İSTANBUL

14 Aralık 2010 19:06 / 2346 kez okundu!

 


İstanbul bir hayal…
Hayal kadar güzel, hayal kadar gerçek…
İçinden deniz geçer.
Büyük uygarlıkların ve imparatorlukların baş şehri.
Aşkın da baş şehri.

Dünyanın başkenti Sultanahmet’tir derler.
Hayat kadar güzel, hayal kadar zengin, hamd kadar yüce, bir dipnot, sekiz sütuna manşet, vazgeçilmesi zor, sevdaya benzer, ama kara sevdaya.
Kaç bin yaşında, ama hep gençtir, insan orada hep yeni ve yenilmez olur.
İstanbul insanı kündeye getirir.
Uçurur da… İstanbul’da kanatlarınız çıkar, uçarsınız.
Sevdaların ve belaların şehridir, saltanatların da.
Bütün zamanlara açılan tılsımlı bir kapıdır İstanbul.
Hem harman yeridir, hem cümbüş yeri hem mahşer yeri.
Kalbin, sosyal hayatın, inancın, savaş ve barışın, aşkın düğümlenip, çözüldüğü kilit şehirdir.
‘Bu şehr-İstanbul ki, bi mislü bahadır/ bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır’ demiş, Osmanlı şairi.
Bu şehr-İstanbul Bizans’tır Roma’dır, Osmanlı’dır, şimdi Türkiye’dir.
Aslında Suların şehridir, kalp fayını da yerkürenin fayını da kırandır, depremler şehri.
Masalların tılsımların şehri. Hem çaredir hem biçare…İki camii arasında beynamaz bırakır insanı. İlk aşka benzer, söküp atamaz, ölseniz unutamazsınız…
Sular şehridir, İstanbul’dan bağrı yanan derdini sulara söyler, su saklar, İstanbul da sizi saklar, sırrınızı saklar. O. Veli’ ‘sucuların hiç durmayan çıngırakları’nı söyler. Hangi şehrin sularının adı bunca zengindir, fıstık, çırçır, hünkar, taşdelen, sırmakeş, hamidiye, kayışdağı, Taksim, karakulak suyu…
İstanbul’a ilk girene hoş geldin diyen Selami çeşmesi, Bağdat caddesi üstündedir, 2.Sultan Mahmud tuğralı ve aynataşlı.
Bir de Ayrılık çeşmesi var, ya, sahiden adı ayrılık, savaşa giden askerlerin uğurlandığı.
Bağrında, göğsünde sütü ve gözyaşını büyüten kadın, kalbinde su tutan çeşmelere imza atmış, kadın çeşmeleri yaptırmış Osmanlı zamanında. Mihrişah, Bezm-i alem Valide sultan, Esme sultan, ki bunlar üç ayrı Esma sultandırlar, Hatice sultan, Gülnuş sultan, Rukiye, Evriye ve Fatma hatunların çeşmeleri, Ayşe sineperver valide sultan
Kadın çeşmeleri şehridir.
(Bir küçücük cariye varmış, saltanat zamanında, padişahın odasının çerini çöpünü alırmış, ama, küçücük olduğuna bakmayıp koca cihan padişahına sevdalanmış. Bir gün sildiği aynaya hohlayıp, parmağıyla yazıvermiş, ‘padişahım, seni seven neylesin?’ ve kaçmış odadan.
Padişah içerdeymiş meğer, okumuş ve o da hohlayıp yazmış, ‘kendini ayan eylesin’ diye, kız ertesi gün ayna üstündeki bu mektuba yanıt yazmadan edememiş; ‘padişahım, korkuyorsa neylesin?’ Koca padişah, yanıtsız bırakmamış; ‘Hiç korkmasın, ne isterse söylesin’
Kalbi tık edip durmuş genç kızın… Şimdi Topkapı sarayının bahçeleri arasında incecik su akıtan gösterişsiz bir çeşmededir, adı…)

İstanbul güzel olan her şeyin simgesi, debdebe ve hiçlik, asalet ve sakalet, varlık ve yokluk, görkem ve sıradanlık, güç ve zayıflık…İmkansızın çarenin , hasretin simgesi şehir…

‘İstanbul olacak yine gerçek özgürlüğün türküsü/ Kıyamete kadar söylenecek türkü’ der Sezai Karakoç

‘Aşkı kaybedenler, bulanlar.
Çağ çağ kapılarında durmuş,
Nesilleri Asya’nın bu bakış ahu diye.
Sormuş sıcak rüyasını,
Peygamberin orduları ‘Hu’ diye.
Eski İstanbul, eski.
Geçmiş günleri kimse söyleyemez ki.
Saz sesleri gelir, din uğruna çarmıha gerileceklerden
Belki çarmıhsınız, belki sazsınız.
Ölümlerden hangisi gerçek,
Anlıyamazsınız.
Farkedilmez doğu ve batı

Ayaklarınızın, ayaklarınızın Ayrılışı yerden.
Eski İstanbul, yakın ve eski Öyle bir ses ki.
Can ile ten susamış, susamış,
Geçmiş de nice güzeller aradan.
Osmanlı padişahı Sultan Mehmet,
Bir seher, kadırgalarını yürütmüş karadan.
Aşkı ile döktüğü bütün topları bir bir dizmiş,
Çevirmiş hülyanın her yanını.
Lale gibi vermiş bir akşam güneşinde,
Yiğit Yeniçeri canını.”

