Kardeş katli ve Fatih Kanunnamesi

16 Şubat 2014 13:08 / 2006 kez okundu!

 

 

"Ve her kimesneye evladımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizam-ı alem içün katl etmek münasiptir. Ekser ulema dahi tecviz itmiştir. Anında amil olalar." (Fatih Kanunnamesi'nden.)


Geçen günlerde, kült dizi ‘Muhteşem Yüzyıl’da, Kanuni Sultan Süleyman’ın, öz oğlu Şehzade Mustafa’yı boğdurtması, olay sanki dün yaşanmış gibi heyecan ve üzüntü yarattı izleyicilerde. Hatta, Bursa’da bir vatandaşın, mahkemeye başvurarak “Şehzade Mustafa’ya itibarının iadesini, Kanuni’nin ise padişahlığının geri alınmasını” istediğini bile okudum gazetelerde. Ne Roboski katliamı, ne Gezi direnişi sırasında öldürülenler böyle bir etki yaratmamıştı belki de bu kişilerde. Demek ki toplumsal psikoloji açısından önemli bir olayla karşı karşıyaydık. Bunun üzerine kardeş (ve evlat) katlinin Fatih Sultan Mehmed dönemine kadarki tarihçesine ayırdım bu haftayı. 

 

Orhan Gazi’nin amcasını öldürmesi 


Âşıkpaşazade, Neşri ve Oruç Bey’e göre Osman Gazi’nin Şeyh Edebali’nin kızı Bala Hatun’dan doğma Alaaddin ile Kayı Boyu’ndan Ömer Bey’in kızı Malhatun’dan doğma Orhan adlı iki oğlu vardı. Osman Gazi daha hayattayken Orhan’ı veliaht tayin etmişti çünkü uzun süredir zorlu gut hastalığından mustaripti. (16. yüzyıl yazarı Gelibolulu Mustafa Ali ise üç oğlu olduğunu yazmıştı. Bunlardan birinin adını Savcı olarak vermişti. Yazara göre Savcı Domaniç’te şehit olmuştu. İsmail Hakkı Uzunçarşılı ise Orhan Bey Vakfiyesi’ne dayanarak Osman Bey’in Hamid, Alaaddin, Orhan, Melik, Çoban, Pazarlu adlı altı oğlu ile Fatma adlı bir kızının olduğunu söylüyor.) Osman Gazi öldüğünde (1324 veya 1326, tarih kesin değil), eski bir Türk geleneği uyarınca sözü geçen beyler, ileri gelenler toplanmış ve ‘sürünün çobanlığı’na (tabir buydu) Orhan Gazi’yi seçmişlerdi. Orhan’ın seçimden sonra, kardeşi Alaaddin’e, isterse devletin başına geçebileceğini söylediği ancak Alaaddin’in “Babamızın duası ve himmeti seninledir, onun içindir ki kendi zamanında askeri senin yanına vermişti. Şimdi çobanlık dahi senindir” diyerek teklifi reddettiği rivayet olunur. 

Orhan Gazi’nin ilk icraatı, başta tahtta gözü olan ama beyler meclisinin Orhan’ı seçmesi ve halkın da bu seçimi onaylaması üzerine bu iddiasından vazgeçen amcası Dündar’ı güya kaza sonucu okla öldürmek olacaktı. Böylece Osmanlı tarihçisi Neşrî’nin, ‘adet-i kadime’ dediği olayın ilk icrası gerçekleşmişti. 

 

