Vahhabilik, Suudiler ve Mekke Þerifi

18 Aðustos 2013 21:54 / 1346 kez okundu!

 


Mýsýr'la Suudi Arabistan arasýnda Arap dünyasýnýn liderliði konusunda her zaman bir rekabet oldu. Buna Mýsýr'da Hasan El Benna ve ardýlý Seyid Kutup'un baþýný çektiði Müslüman Kardeþler hareketinin, Vahhabiliðe göre daha ýlýmlý olmasýnýn getirdiði gerilim eklendi.


Mýsýr’da seçilmiþ Mursi yönetimine darbe yapan Sisi yönetimindeki ordu birliklerinin ülkeyi kan gölüne çevirdiði bu günlerde, Suudi Arabistan Kralý Abdullah bin Abdulaziz, ‘Mýsýr’ý teröre karþý savaþýnda desteklediðini’ açýklayarak, “Mýsýr’ýn içiþlerine karýþarak fitneyi ateþlemeye çalýþanlar karþýsýnda Mýsýr’la birlikte duruyoruz” dedi. Birleþik Arap Emirlikleri ve Ürdün de bu açýklamaya destek verdi.

Türkiye’de hükümet çevreleri öfke oklarýný ‘darbe’ sözünü aðzýna almamaya çalýþan ya da darbeyi yarým aðýzla kýnayan Batý ülkelerine çevirmiþ olduðu için bu açýklama hükümete yakýn ajans ve medya tarafýndan ustaca yönlendirilen kamuoyunda pek tepki uyandýrmadý.

Suudilerin tavrýný açýklamak için, Mýsýr’daki Müslüman Kardeþler (veya Ýhvan) hareketinin nasýl bir Ýslam’ý temsil ettiðini ve Suudi Arabistan’ýn resmi mezhebi olan Vahhabiliði anlamak gerekir. Bunlardan ilkini 6.12.2011 tarihinde, Taraf gazetesindeki köþemde ‘Müslüman Kardeþler kimdir?’ baþlýklý yazýmla uzunca anlatmýþtým. Vahhabiliði anlamak için ise Selefiye hareketinin tarihçesinden baþlamak gerekir.


SELEFÝYE’NÝN DOÐUÞU

Temel kaynaklara yani Kuran’a ve sünnete dönme hareketi olan Selefiye hareketini, Abbasiler Dönemi’ne damgasýný vuran Mu’tezile ve Eþ’ariye tartýþmasýna bir cevap verme iddiasýnda olan Ahmed bin Hanbel’e dayandýrmak mümkün. Selefilere göre akýl, vahiy karþýsýnda Mu’tezile’nin iddia ettiði biçimde mutlak bir ölçüt olmayacaðý gibi, Eþ’ariye’nin ifade ettiði gibi imanýn saðlam temellere oturtulmasý görevine de uygun deðildi. Hanbeli mezhebine mensup alimler tarafýndan bile eleþtirildiði için uzun yýllar gizli seyreden akýma ikinci kez can veren Ýbn-i Teymiyye (ö.1328) ve onun öðrencisi Ýbn-i Kayyým el-Cezviyye’di (ö.1350). Bu canlanýþý dönemin siyasi olaylarýndan, yani Abbasi halifeliðinin çöküþü, Moðollarýn 1258’de Baðdat’ý yaðmalamasý üzerine Ýslam ülkelerinde ortaya çýkan çöküþten ayrý düþünmek doðru olmaz. Selefiye’yi bir adým daha ileri götüren ise Hicaz’lý Muhammed bin Abdülvehhab (ö.1792) oldu. Tarih boyunca pek çok isyana katýlan savaþçý Temime kabilesinin bir üyesi olan Abdülvehhab’ýn izleyicileri kendilerini Muvahhidin olarak adlandýrýyorlardý, ancak hareket rakipleri tarafýndan kýsaca Vahhabilik diye anýldý.

