Tarih tekerrür eder mi?

19 Ağustos 2010 13:03 / 2508 kez okundu!

 


Gündemi izleyen, arada gündem oluşturan, bizi güncelden alıp tarihin derinliklerine götüren ve geri geldiğimizde biz olgunlaştıran, büyüten araştırmacı yazarlardan birirdir Ayşe Hür. Bu yazısıyla da bizi geçmişimizle yeniden yüzleştiriyor. Anımsamaktan hoşlanmayacağımız olayları özetleyerek bugün yaşadığımız gelişmelere yeni bir gözle bakmamızı sağlıyor.

-------------------------------------------------

“Siyasi konulardaki tutumundan dolayı kendisine ‘olumlu pasif’ lakabı takılmış olan Fahri Korutürk’ün Cumhurbaşkanı seçildiği 6 Nisan 1973’ten görevinin sona erdiği 6 Nisan 1980’e kadarki 7 yılda tam 16 hükümet kurulmaya çalışılmış, kurulmuş ya da bozulmuştu. Öyle ki, Korutürk bir röportajında, “Öldüğümde sorgu melekleri dünyada ne yaptın diye sorduklarında ‘herhalde hükümet buhranlarını çözmeye çalışmakla vakit geçirdim’ karşılığını vereceğim” demişti. Bu hafta, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin arifesinde yaşananları hatırlatmaya çalışacağım. Çünkü Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi “Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar/Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”

Gençlik ve ordu içindeki sol eğilimli kalkışma hareketleri bahane edilerek TSK tarafından verilen 12 Mart 1971 Muhtırası’nın ardından petrol, haşhaş, genel af, Kıbrıs gibi iç ve dış krizlerden enerji alan siyasi kutuplaşma, 1970’lerin sonlarında topluma da sirayet etmiş, daha doğrusu birazdan anlatacağım gibi ‘sirayet ettirilmişti’. 1977’de siyasi içerikli şiddet olaylarında 231 kişi ölürken, bu sayı, 1978’de 832’ye, Aralık 1978 ile Eylül 1979 arasında 898’e ve bu tarihten 1980 yılının Eylül ayına kadar 2.812’ye çıkmıştı. Son dönemlerde günde ortalama 20 kişi hayatını kaybediyor, bunun birkaç katı insan yaralanıyordu. Öldürülenler arasında ünlü gazeteciler, bilim adamları, sendikacılar, eski başbakanlar vardı. Kısacası ülke bir yangın yerine dönmüştü.


‘3 K’ stratejisi
Toplumsal çatışma için uygun zemin hazırlandıktan sonra, sıra kibriti çakmaya gelmişti. Bu iş için Alparslan Türkeş’in partisi MHP biçilmiş kaftandı. Bir süredir Necmettin Erbakan’ın partisi MSP’ye kaptırdığı Sünni seçmen kitlesini geri almak için ‘3 K’ (Kızılbaş, Kürt, Komünist) stratejisi uyarınca toplumsal gerilimi tırmandıran MHP, 17 Ocak 1978’de Bülent Ecevit’in azınlık hükümeti güven oyu alınca, siyasi söylemini iyice sertleştirmişti. Yeni strateji, Alevi ve Sünnilerin birlikte yaşadığı, Orta ve Doğu Anadolu bölgelerinde milliyetçi çevrelerin önderliğinde yaratılacak ‘iç savaş’ koşullarında ordu ve MHP’nin içinde olduğu bir iktidar bloğu oluşturulmasıydı.


