaşananları, doğru algılamazsak, başta kendimizi yanıltır, başkalarına karşı da gülünç duruma düşeriz. Kimse bizi ciddiye almaz. Kimseyi yanıltmadan, gelişen, değişen, yaşanan veya başkalaşmaları olduğu gibi, yerli yerine oturtmak gerekir. Sonra da, sıra doğru değerlendirmeye ve isabetli sonuçlar (ders) almaya gelsin. Amacım, önceki otuz yılda olanları doğru değerlendirmek. Amacım tarihten öç almak değil. Ondan ders almak gerektiğine inanıyorum. Tarihten ders yerine öç almaya kalkanlar, öncelikle kendilerine ve sonra da başkalarına ve toplumlara acı ve felaketten başka bir şey getirmemişlerdir. Niyetleri ne olursa olsun, bu katı anlayış, “tarih tekerrürden ibarettir” diyenlerin metafizik düşünceye yardım ettiklerini söyleyebiliriz. Önyargılarla, hazır alışık olduğumuz kalıplarla ve sadece karşı olduklarımızı farklı yansıtırsak, değerlendirmeler yanlış ve eksik olur. Bu anlayış da şimdiye kadar, bırakalım olumlu sonuçlar vermesi, kişilere ve toplumlara zarar verdi, onları yanılttı. Önce bize empoze edilen anlayışı, bunun verdiği alışkanlığı ve bunlardan oluşan siyasal kültürü reddetmekle başlamak gerekir. Bunu yapmadan, eskimiş, yıpranmış ve denemiş olanı tekrar etmekten başka hiç bir yararlı iş yapmamış oluruz. Toplumsal sorunları çözmek isteyen politikacıların, alışmış oldukları kısır döngüyü aşmadan sorunları çözmesi ve toplumları ileri taşıması olanaklı değildir.

Yaşananlar gerçekten söylendiği gibi, gelişme miydi, yoksa çürüme miydi? İşte bunların toplumlarda ve ekolojik manada ne gibi sonuçları oldu? Bunları irdelemeye çalışacağım. Son otuz yılda neler yaşandı ve olaylar, olgular nasıl çarpıtıldı? Bir anlamıyla hepimizin tanık olduğu yaşanan gerçek hikâyelerin, anlatılmayan ve insanlardan gizlenen, çarpıtılan yanları ve gerçeklerin nasıl alt-üst edildiğine değineceğim.

İnsani değerlerin nasıl ayaklar altına alındığını ve doğal değerlerin nasıl tahrip edildiğine değinmek, bunların sonuçları insan hayatında ve sosyal yaşamada, ekolojik anlamda sonuçlarının neye mal olduğunu öğrenmek her insanın hakkıdır diye düşünüyorum. Gördüğümüz gerçekleri, yaşadıklarımızı ve olanları doğru algılamak, yeniden anımsamak, içinde bulunduğumuz sürecin daha iyi ve doğru algılanmasının gelecek için de yararlı olacağına inanıyorum. İnsanlığa otuz küsur yıldır yalan söyleniyor, alternatif düşüncelere yer vermeyen, tek yanlı Global (küresel) ideolojik saldırı, insanları medya yolu ile hegemonyası altına almış ve insan ürettiği nesnelerin esiri konumuna düşürülmüştür. Şöyle bir söz var; “bir insana, kırk gün delisin” derlerse, o insan kendini “deli” sanır. Kuşkusuz bu tür bir etkileme ve yönlendirme, gelişi güzel değil de, sürekli, sistemli, programlı ve amaçlı olarak yapılan insanı ve toplumu yönlendirme, gerçeklerden uzaklaştırma politikasıdır. Küresel güçler, bu etkileme ve yönlendirmeden ekonomik ve politik rant elde ettiler. Son otuz yılda, hem Türkiye’de hem de dünyada insanlar bilinçli, sistemli, programlı, kesintisiz Global medya tarafından tutsak alındı adeta. Milyarlarca insan, gerçeklerden uzaklaştırıldı, medya ve kontrollü özel eğitimle milyarların beyni yıkandı, onları psikolojik olarak uyuşturdu. Kuşkusuz, tarih boyunca ekonomik ve politik erki toplum üzerinde şiddet yoluyla uygulayanlar insanlara hep yalan söylediler. Son otuz küsur yıldaki yalan, hile ve şiddet öncekilerine oranla çok daha üst boyutlarda ve bazen açıktan en kaba şekliyle, çoğu kez de çok ince hesaplarla hileli yoldan yapıldı. İki yol da denendi. İnce yol uygulanırken, deyim yerindeyse, karıncanın beli incitilmemeye özen gösterildi. Birçok okumuş insan, kanaat “önderleri” kullanıldı. İnsanların manevi değerleri alabildiğine istismar edildi. Otuz yıl, sürekli benzer yalanları ve çarpıtmaları dinleyerek, sağlıklı ve sağduyulu düşünmek kolay değil. Her seferinde farklı dil kullanılarak insanların sağlıklı düşünmesini engellediler. Sağlıklı düşünenleri de bir biçimde susturdular, bazılarını fiziki olarak yok ettiler, kimini hapse attılar, kimilerinin işine son verdiler, düşüncelere yasaklar ve sansürler koydular.