Bazý Ýslami yazarlara göre Ýngilizlerin desteklediði Abdülvahhab þirk içindeki insanlara tevhidi benimsetmek için kýlýç kullanmanýn zorunlu olduðunu, can ve mallarýnýn helal sayýldýðýný öne sürmüþ, böylece yaðmacýlýk ve yayýlmacýlýða cihat adýna kutsallýk kazandýrmýþtý. Halen Suudi Arabistan’ýn resmi mezhebi olan Vahhabilik’e göre Kur’an ve sünnet, metinlerin sözel anlamýna baðlý kalýnarak anlaþýlmalý, kesinlikle yorumlanmamalýdýr. Buna karþýlýk içtihat kapýsý açýktýr ve herkes içtihatla yükümlüdür. Ýslam’ýn öngördüðü görevleri yerin getirmeyen kiþiler mümin sayýlamaz, tütün içmek, çalgý dinlemek, ipek elbise giymek, kurban kesmek, adakta bulunmak vb. yasaktýr. Bunlarý yapanlar þirk içindedir ve þirke düþenlere karþý her türlü þiddet uygulamak vaciptir.

Vahhabilik bölgenin güçlü ailelerinden Suud ailesinin þahsýnda Necd bölgesini ele geçirdiðinde II. Mahmud’un askeri yollarla hareketi sindirme çabalarý iþe yaramamýþtý. Osmanlýlar eski bir devlet geleneðine baþvurarak iþi nasihatle halletmeyi düþünmüþ, Müderris Âdem Efendi’yi 1802’de Kudüs Kadýsý tayin edip sadrazamýn mektubuyla Necd’e göndermiþlerdi. O sýralarda Mekke Þerifi olan Abdülaziz Ýbn-i Suud baþlangýçta Âdem Efendi’ye saygý göstermiþse de bu durum kýsa sürmüþtü. II. Mahmud, Vahhabi meselesinin hallini 1805’te Mýsýr Valisi Kavalalý Mehmet Ali Paþa’ya ýsmarladý. Kavalalý Paþa Suudilerden geri aldýðý Kâbe’nin anahtarlarýný 2 Mayýs 1813’te Ýstanbul’a göndererek ilk zaferini kazandý ancak Osmanlýlarla Kavalalý’nýn bozuþmasýndan sonra Mýsýrlýlar Hicaz’dan çekildiler ve Arabistan yeniden Suudilerin kontrolüne girdi.


SUUDÝ ÝHVANI VE BAÐIMSIZLIK

1900’lere gelindiðinde Ýstanbul, Hicaz bölgesine gönderecek valiyi bile zor buluyordu. Örneðin 1909’da Beþinci Ordu Müþiri Osman Fevzi Paþa ve Piyade Dairesi Reisi Ferid Paþa, valilik görevini reddetmiþti. Kosova Valisi Hadi Paþa ise atandýðý halde göreve gitmemiþti. Sonunda görevi kabul eden Manastýr Kumandaný Fuad Paþa ise çok geç gittiði yetmezmiþ gibi, birkaç hafta sonra geri dönmüþtü. 1910’da Müþir Abdullah Paþa, 1913’te Münif Paþa atanmaya çalýþýlmýþ ama baþarýlý olunamamýþtý.

1912’de Suud Ailesi Ýhvan (Mýsýr Ýhvaný ile karýþtýrýlmamalý) adlý dinsel ve askeri bir örgüt kurdu ve tam baðýmsýzlýk için mücadeleye baþladý. Bedevilerin desteðini alan Ýhvan birlikleri 1919’da Hicaz’a saldýrarak (hikâyesini aþaðýda anlattýðým) Mekke Þerifi Hüseyin’in kuvvetlerini aðýr bir yenilgiye uðrattý, ardýndan da Kuzey Arabistan’ý ele geçirdiler.

Birinci Dünya Savaþý’nýn maðlubu Osmanlý Ýmparatorluðu 1918 tarihli Mondros Mütarekesi gereðince Hicaz’dan çekilince Vahhabiler 1924’te Mekke ve Taif’e girdi, ardýndan Medine ve Cidde teslim alýndý. 1921’de kendini Necd Meliki ilan eden Suudi ailesinden Abdülaziz 1926’da Hicaz ve Necd Kralý oldu, 18 Eylül 1932’de bugünkü Suudî Arabistan Krallýðý’nýn baþýna geçti. Ýngilizlerin de yardýmýyla Hicaz, Taif ve Mekke’yi alan Abdülaziz bunun karþýlýðýnda Ýngiliz egemenliði altýndaki Irak ve Ürdün’le çatýþmaktan vazgeçtiðini açýkladý ve Ýngilizlerle bir dostluk antlaþmasý imzaladý.