Bombalı tahrik fiyaskosu
Bu stratejinin ilk adımı MHP’nin 15 Nisan 1978’de Ankara’da yapacağı Büyük Yürüyüş’tü. Yürüyüşten bir hafta önce, Pazarcık, Adana, Adıyaman ve Malatya’daki Sünni ve Alevi kesimlerden saygın kişilere Ankara’dan bombalı paketler gönderilmişti. CHP Pazarcık İlçe Eski Başkanı Memiş Özdal şüphelenerek paketi almadı ama PTT’de patlayan paket bir görevlinin ölümüne neden oldu. Adana’daki bir adrese gönderilen bomba ise etkisiz hale getirildi. O sırada tenzil-i rütbe ile Adıyaman Emniyet Müdür Yardımcılığı’na atanmış olan (geleceğin içişleri bakanı) Abdülkadir Aksu’ya gönderilen paket de alıcısına ulaşmadan İçişleri Bakanlığı tarafından ele geçirildi ve İngiliz Scotland Yard uzmanlarının yardımıyla imha edildi. Bunlara rağmen halk galeyana getirilemediği için, 15 Nisan Büyük Yürüyüş’ü fiyasko ile sonuçlandı.


Hamido suikastı
Ancak hesaplar Malatya’da tutacaktı. Cumhuriyet tarihi boyunca hep CHP’li belediye başkanlarıyla idare edilen Malatya’da, 1977 yılının Aralık ayında yapılan seçimlerde sağ eğilimli bağımsız aday ‘Hamido’ lakaplı Hamit Fendoğlu belediye başkanı seçilmişti. O yıllarda Fırat Nehri üzerine kurulan Keban ve Karakaya barajları yüzünden yerlerinden edilen binlerce kişi Malatya’nın varoşlarına yerleşmişti. İslamcı, milliyetçi, solcu örgütlerin eylemleriyle ortamın iyice gerginleştiği günlerde Malatya’nın çeşitli yerlerinde 17 bomba bulunmuştu. Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu ise, 7 Nisan 1978’de kendisine gönderilen bombalı paketi 14 Nisan’da aldığı halde işlerinin yoğunluğu yüzünden ancak ayın 17’sinde açmış, patlayan bomba ‘Hamido’yla birlikte iki torunu ve gelininin de ölümüne sebep olmuştu. Nihayet beklenen hareketlilik sağlanmıştı. 18 Nisan sabahı çevre il ve ilçelerden Malatya’ya akın eden 20 bin kişi Malatya sokaklarında ‘Dan dan, intikam!’, ‘Müslüman Türkiye!’, ‘Kahrolsun komünizm!’, ‘Katil Ecevit!’ sloganlarıyla şehri talan etti. 19-20 Nisan günlerinde devam eden çatışmalar sonucunda sekiz kişi öldü, 100 kişi yaralandı.


Sivas olayları
Bunu Sivas olayları izledi. 3 Eylül 1978 günü, Alevilerin oturduğu Alibaba Mahallesi'nde çıkan bir çocuk kavgası sırasında kendilerine ‘ülkücü gençler’ diyen bir grup tarafından iki kadının öldürülmesiyle başlayan olaylar, ertesi sabah farklı camilerde kılınan bayram namazları esnasında ‘Komünistler, Kızılbaşlar kardeşlerimizi öldürdü’, ‘Müslüman yok mu?’, ‘Allah’ını seven bizimle gelsin!’, ‘Kanımız aksa da zafer İslam’ın’ sloganları ile tırmandı. Bilanço dokuz ölü, 350 yaralı idi.


Kahramanmaraş Katliamı
Ama daha korkuncu yoldaydı. ‘Alevi yurdu’ diye bilinen Kahramanmaraş’ta, 3 Nisan 1978’de MHP’li Ülkücüler tarafından öldürülen Alevi Dedesi Sabri Özkan’ın cenaze töreninden beri süren gerginlik Aralık ayında zirveye ulaş(tırıl)mıştı.

‘Görevli’ olduklarını söyleyen birtakım kişiler, Alevilerin ve solcuların oturdukları semtlerde, bir tür nüfus sayımı yaptıklarını söyleyerek konutları dolaşmışlar, yeni numaralar verdikleri kapıları kırmızı boyayla işaretlemişlerdi. Bazı bölgelerde ise PTT görevlisi olduklarını söyleyen kişiler kapılara işaret koymuşlardı. Müftü de resmî araçla şehri dolaşıp kışkırtıcı konuşmalar yapmıştı.