Birçok insanın bildiği, sıkça tekrarlananları değil, az bilinen ve de hiç dokunulmayan, yaratılan yalanlara değineceğim. Olayların çarpıtmalarına değinmek, hem aydın olmanın bir gereği, hem de ahlaki bir vicdan sorunudur. Gerçekler, diplomatik bir dille değil, ancak yalın, kafa karışıklığına meydan vermeden yazılır ve anlatılırsa, anlaşılır, anlamlı ve yararlı olur.

Kendini “aydın” sayan herkesin doğru tanıklık yapmakla tarihe, insanlığa ve doğaya karşı sorumlu olduğunu düşünüyorum. Bu sorumluluğu yerine getirmek, bilinçli, insani bir davranıştır. “Aydın” olmak sözden çok, bir tavır alma ve davranış biçimidir. Bu bir anlamıyla söz ve davranışın uyumudur. Çoğu okumuş insan tarafından Global güçlerin tanıdığı imkânları kullanıp, farklı düşünenlere karşı her türlü araçla saldırıya geçip, onları susturmak ve karşı tarafı “alt etmek” anlayışı benimsendi ve benimseniyor hala. Bastırma, yasaklama ve yok sayma politik anlayışı şimdiye kadar insanlığa şiddet, baskı, sefalet ve doğanın tahrip edilmesinden başka “hayırlı” bir hizmette faydası olmadı. Fırsatları kötü kullanma, bundan kişisel çıkar sağlama, entelektüel anlayışla ve etik değerlerle bağdaşmadığını her düşünebilen insan bilir. Her gün onlarca TV kanalında, yüzlerce gazete sütununda bu anlayışa tanık olduk ve hala oluyoruz.