Ancak Abdülaziz’in Batý ile sýký iliþkiler içine girmesi ve ülkede modernleþme hareketlerine baþlamasý tutucu Ýhvan birliklerinin hoþuna gitmedi. Birlikler Irak’a bir sýzma harekâtý örgütleyince Abdülaziz Ýngilizlerle birlikte örgüte karþý sert tedbirler almaya baþladý ve 1930’da Ýhvan isyaný kesin olarak bastýrýldý. 1930’da Suudi Arabistan petrollerine iliþkin ilk etütler yapýldýktan sonra, 1933’de ABD þirketlerine tanýnan imtiyazla ARAMCO þirketi kurulduðunda Ýngilizler petrol iþlerinin dýþýnda tutuldu. 1933’te. Roosvelt ile Abdülaziz arasýnda baþlayan dostluk iliþkisi 1942’de Riyad’da ilk ABD elçiliðinin açýlýþýyla resmi hal aldý, 1944’te ARAMCO petrol çýkarmaya baþladý. 1945’te Süveyþ Kanalý’na demirleyen Amerikan gemisi Quincy’nin güvertesinde yapýlan toplantýda iki lider Ortadoðu’nun geleceðini konuþuyordu.


EZELÝ REKABET

Mýsýr’la Suudi Arabistan arasýnda Arap dünyasýnýn liderliðini yapma konusunda her zaman bir rekabet oldu. Buna Mýsýr’da Hasan El Benna ve ardýlý Seyid Kutup’un baþýný çektiði Müslüman Kardeþler hareketinin, Selefiye hareketinin bir devamý olmasýna raðmen Vahhabiliðe göre daha ýlýmlý bir çizgiyi temsil etmesinin getirdiði gerilim eklendi. Son olarak, Mursi’yi savunmak için orduya karþý yürütülen kahramanca direniþin ilerde Suudi Arabistan’daki muhalif çevrelere kötü (!) örnek olmasýnýn telaþýný da anlayýþla (!) karþýlamak lazým elbette. Peki Türkiye’nin Mýsýr’daki son katliamlar üzerine aðýr da olsa pozisyon deðiþtiren Batýlý ülkelere karþý en aðýr ifadeleri kullanmayý sürdürdüðü halde, Mursi yanlýlarýna terörist diyecek kadar ölçüyü kaçýrmýþ olan Suudi Arabistan ve Katar gibi Arap ülkelerine karþý hoþgörülü tavrýný nasýl açýklamalýyýz? Bunun cevabýný vermeyi siyaset bilimcilere býrakalým...


Mekke ÞerÝfÝ HüseyÝn ve ‘Arap Ýsyaný’

Hicaz’dan bahsedip de Mekke Þerifi Hüseyin’den bahsetmemek olmaz. Osmanlý Ýmparatorluðu baþýndan beri Arabistan Yarýmadasý’ndaki egemenliðini Mekke þerifleri aracýlýðýyla kullanmýþtý. Hüseyin bin Ali (ö.1931) II. Meþrutiyet’in ilan edildiði 1908’de Abdülhamid’in yerel beyleri gözetim altýna alma politikasý kapsamýnda Ýstanbul’da ikamet ediyordu. 1 Kasým 1908’de Þerif Ali Paþa’nýn azledilmesinin ardýndan, saray ve ÝTC arasýnda yapýlan bir dizi tartýþmadan sonra varýlan uzlaþma ile Mekke’ye þerif olarak atanmýþtý. Þerif’i destekleyenler arasýnda Ýngilizler de vardý.

Þeriflik makamý geleneksel olarak çok büyük itibara sahipti çünkü Þerif, Hazreti Muhammed’in soyundan gelmekte olup Mekke ve Medine’nin muhafýzlýðýný yapmaktaydý. Mekke’ye döndüðünde Þerif’i karþýlayan, Ýstanbul’daki ‘devrim’in yansýmalarý olan toplumsal huzursuzluktu. Buna ilaveten Arabistan Yarýmadasý’ndaki modernleþme çalýþmalarý Þerif’i rahatsýz etmeye baþlamýþtý. Bunlar arasýnda sembolik önemi en büyük olan Hicaz Demiryolu idi. Demiryolunun Medine’ye kadar olan bölümünün 1908’de tamamlanmasýyla merkezi devletin elinin yöreye ulaþýr hale gelmesi bölgedeki huzursuzluklarý körüklemiþ ve Hicaz’da karýþýklýklar çýkmýþtý. Þerif’in ilk seferi Ýbn-i Suud’a karþý oldu. Suud bazý ayrýcalýklarýndan Þerif lehine vazgeçti ancak 1910’da yerel mahkemelerin yeniden düzenlenmesine iliþkin karar; köleliðin kaldýrýlmasýna yönelik uðraþlar, 1913’te Medine’nin Hicaz’dan ayrýlarak ‘müstakil sancak’ yapýlmasý ve hac gelirlerinin bir bölümünün merkeze býrakýlmasý ihtimali, Þerif Hüseyin’in keyfini kaçýran diðer olaylardý.