Eşzamanlı film gösterimi
19 Aralık gecesi, ‘Esir Türkler Haftası’ vesilesiyle Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD) tarafından tüm Türkiye’de eşzamanlı gösterilen Sovyetler Birliği aleyhtarı ‘Güneş Ne Zaman Doğacak?’ adlı filmin gösterimi sırasında Kahramanmaraş’taki Çiçek Sineması’na düşük tesirli bir bomba atıldı. Bir grup Ülkücü ‘Müslüman Türkiye!’ sloganlarıyla CHP İl Binası’na saldırdı. 20 Aralık’ta Yenimahalle’de Alevilerin gittiği Akın Kıraathanesi’ne bomba atıldı. 21 Aralık’ta öldürülen iki solcu öğretmenin cenaze töreninden sonra yürüyüşe geçen grup karşılarında ‘Komünistler geliyor! Komünistler Ulu Cami’yi yakıyor!’, ‘Ordu bizimle beraber!’, ‘Neden duruyorsunuz, sizde din iman yok mu? Din elden gidiyor!’ Yürüyün, komünistleri öldürelim!’, ‘Alevilere ölüm!’, ‘Yaşasın Türkeş!’ diye bağıran 10 bin kişilik Ülkücü grubu bulmuştu. Belediye hoparlöründen yapılan anonsla saldırı başlarken MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş Ankara’da İka haber ajansına şöyle diyordu: “Hükümetin düşmesi belki yarın belki yarından da yakındır.”


Sağcılar adam öldürmez!
Sonunda olan oldu. 23-24 Aralık 1978 günleri, baltalı, palalı saldırganlar tarafından, resmî rakamlara göre ölü sayısı 111, gayri resmî kaynaklara göre bunun en az iki katı insan (çoğu Alevi), balta ve bıçaklarla doğranarak, işkence edilerek, yakılarak katledildi. Çok sayıda kadına tecavüz edildi, göğüsleri kesildi. 552 ev ve 289 işyeri tahrip edildi. Olaylardan sonra Ecevit Hükümeti’nin tek yaptığı 13 ilde sıkıyönetim ilan etmek oldu.

Süleyman Demirel, kendisini sıkıştıran gazetecilere “Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz” şeklindeki ünlü sözünü bu olaylar üzerine söylemişti. Olaylar boyunca sesi çıkmayan İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı daha sonra hazırladığı raporda katliamları şehre seyyar piyangocu olarak gelen 26 kişinin planladığını söyleyecekti. Yıllar sonra Özaydınlı’nın raporunda geçen bazı isimler 1996’da Susurluk Skandalı’nda tekrar karşımıza çıkacaklardı.


Çorum olayları
Tedavi gördüğü kanser hastalığı yüzünden ölmesi an meselesi olan MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak’ın bilinmeyen kişilerce 27 Mayıs 1980 günü Ankara’da öldürülmesiyle doğan gerilimin hasadı Çorum’da yapıldı. Bu sefer iktidarda Süleyman Demirel’in çoğunluk hükümeti vardı. Haziran ayı boyunca Çorum kent merkezinde ve çevre köylerde gerginlik tırmandırıldı. 4 Temmuz 1980 Cuma günü ‘Komünistler Alaaddin Camii’ne bomba attılar’ söylentisinin yayılması ve bunun TRT’nin 19.00 bülteninde yer almasıyla başlayan saldırıda saldırganlar ‘Kanımız aksa da zafer İslam’ın’, ‘Kana kan, intikam’, ‘Müslüman Türkiye’ sloganları atıyorlardı. Bilânço, çoğu Alevi 50’den fazla ölü 100 civarında yaralıydı. 100’den fazla işyeri de tahrip edilmişti.

Olaylar sırasında bölgeden sorumlu 15. Piyade Tugayı Komutanı olan Şahabettin Esengün, Nokta dergisinin 8 Haziran 1986 tarihli sayısında yayımlanan röportajında şöyle demişti: “Çorum Olayları bir mezhep kavgası değildi. Böyle bir imaj verilmeye çalışılmıştı. Mezhep ayrılığı, aşırı sağ ve aşırı solun çatışması için bir provokasyon olarak kullanılmıştır.”