Tek yanlı fiziksel şiddet saldırısı, kendine benzetme ve yok sayma iki kanaldan yapıldı. Birinci kanal Global sermaye savunucuları taraftarlarınca daha “kibar” biçimde bazı insani değerler savunuluyormuş gibi, hileli yoldan yapıldı. Bunu daha çok neo-liberal görüşü benimseyenler yaptı. Bunlardan en “demokratı” bile doğru farklı düşüncelerin duyulmasına olanak tanımadı. Sadece olanları çarpıtarak, içini boşaltarak verdi. Diğer yandan açık kaba alışılagelmiş biçimiyle, insanlar “milli” değerleri ve “inanç” değerleri kullanılarak, bu değerler istismar edilerek farklı düşünenler ve farklı olanlara karşı şiddet (terör) kullanıldı. Bu iki biçimle insanların düşünceleri engellendi, farklı olanlar benzetilme yoluna gidildi. Sistem politikacılarınca, istinasız bu her ülkede uygulandı. Yok etmek, yok sayma ve kendine benzetmek için hep iki yol kullanıldı. Bir taraftan maddi ve teknik (medya) imkânlar kullanılarak insanların beyinleri yıkandı, diğer taraftan açık kaba şiddet kullanılarak farklı, düşünen ve alternatif çözümler sunanlar susturuldu. Burada bir çelişkiye ve çıkmaza da değinmek gerek. Global güçler bir yandan sermayenin dünya çapında birleşmesini savunurken, diğer yandan ülkelerdeki farklı etnik kültürler, değişik farklı inançları da alabildiğine birbirine karşı kullanma olanağı verdi. Bu politikayla halklar bölündü, muhalif olacakların güçleri parçalandı. Bu gören ve kavrayan bazı okumuş insanlar da sistemin izin verdiği kadar, bir “aydın” olma yolunu seçmekte de zorlanmadılar. Bir kısmı da, görevlendirme anlayışıyla anlamsız işlevsiz okumuş “insan” olurken, diğerleri de bağnaz milliyetçi ve bağnaz inanç savunucuları olarak boy gösterip, politik sahnede bunlara izin verildi. Bunlar hangi ad veya ne tür biçimde kim adına ortaya çıkarlarsa çıksınlar, sadece Yeni Dünya Düzeninin (Globalistlerin) tetikçileri oldular. Algılama nasıl olursa olsun, sonuç aynı yere çıkıyordu. İki koldan alternatif olacak politikaya kaşı, tavırda ittifak gerçekleşti. (Daha sonraki bölümlerde, aynı gücün iki “farklı” koldan algısının ülkelerde nasıl uygulandığını ve politik yaşamda ne anlama geldiğine değineceğim.)

Gönüllü yumuşak politika veya şiddet yanlısı olmak çok fark etmiyor, ikisi de aynı kapıda kul köle olmaya götürür. Bu uğursuz duruma karşı farklı, yeni bir alternatif olduğu da çok net. Kuşkusuz, her insan satılmış, bilerek böyle uğursuzluğa soyunmuş değildi. Bardağın bir de dolu yanı, bilimden, insandan ve doğadan yana bilim insanları, aydınlar ve sanatçılar vardı. Az da olsa, hayat bunlarla anlamı oluyor ve bunlar umudun varlığını temsil ediyorlar. Bu azınlıkta olan değerli bilim insanları, sanatçılar ve aydınlar her zaman mevcut olanı değil, olması gerekeni savunup ve insanlığın ve doğanın hizmetinde olma onurunu taşımaktadırlar. Efendilerin gözüne girmek için kalemini, fırçasını, çekiç-murç, notasını, oyununu kullananlar olduğu gibi, bunu reddedenler de vardır her zaman. Burada onur ve onursuzluk gibi iki tavır ortaya çıktığını da görmek mümkün. Sistemden yana, en demokratları (!) hayatları boyunca, verilen sınırlı alanda her gün benzer düşünceyi, kulağa hoş gelen, insanı rahatlatan sözler söyleyip, suya sabuna dokunlmayan konularda bolca gevezelik yapma olanağıyla gününü gün ederler. Bir kısmı da şiddet yolunda topluma, insanlığa ve doğaya karşı kaba gücün aracı durumuna düşerler. Bunların bir kısmına “milliyetçilik” madalyaları verilir ve diğer bir kısmına da “cennet” vaatleriyle “şehitlik” mertebesi verilir. Burada kimseye iftira ve bazılarına düşmanlık anlayışımız asla yok. Sadece var olanı, gördüklerimizi yazıyoruz. Gerçekleri duymak her zaman hoş olmasa da, durum bu. Kızmak, darılmak, alınmak yok. Kuşkusuz her insan namussuz değil.