I. Murad’ın kardeşlerini öldürtmesi 


Orhan Gazi’nin altı oğlu, bir kızı vardı. Kasım ve Eyüp, Orhan Gazi sağken ölmüş, geriye Süleyman, Murad, İbrahim ve Halil kalmıştı. Orhan Gazi veliaht olarak 12 yaşındaki oğlu Halil’i düşünüyordu. Ancak Halil 1357 yazında, Foça’da korsanlar tarafından kaçırıldı. Orhan Gazi, Bizans İmparatoru İoannes Paleologos’un da araya girmesiyle 30 bin Venedik altını fidye ödeyerek oğlunu kurtardı fakat oğlunu imparatorun elinden alamadı. Halil imparatorun küçük kızıyla nişanlanmıştı. Ancak, 1359’da Murat, ağabeyi ‘Rumeli Fatihi’ Süleyman Bey’in ani ölümü üzerine, lalası Şahin ile birlikte Rumeli’deki birliklerin başına geçti ve Bizans’a karşı savaş açtı. Böylece Murat’a taht yolu açıldı. Orhan Gazi, 1362’de öldüğünde Bizans’ın desteklediği Halil, İbrahim ve Murad tahtı ele geçirmek için harekete geçtiler. Annesi Yarhisar Tekfuru’nun kızı Holofira (sonra Nilüfer Hatun oldu) olan Murad, Kadı Çandarlı Halil’in yardımıyla tahta çıktı ve kardeşleri İbrahim ile Halil’i öldürttü. 1365’te Biga’yı zapt ettiğinde abisi Süleyman Bey’in oğlu Melik Nasır’ı da öldürttü. O tarihe kadar sancak beylikleri hükümdarın kardeşlerine ya da oğullarına verilirdi. Ama I. Murad’ın çocukları çok küçük olduğu ve kardeşlerini de öldürttüğü için, ilk kez hanedan dışı bir kişi olan Lala Şahin Paşa ‘beylerbeyi’ unvanıyla ordukomutanlığına, Bursa Kadısı Çandarlı Kara Halil Paşa da kazaskerliğe getirildi. I. Murad, 28 Haziran 1389 günü, Kosova Savaşı’nı kazandıktan hemen sonra, bir Sırp askeri tarafından hançerlenerek öldürüldü. Bayezid’i destekleyen gaziler, bu ölümü kimseye duyurmamak için, cesedin üstüne bir çadır kurdu. Bu çadıra Murad’ın oğlu Yakub’u davet ettiler. Ve Yakub’u oracıkta boğdular. Amaçları ‘devletin bekası’ idi. Diğer kardeş, daha 1373’te, Bizans tahtının veliahtı Andronikos ile işbirliği yaparak devlete isyan ettiği gerekçesiyle, yıllarca takip edilmiş, 1385’te Dimetoka’da önce gözlerine mil çekilmiş sonra da öldürülmüştü. (Aynı ceza Konstantinopolis’e götürülen Andronikos’a da verilmişti. Ancak Andronikos daha şanslıydı, gözleri tam olarak kör olmamıştı. Bu arada bu cezanın İslam hukukuna göre yasak olduğunu belirtelim.) Doğal olarak tahta, tek varis olan Bayezid geçti. 

 

Fetret Dönemi 


Tarihe Yıldırım Bayezid olarak geçen yeni padişahın tam sekiz oğlu bir kızı (Fatma) vardı. I. Bayezid, 1402’de Ankara Savaşı’nda Aksak Timur’a yenilince, oğullardan İsa, Süleyman, Musa ve Mehmet arasında taht kavgası başladı. (Oğullardan üçü daha önce ölmüştü. Bayezid 1403’te esarette ölünce, Mustafa adlı oğlu Timur tarafından Semerkand’a götürülmüştü.) 11 yıl süren Fetret Dönemi’ne, Bayezid’in Germiyanoğullarından Devlet Hatun adlı cariyesinden olan oğlu Çelebi (I.) Mehmed son verdi. Çelebi Mehmed’in ilk işi ağabeyi Süleyman’ın oğlunun gözlerine mil çektirmek, Timur’un ölümünden sonra Anadolu’ya dönen kardeşi Mustafa’yı Bizans’a rehin vermek oldu. 

Çelebi Mehmed’in 18 oğlu, dört kızı vardı. Oğullardan sekizinin adı biliniyor. Sekizinden de dördünün hikâyesi biliniyor. Mehmed veliaht olarak büyük oğlu Murad’ı seçmişti. Murad Edirne’de hüküm sürerken, diğer oğlu Mustafa da Anadolu’dan sorumlu olacaktı. İki küçük oğlunu ise taht kavgalarına karışmasınlar diye Bizans sarayına gönderecekti. 