Çorum’u bırak Fatsa'ya bak
Çorum olayları üzerine zamanın İçişleri Bakanı Mustafa Gülcügil, “Çorum olaylarını devlete karşı solcular çıkardı, devleti destekleyen sağcılar, solculara karşı mücadele etti” şeklinde bir açıklama yaptı. Ancak her şey öylesine açıktı ki, basın ve kamuoyu ayağa kalktı. Tartışma, Gülcügil’in istifasıyla sonuçlandı.

Tam o günlerde, Süleyman Demirel gazetecilere, olayların “komünistlerin tahrikiyle” çıktığını söylemiş ve “Çorum’u bırakın Fatsa’ya bakın” demişti. Kastettiği, Fatsa’da sol eğilimli Belediye Başkanı ‘Terzi Fikri’nin oluşturduğu devrimci komünlerdi. Mesajı alanlar tam gözlerini Fatsa’ya çevirmişlerdi ki, 12 Eylül 1980 darbesi oldu. Türkiye’yi kana bulayan olaylar bıçak gibi kesildi. Sıra, yıllardır itinayla pişirilen bu acı yemeği sağcısıyla solcusuyla tüm Türkiye’ye yedirmeye gelmişti.


Darbenin ayak sesleri
Peki o güne dek bir darbe yapılacağın dair hiç ipucu yok muydu?

21 Aralık 1979’da Kenan Evren’in başkanlığında İstanbul’daki Birinci Ordu Karargâhı’nda toplanan komutanlar siyasilere bir uyarı mektubu yazmaya karar vermişlerdi. Mektubunun 12 Mart 1971 Muhtırası’ndan farkı, mektubun partileri değil, tüm anayasal kuruluşları uyarmasıydı. 27 Aralık 1979 Perşembe günü, haftalık olağan toplantıda Cumhurbaşkanı Korutürk’e verilen ‘Türk Silahlı Kuvvetlerinin Görüşü’ başlıklı mektup, Cumhurbaşkanı’nca, beş gün süreyle kamuoyuna açıklanmadı. Gerekçe, Korutürk’ün “yeni yıl dolayısıyla milletin keyfini kaçırmak” istememesiydi. Korutürk, 2 Ocak 1980 günü, Başbakan Süleyman Demirel ile CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’i Çankaya Köşkü’ne davet ederek mektubun suretini verdi. Verirken de, ‘bu işin komplikasyonlara sebebiyet verilmeden Meclis’te çözülmesini ve yetkinin Meclis’te olduğunu, dolayısıyla bu mektubun yadırganmamasını’ tavsiye etti.

Cumhurbaşkanı Korutürk, aynı gün mektubun bir suretini, TBMM Cumhuriyet Senatosu, Milli Birlik Grubu (MBG), Kontenjan Senatörleri Grubu başkanlarıyla, TBMM’de grubu bulunan siyasi parti liderlerine gönderdi. Bu tarihten itibaren yoğun bir tartışma başladı. Kimse kendini muhatap saymıyor, iktidar topu muhalefete, muhalefet iktidara atıyordu.


TBMM’de 115 nafile tur
Ekonomideki sürekli kötüye gidişi durdurmak için, Süleyman Demirel’in ekonomik danışmanı Turgut Özal’ın hazırladığı ‘24 Ocak Kararları’nın sarsıntısı sürerken 6 Nisan 1980’de Fahri Korutürk’ün görev süresinin tamamlanması yeni bir gerginlik kaynağı oldu. AP lideri Demirel ile CHP lideri Ecevit’in ortak bir aday üzerinde anlaşamaması üzerine, 5 ay boyunca TBMM’de tam 115 tur oylama yapıldığı halde Cumhurbaşkanı seçilemedi.