Şunu da anımsatmadan edemeyeceğim. Eloğlu, durup durduğu yerde, insanı “yükseltmez”, ona bol keseden para ve mevki vermez. Verilenlerin mutlaka bir bedelini isterler. Çoğunlukla bu bedelde sistemin ideolojik hegemonyasına boyun eğme şartı vardır. Okumuş insanlar da sisteme hizmeti ve onun politik ve ekonomik kirli, kanlı hesaplarını gizlemek veya çarpıtmayı üstlenirler. Ne acı ki, bu türden görevleri üstlenen okumuşlar her dönemde olmuştur. “İnsanoğlu çiğ süt emmiştir” deseler de, bunun her insan için geçerli olmadığını bilmek, “hala umut var” diyebilme şansımızın olması bir çıkışın var olduğunu gösterir. Susturma veya çarpıtma alanında istihdam edilenler için, insanı büyüleyen maddi cazibeli olanaklar sağladılar. Kimi büyük medyada yönetici olur, büyük renkli gazetelerde yazar, kimilerine üniversitelerde “bilim” insanı sıfatı dağıtılır, kimine de bürokraside üst makamlarda yer açarlar, bazıları devlet sanatçısı olur, bir çoğu da tetikçi olur, olur da olurlar… Artık her okumuş insanın “yeteneğine” ve bağlılık derecesine uygun paylar dağıtıldı, dağıtılmaya devam ediliyor. Neden yapılmasın ki, çünkü dağıtılanın yüz bin mislini kazanmak var. Ülkelere ve dünyaya egemen olma ihtirasları var.

Burada anlattığım anlayış, alışkanlık ve bunun yarattığı kültürle, insanlar, toplumlar ve doğa da büyük zarara ve tahribata uğradığını da anımsat gerekir. “Yabancılaşma” insanın maruz kaldığı en kötü sosyal-politik bir durumdur. Okumuş insanlar kendilerine, topluma ve doğaya yabancı kalmak… Bu durumun “aydın” insan için, en aşağılık bir konum olduğunu söylemek yanlış olmaz. “Aydın insan”ın, okumuş insan olmadığının da altını bir kez daha çizelim. Aydın sorgulayan, kuşkulanan, yargılayan, sezgisi olan, bilinenden yola çıkarak, olacakları ön gören insandır. Aydın; doğaya, insan ve topluma karşı sorumluluk duyan, o sorumluluğa uyumlu davranan insandır. Aydın insan, entelektüel bilgisi ve yeteneğiyle topluma, insanlara ve doğaya hizmet eden insandır. Bilgi insan için ve temiz bir çevrede mutlu yaşam için vardır.

Mevcut beğenmediğimiz sistemden beslenmeyen herkesin çocuklarına, gelecek kuşaklara armağan edecek en değerli şeyi, demokratik, özgür bir toplum ve doğa ile barışık bir dünyadır. Hiçbir şey elinden gelmeyen insan, topluma ve doğaya karşı işlenen suçlara bulaşmamayı yapabilir. En azından insanın kendine söz geçirme özgür iradesi olmalı ve ona egemen olmalıdır. Bu mümkündür. Birçok insanın sınırlı olanaklarla da yapabileceği olumlu, yararlı işler vardır. Kamuoyunun ortak vicdanının sesi olmak, bunu duyurmak gibi değerli onurlu bir uğraş yapabilirler. Dünyanın ve Türkiye’nin daha iyi olabilmesi için de, insanoğlunun toplumsal yaşama başlamasıyla yarattığı değerlerden ve deneyimlerden bilgilerden yararlı dersler çıkarmak mümkün. Bu çıkarılan derslerin, bilginin, tecrübenin ışığıyla yeni, farklı, alternatif olacak bir politikadan yana olabilirler. İçinde bulunulan kötü durumdan mutlaka bir çıkış yolu vardır. Yoksa yeni bir yol bulmak da mümkündür. İnsan, daha ilk toplumsal hayata başladığı günden beri, özgürlük, adalet, eşitlik, barış, güven, paylaşım, mutlu yaşamayı arzulamıştır. Daha iyi koşullarda yaşamak, canlılar için evrensel, yasal bir arzudur. Adalet, özgürlük, barış, paylaşım, güven, dayanışma, farklılıklarla birlikte var olma, adilce paylaşmak gibi temel insani değerler isteği günümüzde de geçerlidir. İnsanın bu ütopyasını gerçekleştirmek için bugün de savaşım veriliyor. Bunların gerçekleşmesi, en azından farklı bir düşüncemizin olduğu hakkını kendisine tanıyabilir. İnsan, kendi yarattığının tutsağı olmayan bir dünyayı savunma hakkının kendinde olduğunu söylemeye sahiptir. Tüm engellere ve imkânsızlıklara karşın hala yapılacak çok olumlu işler var. En azından kendimize karşı adil, özgür olabiliriz. Artık dünyada olan her olay, olgu ve çevre kirlenmesi bizi dolaysız etkiliyor. Bu gerçek bizi dünya ve ülkelerimizin, doğal, kültürel değerlerini korumaya ve sahiplenmeye zorluyor. Temiz su, temiz hava ve temiz toprak yoksa, hayat da yoktur! Adalet, özgürlük, barış, güven, eşitlik yoksa, insan da yoktur! Bunları korumak, geliştirmek, temiz tutmak hepimizin görevi. Her insan yaşadığı topluma, bulunduğu doğal bölgeye karşı sorumludur. Bu görev aklı, doğal değerleri, vicdan, ahlak ve etikle ilgili konuları taşıyorsa, daha önemli ve sorumluluk bir kat daha atar.