Dağlarca böyle söyler İstanbul’u.

Şehrin sevdalısı Yahya Kemal, İstanbul’da doğanı, yaşayanı, onda yatanı bahtlı ilan eder…

Koca Nazım’a ,’dünyayı dolaşsa adam/ İstanbul ayarı şehir bulur mu ki?’ dedirten,

‘Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında
Ne sen bunun farkındasın, ne de polis farkında…’

dizesini söyletendir.

O yüzden bence İstanbul’u en çok, Nazım Hikmet sever. Çünkü hasretinin simgesidir.

İnsan peki, insan neyin simgesi?
İnsansız ne dünya, ne şehr-i İstanbul…
İnsan aklın ve güzelliğin simgesi, elbet önce barışın.
Zaten bütün şarkılarıyla, boğazıyla, lalesi, suyu, sultanı, saltanatı, görkemiyle İstanbul da ilkin barışın şehri. Doğuyu batıya kavuşturan bir su kilidi.
Derdinizi suya fısıldayın, sözünüz, şarkınız, aklınız ve kalbiniz barışa, dostluğa ve aşka dönük olsun ki, sizler de İstanbul’lu sayılın.

Siz İsveç’liler, bizim sanatçı evlatlarımızı bağrınıza bastınız, unutmadık…
Bunu ödeşmek için değil, hayır, bizim de evladımız, şairimiz olmak isteyen Ekelöf’ü de biz bağrımıza bastık, Sard ırmağının sularını örttük üstüne… Size o ırmağın dibinden bir avuç kum getirdim, şairinizin sulara ve kainata söylediği son şiirini ülkesine getirdim.
Dünyamıza barış şairlerle, şarkılarla, aşkla ve kardeşlikle gelecek bence.

Yeni bir yılın eşiğindeyiz.
Ne isterdim biliyor musunuz?
Dünyamızdaki bütün çocukların eli kitaba, süte, oyuna düşsün.
Savaş bir yana, savaşçılık oynamak bile olmasın…
Miğferlere papatya ekelim.
Bütün savaşlar hükümsüz olsun.
Dünyamızdaki tek silah, Eros’un oku olsun, o da hedefini bulsun, ayrılık olmasın.
İçimizdeki şarkılar hiç bitmesin…

İsveç Anadolu Kültür ve Sanat Merkezi ile bizim İstanbul Mülkiyeliler Vakfı'nın ortaklaşa düzenlediği "İlham kaynağı İstanbul" konulu toplantı 4 Aralık günü Stockholm’de gerçekleşti....

Geniş katılımıyla İsveç konsolosluğumuzun, başta sayın ve sevgili Bayan Korutürk’ün, yanısıra Kültür bakanlığı ve sponsor THY yetkilileriyle oradaki vatandaşlarımızın ve İsveç'lilerin katıldığı, ilgiyle dinlediği, şiirlerin ve konuşma metninin çevirisini okuduğu etkinliğin ana fikri İstanbul'du.

Ağırlıklı olarak kadın şairlerimizden şiirler sunduk. Divan şairlerinden başlayıp günümüz kadın şairlerine uzanan geniş bir yelpazede, İstanbul üzerine söylenmiş güzelim şiirleri bir daha söyledik.

Hacı Tekbilek tulum çaldı, ney üfledi, İstanbul şarkıları dinledik, söyledik.

Büyükelçimiz bayan Korutürk ve ekibinin yakın ilgisiyle mutlandık.

Oralı şair Gunther Ekelöf'ü andık, kendi dilinde şiirleri okundu. Kendini vatandaşımız sayan, İstanbul aşığı Ekelöf, bildiğiniz gibi, küllerinin Salihli Sart çayına serpilmesini vasiyet etmiş, öyle de yapılmıştı. Biz ülkenin bu önemli şairinin kainata dair söylediği son şiiri ülkesine götürmek niyetiyle, Sart’ın dibinden kum ve çakıl götürdük bir tutam. Bunu kültür merkezinin toprağına serpeceklerini söylediler, kar kalkınca. Onların bizim gurbetteki sanatçı evlatlarımıza gösterdiği dostluğu ödeşmeye değilse de, bizim de evladımız ve şairimiz olmayı seçen Gunther Ekelöf’ün üstüne Sart çayının yorgan olduğunu anlatmaya gayret ettik.

Bu yazı oradaki konuşmamın metnidir. Elbet buna Tekbilek’in muhteşem ney üflediği, oradaki vatandaşların hasreti, en hasret kalan o olduğu için İstanbul’u en çok onun sevdiğini düşündüğümüz koca şair Nazım’ın Ceviz Ağacı şiirini okurken eşlikçimiz olmasını engelleyemediğimiz gözyaşları dahil değildir.

Kimse hasrete yazılmasın, ne sevgiliye, ne memlekete, ne sağlık, ne demokrasi, ne de umudun hasretine… Yeni yıl için ve tüm zamanlar için söyleyebileceğim budur…


Ayşe Kilimci

08.12.2010


Son Güncelleme Tarihi: 20 Aralık 2010 10:34

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.