İşte bu günlerde, TSK epeydir hazırladığı planı yürürlüğe koymak üzere harekete geçti. Kenan Evren’in daha sonraki yıllarda anlattığına göre, darbe için Korutürk’ten destek istemiş ancak şu cevabı almıştı: “Haklısınız ülkemizin büyük sıkıntıları var. Ancak askeri rejimle bunların halledilmesi mümkün olmayabilir. Dış kamuoyunun tepkileri Türkiye’yi güç durumda bırakabilir. Yalnızlığa sürüklenebilirsiniz. Ama sizler ihtilal yapmaya kararlıysanız ben bu işte yokum. İsterseniz şimdi istifa etmeye hazırım.”


Bayrak Harekâtı
Bir MİT yetkilisi, bu gelişmeleri Süleyman Demirel’e anlatmış, ortada resmi bir rapor olmadığı için söyledikleri ciddiye alınmamıştı. 16 Haziran 1980’de CHP, hükümeti düşürmek için gensoru verdi. 17 Haziran 1980’de Genişletilmiş Sıkıyönetim ve Milli Güvenlik Kurulu toplantısında, Kuvvet Komutanları, Genelkurmay 2. Başkanı ve Kenan Evren, Bayrak Harekâtı’nın başlatılması kararını aldılar. Plana göre 11 Temmuz 1980’de iktidara el konacaktı. Ancak CHP önergesinin reddedilmesi, harekâtın ertelenmesine neden oldu. Çünkü Kenan Evren, Yüksek Komuta Kademesi’nin, Ecevit’in gensoru başarısızlığını perdelemeye çalıştığı izleniminin verilmesini istemiyordu. Ama daha önemlisi, 4 Ağustos 1980 tarihli Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısının yapılmasını beklemeye karar vermişlerdi. Çünkü darbeden sonra kendileri tarafından yapılacak terfi ve tayin işlerinin TSK’da yaratacağı sıkıntılarla uğraşmak istemiyorlardı.

Beklenen gün gelmişti. 12 Eylül 1980 Cuma günü sabaha karşı 4’te TRT’de İstiklal Marşı, hemen ardından Harbiye Marşı çalındı. Marşın bitimiyle, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, emir ve komuta zinciri içinde, ülke yönetimine el koyduğunu açıklayan Milli Güvenlik Konseyi'nin 1 Numaralı Bildirisi okundu. Ardından Hasan Mutlucan’ın davudi sesiyle okuduğu Rumeli türküleri eşliğinde, Türkiye, on yıllarca sürecek Karanlık Çağı’na girdi.


Darbeciler neyin olgunlaşmasını beklediler?
Yıllar sonra olayların perde arkası aralandığında ilginç ayrıntılar çıktı. Örneğin Bülent Ecevit 1989 yılında Milliyet gazetesine verdiği bir röportajda, “1978’de sağcı militan güçlerin saldırısı altıdaki bazı Orta Anadolu illerinin sıkıyönetim kapsamına alınmasını istedim. Ama Sayın Evren, kuvvetimiz yetmez diye razı olmadı… O dönemdeki Sıkıyönetim Yasası’na göre bile, sıkıyönetim komutanlarının çok geniş yetkileri vardı. O kadar ki, bir sıkıyönetim bölgesinde bir vali veya emniyet müdürü, bir polisin yerini bile, sıkıyönetim komutanlığının onayı olmadıkça değiştirilemezdi. Kısacası sıkıyönetim bölgelerinde, iç güvenlikle ilgili yetkiler, hem de çok geniş biçimde sıkıyönetim komutanlıklarına tanınmıştı.” demişti. Ardından da “Silahlı Kuvvetlerin ‘gücü yetmez’ denirken darbeden sonra 67 ilde birden nasıl gücünün yettiği” sorusunu ortaya atmıştı.