Kitchener-Abdullah görüþmesiÞubat 1915’Te, Þerif Hüseyin Osmanlý Meclisi’nde Mekke-i Mükerreme mebusu olan oðlu Abdullah’ý Kahire’deki Ýngiliz Yüksek Komiseri Lord Kitchener’e göndererek Osmanlý Ýmparatorluðu ile herhangi bir açýk çatýþmada Ýngilizlerin kendilerine destek olup olmayacaðýný sorduðunda Kitchener, iki kadim imparatorluk arasýndaki geleneksel dostluða atýfta bulunarak, Osmanlý’nýn içiþlerine karýþmayý düþünmeyeceklerini söylemiþti. O sýrada henüz Almanya ile Osmanlý Ýmparatorluðu müttefik olmadýðý gibi Almanya ile Britanya da henüz savaþta deðildi. Bu yüzden Kitchener, Ürdün (Þeria) Nehri ile ikiye bölünmüþ olan Filistin topraklarýnda, Akdeniz’le Ürdün Nehri arasýnda kalan bölgenin Yahudi yerleþim alaný olarak tanýmlanmasý gerektiðini, Ürdün Nehri’nin doðusundaki topraklarýn ise Britanya’nn denetiminde, Þerif Hüseyin’in büyük oðlu Abdullah tarafýndan yönetilmesine izin vereceðini ima etmekle yetinmiþti.

Ama savaþla birlikte durum hýzla deðiþti. Britanya Savaþ Bakanlýðý’na atanmak üzere Londra’ya çaðrýlan Lord Kitchener, Þerif Hüseyin’le iliþki kurma görevini Sir Henry Mc Mahon’a býraktý. Mc Mahon Hüseyin’in iki oðlu Abdullah ve Faysal ile 10 mektupluk bir görüþme trafiði baþlattý. 18 Þubat 1916’daki dokuzuncu mektupta Þerif’in halifeliðine býrakýlan ‘Baðýmsýz Arap Devleti ise kuzeyde Adana-Mersin’e, batýda Kýzýl Deniz’e, doðuda Basra Körfezi’ne, güneyde Aden’i dýþarýda býrakmak suretiyle Hint Okyanusu’na uzanýyordu.

Bu görüþmeleri yaparken, Þerif Hüseyin bir yandan da dönemin Suriye-Lübnan Valisi Cemal Paþa ile temasý sürdürüyordu. Öyle ki, 1916 Þubatý’nda Cemal Paþa’dan 1.500 kiþilik bir deve birliði oluþturmak için 50-60 bin lira, Ýngilizlerden ise aylýk 50 bin Pound karþýlýðý altýn ile on binlerce çuval tahýl, kahve, þeker, ayrýca 500 sandýk mavzer almak üzere anlaþmýþtý.

10 Mart 1916 tarihli son mektupta Mc Mahon, Erzurum’un Ruslarýn eline geçmesi ve Osmanlý ordusunun Kafkaslar’daki yenilgilerini Þerif’e müjdeleyerek bir anlamda ‘Gazan mübarek olsun’ diyordu.