Çelebi Mehmed, 1421’de attan düşüp öldüğünde, Düzmece Mustafa’nın tahtta hak iddia etmesinden korkularak, ölümü tam 41 gün gizlendi. Rivayete göre, durumdan kuşkuya düşen askerleri yatıştırmak için Çelebi Mehmed’in ölüsüne kaftan, sarık giydirilip bir pencere önüne oturtulmuş, önünden askerler geçerken, elleri kolları oynatılmıştı. 

(II.) Murad tahta geçtiğinde, küçük kardeşlerini Bizans’a rehin vermekten vazgeçti. Ama hemen sevinmeyelim, bunun yerine gözlerine mil çektirerek saf dışı etti. Bunun üzerine Bizans İmparatoru II. Manuel amcası Düzmece Mustafa’yı hapis olduğu Limni Adası’ndan salıverdi. Üstüne üstlük, Murad’ın kardeşi Mustafa da isyan etmez mi? Ancak II. Murad her iki Mustafa’yı da yenmeyi (öldürmeyi) başardı. 

II. Murad’ın altı oğlu, üç kızı (Hatice, Fatma, Şehzade) vardı. Oğullardan beşi çeşitli tarihlerde ölmüş, geride sadece gayrimüslim bir köle olduğu sanılan Hüma Hatun’dan doğma Mehmed kalmıştı. (Mehmed’i üvey annesi Sırp Despina Hatun yetiştirmişti.) II. Murad, Mehmed’in tahta geçmesi için kendi rızasıyla tahttan çekildi. (Bu Osmanlı tarihinde ilk ve son kez olacaktı.) Ama Haçlı ordularıyla yapılan 1444 Varna ve 1448 Kosova savaşlarının neden olduğu kargaşa ve güvensizlik günlerinde, Çandarlı Kara Halil Paşa, bir Yeniçeri isyanı tertipleyerek II. Murad’ı tekrar tahta geçirdi. Ama bu ikinci dönem kısa sürdü, 1451’de Murad’ın ölümü üzerine oğlu Mehmet tekrar tahta geçti. 

 

Fatih’in ilk işi 


II. Mehmed, hanedan üyelerine yönelik ilk öldürme olayını, daha Bizans’ın başkenti Konstantinopolis’in fethine hazırlık yaparken gerçekleştirmişti. Halil İnalcık’a göre Orhan adlı bu talihsiz, I. Bayezid’in torunuydu.) Fetih’ten sonra Fatih unvanını alan II. Mehmed, küçük kardeşi Ahmet’i de ‘nizam-ı âlem içün salik-i dar-ı ahret’ kıldı yani öldürttü. Böylece ilk kez, taht kavgasına karışmayan, yani suçsuz olan bir kardeş öldürülmüştü. 

Ve nihayet Fatih, saltanatının son yıllarında yürürlüğe koyduğu ünlü Kanunnamesi’ne kardeş katlini meşrulaştıran şu maddeyi koydurttu: “Ve her kimesneye evladımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizam-ı alem içün katl etmek münasiptir. Ekser ulema dahi tecviz itmiştir. Anında amil olalar.” Ama bu madde de taht kavgalarına engel olamadı, çünkü madde ancak tahta geçildikten sonra yapılacak şeyi tarif ediyordu. ‘Her kimesneye saltanat müyesser ola’ ifadesi, Halil İnalcık’a göre, eski Türk geleneklerine bağlılığın sürdüğünü, saltanatın Allah’ın takdirine bırakıldığını anlatıyordu. Erdoğan Aydın’a göre ise “orman kanununu devletin yasası yapmış, kimin ordusu daha çok, danışmanları da kurnaz ve asıl önemlisi saraydaki devşirme hizibi daha güçlü ise onun kazandığı, ama sonucu bir dizi savaş ve ahlaki kirlenme olan bir geleneği devlet düzeyinde kutsamıştır.” 