Bazı insanlar bilir; hiçbir etki altında kalmadan doğruları anlatmak, “Kral çıplak” demek zor ve bir o kadar da risklidir. Olayları, olguları istismar edenler, onlardan politik ekonomik çıkar sağlayanlar ve kötülüklerden beslenenler gerçeklerin açıklanmasını istemezler. Çünkü haksız olarak elde edilen servetler, hakları olmayan yerlerde bulunanlar ve o yerleri zorla işgal edenlerin alanına girmek, mayınlı arazide gezmek gibidir. Her yerde, her dönem failler, fiilin karanlıkta kalması için de, her türlü hileye ve şiddete de başvurduklarını, bu konuda sosyal tarih bize binlerce kanıt sunuyor. Egemen olan güçler, gerçekleri değil, kendi uydurdukları yalanların ve kurguların duyulmasını, yayılmasını isterler.

Son otuz küsur yılda yaşananları özetlerken alışmış olduğumuzdan farklı bir yol izlemeyi deneyeceğim. Her insanda olduğu gibi, benim de tarafsız olmam düşünülemez. Taraflı da olsam, öncelikle şunu belirtmek isterim. Burada önemli olan birilerine karşı olmak değil, sadece olanı doğru adlandırmak amacım. Umarım başarırım. Artık, “Neyi alkışlıyorsunuz anne, kral çıplak” diyerek çocukça bir saflıkla gerçeği, hiçbir hesap yapmadan söyleme zamanı gelmiştir. Bu anlayışta olmak, bir fedakârlık değildir. Sadece sıradan bir insan ve iyi bir vatandaş olmak yeterlidir.

Yukarıdaki yaklaşım ışığında, 1980’den başlamak doğru olacak diye düşünüyorum. Yakın tarih 1980 hem dünya hem de Türkiye’de önemli politik, ekonomik, kültürel ve teknolojik değişmelerin başlangıç tarihidir. 12 Eylül 1980 yeni tarihsel bir süreci başlattı. Kuşkusuz bu yeni süreçte de, hayatın her alanında ekolojik, ekonomik, politik, sosyal, kültürel, teknolojik birçok olay iç içe gelişti. Birini anlatırken diğerini karıştırmadan konuları sıralamak zorunluluğuyla karşı karşıya olduğumu da biliyorum. Karışıklığa meydan vermemek, konuların daha iyi anlaşılması için de her konuyu ayrı başlıklar altında değerlendirmek, özetlemek zorunluluğunu duyuyorum. Umarım başarırım.

(Devam edecek)


Bahattin SEVEN

31.01.2012


Son Güncelleme Tarihi: 13 Şubat 2012 14:01

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.