Ýsyan için 10 Haziran 1916 tarihi kararlaþtýrýlmýþtý. Bu tarihi günden 24 saat önce Þerif Hüseyin, Cemal Paþa’ya bir mektup gönderdi: Mektupta özetle Arap milletinin taleplerinin yerine getirilmemesi halinde Türklerle olan baðlarýnýn tamamen kopacaðý belirtiliyordu. Elbette 24 saat içinde taleplerinin yerine getirilmeyeceðini de biliyordu. 11 Haziran’da Mekke Þerif Hüseyin’in birliklerinin eline geçti. 27 Haziran’da Þerif Hüseyin kendini halife ilan etti. Cemal Paþa’nýn birliklerinin aðustos ayýnda II. Kanal Seferi’nde de baþarýsýz olmasý üzerine Britanya kuvvetleri Filistin’e ilerlediler ve Mart 1917’de Baðdat’a girdiler. Haziran ayýnda Britanya Ordularýnýn baþýna General Allenby atandý. Þerif Hüseyin’in birlikleriyle desteklenen Allenby’nin ordularý önce Birüþþeba’yý, sonra Gazze’yi aldýlar ve 9 Aralýk 1917’de Kudüs’e girdiler.

Savaþ herkesin gayet iyi bildiði gibi, Ortadoðuda Britanya’nýn zaferi ile bitti. Türkiye’deki yaygýn kanýya göre bunu Þerif Hüseyin’in komutasýndaki Araplarýn ‘Osmanlý Ýmparatorluðu’nu arkadan hançerlemelerine’ borçluydular. Peki, durum gerçekten böyle miydi?

Aslýnda, Ortadoðu’daki savaþ Birinci Dünya Savaþý açýsýndan ikincil öneme sahipti. ‘Arap Ýsyaný’ ise Ortadoðu’daki savaþta ikincil öneme sahipti. Bu iliþki Ýngilizler tarafýndan, Fransýzlarýn bölgedeki hedeflerini sýnýrlamalarý için özellikle abartýlmýþtý. Þerif Hüseyin’in Hicaz dýþýndaki kabilelerce desteklenmediði, hatta Hicaz’daki Ýbn-i Reþid, Ýbn-i Suud ve Ýmam Yahya gibi önemli liderlerin dönemin Cemal Paþa’nýn yanýnda olduðu, milliyetçi talepleri olmayan Þii Araplarýn Þerif’e uzak durduklarý, Þerif Hüseyin’in cihat ilanýnýn Mýsýrlý entelektüeller arasýnda büyük huzursuzluk yarattýðý, Suriyeli ve Iraklý milliyetçilerin kendisine tabi olmaya hiç niyetleri olmadýðý artýk biliniyor. Cemal Paþa’nýn sert politikalarýna raðmen Lübnan bile Ýstanbul’a sýrt çevirmemiþti.

Þerif Hüseyin’in Ýngilizlere verdiði askeri destek cýlýzdý. Ýngilizlerden 200 bin kiþi toplamak için para almýþ ancak Haþimilerin kontrol ettiði kabilelerin asker gücü 15 bin kiþiyi aþmamýþtý. Arap birlikleri Cidde, Taif ve Medine’ye saldýrmýþ ancak Medine’de Fahreddin Paþa ve askerlerinin kahramanca müdafaalarý yüzünden geri adým atmak zorunda kalmýþtý. Sadece Akabe’yi iþgal ederek Ýngilizlerin Kudüs’ü almalarýna yardýmcý olmuþlardý. Bütün bu tabloyu David Fromkin þöyle özetlemiþti: “Arap Ýsyaný’nýn Britanya’yý kurtarmasý planlanýyordu, halbuki Britanya Araplarý kurtarmak zorunda kaldý.”


Özet Kaynakça: Mehmet Zeki Ýþçan, Selefilik, Ýslami Köktenciliðin Tarihi Temelleri, Kitap Yayýnevi, 2006; Hasan Kayalý, Jön Türkler ve Araplar. Osmanlý Ýmparatorluðu’nda Osmanlýcýlýk, Erken Arap Milliyetçiliði ve (1908-1918), Tarih Vakfý Yurt Yayýnlarý, 1998; Ömer Kürkçüoðlu, Osmanlý Devleti’ne Karþý Arap Baðýmsýzlýk Hareketi, 1982; Efraim Karsh&Inari Karsh, “Myth in the Desert, or Not the Great Arab Revolt”, Middle Eastern Studies, C. 3, No:2, Nisan 1997, s. 267-312.


Ayþe HÜR

Radikal, 18.08.2013

Son Güncelleme Tarihi: 18 Aðustos 2013 23:42

 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaþ
0
Yorumlar
Uyarý

Yorum yazabilmek için üye olmalý ve oturum açmalýsýnýz.

Eðer sitemize üye deðilseniz buraya týklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eðer üye iseniz oturum açmak için buraya týklayýn.