 

Şeriatla örfün evliliği 


O tarihe kadar devlet şeriata göre yönetiliyordu. Fatih’in bir kanunname yazması bu açıdan çok önemli bir yenilikti, hatta devrimdi. Dönemin tarihcisi Tursun Bey bu devrimi dine göre meşrulaştırmak için kökü Farabi’ye kadar giden şu açıklamayı yapmıştı: “İnsanlar en akıllı yaratıklardır. Tabiatları gereğince toplum halinde yaşarlar. Bu hayatı sürdürebilmek için karşılıklı yardıma ve bunu sağlayacak tedbirlere ihtiyaç vardır. Bu tedbirler düzenin esasıdır. İşte bu çeşit tedbirlere siyaset denir ve siyaset iki çeşittir: 1. Tedbir, hikmet esasına göre olursa ona Siyaset-i İlahi denir ki şeriattan ibarettir. 2. Tedbir, akıl esasına göre olursa, ona Siyaset-i Sultani veya Yasag-ı Padişahi denir. Urefamızca bunun adı örftür. Cengiz Han Yasası buna örnektir. Bu her iki siyasetin varlığı padişahın vücunuda bağlıdır. En önemli siyaset ikincisidir (…) Bu yüzden Allah, padişaha itaati büyük küçük herkese farz kılmıştır. Allah’ın zatına mahsus sıfatlar onda tezahür eder…” Bu formülasyon sayesinde padişahın koyduğu hükümler şer’i hükümler gibi kutsal oluyordu. Ancak Kanunname’nin ‘kardeş katline cevaz veren hükmü, Şeriat’ın bile gerisindeydi, çünkü Şer’i hukuka göre suçsuz bir insana ceza vermesi mümkün değildi. Halbuki Kanunname’ye göre, ‘nizam-ı alem’ için gibi gayet muğlak ve soyut bir nedenle suçsuz kişilerin, ilerde suç işleyebileceği varsayılarak, öldürülmesi mümkün kılınmıştı. 

Bu garip durumu açıklamakta zorluk çeken Osmanlıperest yazarlar, önce bu bu hükmün sahte olduğunu iddia ettiler. Ancak bu iddiaları çürütülünce, bu hüküm sayesinde Osmanlı İmparatorluğu’nun, Avrupa’daki imparatorluklar birer birer dağılırken, ayakta kalmayı başardığını savundular. Halbuki bu yazarların Avrupa’da dağılma diye adlandırdıkları şey, Rönesans, Reform, sanayi ve teknoloji devrimi ve bunların adeta zorunluluk haline getirdiği uluslaşma sürecine sıçrama idi, yani gerileme değil, bugün de gayet iyi fark ettiğimiz gibi bir ilerleme idi. Kaldı ki, bir imparatorluğun dağılmasının tek nedeni hanedan çatışmaları olamazdı.

 

Cem Sultan olayı 


Fatih’in üç oğlu, bir kızı (Gevher) vardı: Bayezid, Mustafa ve Cem. Bunlardan Mustafa ölünce geriye iki veliaht adayı kalmıştı. Kimi yazarlara göre Fatih’in gönlü Cem’den yanaydı. Fatih, 27 Nisan 1481 günü bilinmeyen bir yere sefere giderken Gebze civarında aniden hastalandı (büyük ihtimalle zehirlenmişti) ve 3-4 gün içinde acılar içinde kıvranarak öldü. Ölüsü tam 11 gün herhangi bir işlem yapılmadan sarayda bekletildi. Çünkü ateşli bir taht kavgası başlamıştı. Yeniçerilerin ve devşirme hizbinin temsilcisi İshak Paşa Bayezid’i, Anadolu beylerinin temsilcisi Karamani Paşa ise Cem’i destekliyordu. Bu saflaşmanın nedeni muhtemelen Yeniçerilerin Fatih’in durmak bilmeyen fetih seferlerinden yorgun düşmesi, Cem’in de babası gibi fetihçi olmasından endişe etmeleriydi. Ayrıca Fatih ağır vergilerle halkı, vakıf mallarına el koymakla dindar çevreleri küstürmüştü. Ancak, İshak Paşa Yeniçerilere Karamani Paşa’yı öldürtünce tahta kimin çıkacağı belli oldu. Nihayet, Fatih’in cesedinin başında mum yakıldı, iç organları çıkarılıp vücudu ilaçlandı. Bayezid Amasya’dan İstanbul’a gelinceye kadar Bayezid’in oğlu Korkut tahta geçerek sükûneti sağladı. Bayezid İstanbul’a gelince de (ölümünden 18 gün sonra) Fatih gömüldü. Kardeşi Bayezid’le girdiği taht kavgasını kaybeden Cem, ailesini yanına alarak Adana, Halep, Kahire ve nihayet Mekke’ye gitti. Böylece Osmanlı hanedan üyeleri arasında hacca giden ilk kişi oldu. Ardından geri dönüp Konya’yı kuşattı ama etrafının Bayezid’in orduları tarafından sarıldığını anlayınca 29 Temmuz 1482’de Rodos’taki Saint Jean Şövalyeleri’ne sığındı. Anlaşmaya göre, II. Bayezid Cem’in masrafları için şövalyelere her yıl 45 bin düka altın verecekti. Ama Cem anlaşma yapılırken çoktan Rodos’tan Fransa’ya (Nice’e) gönderilmişti bile. Altı yıl, üç ay, 26 gün Fransa’da hapis hayatı yaşadıktan sonra İtalya’ya gönderilen Cem, ömrünün son beş yılını Vatikan’da iki papanın (VIII. Innocent ve VI. Alexander) himayesinde (daha doğrusu esaretinde) geçirdi. 