Yetmiyor denen yetkiler
Benzer ifadeler 2005 yılında Süleyman Demirel tarafından da dile getirildi. Demirel’e göre Kenan Evren, 4 Aralık 1979 tarihli Sıkıyönetim Koordinasyon Kurulu toplantısında, “Biz bu sıkıyönetimi başarıya ulaştıramadık. Olmadı. Yapamadık, bunaldık” demiş ve askerin yetki istediğini söylemişti. Demirel’in cevabı “Ne isterseniz vereceğim, kanun isteyin kanun vereyim. Yalnız şunları istemeyin: Takrir-i Sükûn, Tehcir, İstiklal Mahkemeleri ve Dersim Kanunu istemeyin” olmuştu. Demirel’e göre ‘askerlerin yetmiyor dedikleri yetkiler daha sonra kâfi gelmiş, 12 Eylül o yetkilerle yapılmıştı.’

Süleyman Demirel’in yıllar sonra, Kenan Evren’e, ‘11 Eylül günü akan kanın 13 Eylül’de ‘bıçak gibi’ nasıl kesildiğini’ sorduğunu ancak cevap alamadığını söylemişti.

Aslında ortada şaşılacak bir şey yoktu. Kenan Evren ve ekibinin amacı, şiddet olaylarını kontrol altına almak değil, bu olayları bahane ederek iktidara el koymaktı. Ancak bunun için halkın darbenin haklılığına inandırılması gerekiyordu.


Bekleyelim, neler olacak?
Nitekim, o yıllarda Adana Sıkıyönetim Başkanlığı yapan Korgeneral Nevzat Bölügiray, 2 Nisan 1980 günü Adana’ya gelen Kenan Evren ve bazı komutanların söylediklerinden, ‘müdahale’ye hazırlandıkları izlenimi edindiğini, adet yerini bulsun diye komutanların görüşlerinin alındığını anlatacaktı. Yıllar sonra Kenan Evren’den öğrendiğimize göre, Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bedrettin Demirel bir gün kendisine “Komutanım, müdahaleden başka çare yok... Uzatmayalım... Mecburuz... Şart” demiş, Evren’in buna cevabı “Daha yapacak çok iş var... Bekleyelim... Neler olacak, görelim.” Olmuştu. Bedreddin Demirel de bu görüşmeye atıfla “arkadaşlarımızın çoğu tam olgunlaşsın, millet tarafından tamamen tasvip edilsin dediler” diyecekti. Strateji o kadar başarılı olmuştu ki, sadece sıradan vatandaşlar değil, logosunda ‘Türkiye Türklerindir’ yazan büyük gazetenin genel yayın yönetmeni bile darbe olduğu gün, hayatı kurtuldu diye sevinçten ağlamıştı…

Bugün, toplumu kamplara bölme işi, ‘Kızılbaş’ ve ‘Komünist’ kavramlarıyla değil, esas olarak ‘Kürt’ kavramı üzerinden yapılıyor. O gazetenin logosunda ‘Türkiye Türklerindir’ yazmaya devam ediyor. Oy tabanı açısından kapana kısılmış olan MHP yine gerilim politikasına döndü. PKK da terör eylemleriyle bu sürece büyük katkıda bulunuyor. Belki birileri, yine bir şeylerin ‘olgunlaşmasını’ bekliyor. Neyse ki bu sefer Ergenekon’un kuyruğu yakalanmış durumda. Tamamını yakalayıncaya kadar mücadeleye devam etmek gerektiği açık.

Özet Kaynakça: H. Nedim Şahhüseyinoğlu, Yakın Tarihimizde Kitlesel Katliamlar, İtalik Yayınları, 1999; Ülkücü Komando Kampları/AP Hükümetinin 1970’te Hazırlattığı MHP Raporu, Kaynak Yayınları, 1997; Kenan Evren, Kenan Evren’in Anıları, 6 cilt, Milliyet Yayınları, 1991; Mehmet Ali Birand, Emret Komutanım, Milliyet Yayınları, 1986.

Not: Bu yazının Malatya, Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum olaylarının anlatıldığı bölümü, 13 Nisan 2008 tarihli “Tanrı Dağı Kadar Türk, Hıra Dağı Kadar Müslüman!” başlıklı yazımın içindeki bir bölümün biraz geliştirilmiş şeklidir.


Ayşe Hür/Taraf

Son Güncelleme Tarihi: 30 Ağustos 2010 15:28

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.