 

Papalık’la Osmanlı arasında 


Bu yıllarda ne Cem tahtta hak iddia etmekten geri durdu, ne Papalık ve Macaristan Krallığı Cem’i kullanarak Osmanlı Devleti’ni tehdit etmekten, ne de II. Bayezid Cem’i öldürmeye teşebbüs etmekten… Cem’in nasıl öldüğü tam olarak bilinmiyor ama ne zaman ve nerede öldüğü biliniyor. 1495’te Fransa Kralı VIII. Charles, İtalya’yı işgal etmiş, ülkesine dönerken de Cem’i yanında rehin olarak götürmek istemişti. O sırada rahatsızlanarak yüzü gözü şişen Cem, Papa tarafından Charles’ın birlikleriyle buluşmak üzere yola çıkarılmış ancak 24- 25 Şubat 1495’te Napoli’de son nefesini vermişti. Tarihçiler Âşıkpaşazade ve Hoca Saadettin’e göre Papa tarafından gönderilen bir berberin zehirli ustura ile tıraş etmesi sonunda yavaş yavaş ölmüştü. Solakzade’ye göre ise İstanbul’dan gönderilen Kapıcıbaşı Mustafa adlı berberin usturasından zehirlenmişti. Öldüğünde 36 yaşındaydı. Ölüm haberi İstanbul’a ulaştığında II. Bayezid’in çok üzüldüğü söylenir. Dört yıl süren pazarlıklardan sonra, Cem’in naaşı 1499’da Bursa’da kardeşi Mustafa’nın yanına defnedildi. 

İşte, Kanuni Sultan Süleyman’ın Şehzade Mustafa’yı ve daha nice evladını katletmesinin ardında böyle bir tarihçe yatıyor…

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Özet Kaynakça: Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu, Eren Yayıncılık, 1996; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, TTK Yayınları, 1982; Necdet Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları, Oğlak Yayınları, 1999; Osmanlı Beyliği (1300-1389), Yayına Hazırlayan: Elizabeth A. Zachariadou, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1992; Tevarih-i Al-i Osman, Yayına Hazırlayanlar: F. Giese-Nihat Azamat, Marmara Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1992; Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Yayına Hazırlayan: Nihal Atsız, 1000 Temel Eser, 1970; Hoca Sadeddin Efendi, Tacü’t-Tevarih, Sadeleştiren: İsmet Parmaksızoğlu, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Yayınları, 1974; Erdoğan Aydın, Fatih ve Fetih, Mitler ve Gerçekler, Kırmızı Yayınları, 2008; Müzeyyen Mazlum, “Osmanlı Kaynaklarına Göre II. Bayezid-Cem Mücadelesi ve Osmanlı Devleti’nin Dış Politikasına Etkileri”, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde 2006 yılında kabul edilmiş yüksek lisans tezi. (Fotoğrafın alındığı kaynak: Edhem Eldem, İstanbul’da Ölüm, Osmanlı-İslam Kültüründe Ölüm ve Ritüelleri, Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, 2005.)

 

Ayşe HÜR

Radikal, 16.02.2014

 

Son Güncelleme Tarihi: 18 Şubat 2014 13:11

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.