'Evveli Þam, ahiri Þam!'

08 Ekim 2012 12:35 / 1455 kez okundu!

 


'Emeviye Camii'nde namaz kýlma' hayalleri görenlere, 20. Yüzyýlýn baþýndan iki savaþý hatýrlatmak istiyorum...


Baþlýk, Müslümanlarýn bir zamanlar Þam’dan çýktýðý ve bir gün Þam’da toplanacaðý inancýný ifade eden çok eski bir halk deyimi. Bu deyimi icat edenlerin aklýna gelen bir þey midir bilmem ama ne yazýk ki Suriye ile savaþýn eþiðine geldik. TBMM, 320 oyla Suriye’ye müdahaleyi olanaklý kýlan tezkereyi kabul ettikten sonra, internette baþlýktaki deyimin “Fitnenin evveli Þam, ahiri Þam” haline döndüðünü gördüm. Birileri Baþbakan Erdoðan’ýn ‘Þam Fatihi’ olmasýndan, “Þam’daki Emeviye Camii’nde cuma namazý kýlmanýn yakýn olduðundan” söz ediyor. “Hazýr ol cenge, sulh-u salât istiyorsan!” diyen Baþbakan, tezkereye karþý çýkanlarýn tarih karþýsýnda vebal altýnda olduðunu söyledi. Ben bu kiþilerden biriyim çünkü dünya yüzündeki bütün anlaþmazlýklarýn iyi niyetli ve ýsrarlý müzakerelerle halledileceðine inanýyorum. Savaþýn sorunlarý çözmek bir yana, daha çok sorun, daha çok kan, daha çok gözyaþýna neden olacaðýný tarihten biliyorum. Ancak Ruanda, Bosna, Kosova örneklerinden biliyorum ki, katliamlar, soykýrýmlar gibi durumlarda sýrf insani nedenlerle, ulus-devletlerin içiþlerine müdahale etmek gerekebiliyor. Ama yine Afganistan, Irak, Libya örneklerinden de biliyorum ki, ‘müdahale gücü’nün niteliði çok önemli. Bu güç, uluslar üstü olmalý, dürüst, adil, tarafsýz, hesap verebilir olmalý; müdahalenin her aþamasý dikkatle planlanmalý. Dünyada maalesef bu kriterlere uyan bir müdahale gücü yok. “O zaman (Suriye özelinde) bu iþi Türkiye üstlenmeli” diyenlere, þunlarý hatýrlatmak isterim: Türkiye’nin kendi insan haklarý sicili gayet bozuk. Baþta 40 bin cana mal olmuþ Kürt meselesi olmak üzere, Alevi, gayrimüslim, vb. bir dizi meselesini halledememiþ bir ülkenin, baþka ülkelere insan haklarý dersi vermesi inandýrýcý deðil. Nitekim Türkiye, bugüne dek Ýran, Bahreyn, Suudi Arabistan gibi insan haklarý ihlallerinde tescilli ülkelere kayýtsýz kaldý. Dahasý, Türkiye, Suriye’deki iç savaþý kýþkýrtanlarýn arasýnda, belki de baþýnda. Dolayýsýyla Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi iç savaþýn daha da þiddetlenmesine, hatta bölgeyi de kapsayan Sünni-Þii çatýþmasýna çevrilmesine neden olabilir. Kaldý ki, rejimin deðiþmesinden sonra ortaya demokratik bir Suriye çýkacaðý da çok þüpheli. Bu yüzden Türkiye’nin Suriye politikasýný desteklemiyorum. Vebali neyse razýyým. Bu hafta “Emeviye Camii’nde namaz kýlma” hayalleri görenlere, 20. yüzyýlýn baþýndan itibaren “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olduðumuz” iki savaþý hatýrlatmak istiyorum.

Osmanlý Ýmparatorluðu için ‘sonun baþlangýcý’ olan Balkan Savaþlarý’nýn iþaret fiþeði 1912 yýlýnýn mart ayýnda Bulgarlar, Sýrplar ve Yunanlýlar arasýnda oluþturulan ‘Balkan Ligi’ne Karadað’ýn katýlmasýyla atýlmýþtý. Ayný yýlýn aðustos ve eylül aylarýnda Balkanlar’daki Müslüman ahaliye yönelik komitacý saldýrýlarýna Osmanlý Ýmparatorluðu çok sert karþýlýk verince, Ýtalya ve Karadað’ýn tahrikleriyle Arnavutlar ayaklanmýþtý. Ýstanbul’da yayýmlanan gazetelerde 1 Ekim 1912’den beri “Harp istiyoruz”, “Artýk söz silahlarýndýr”, “Osmanlý demek asker demektir”, “Yaþasýn ordu, yaþasýn harp”, “Arþ Osmanlýlar Tuna hattýna” baþlýklý haberler yayýmlanýyordu. Ýttihatçý asker ve sivil gençler Ziya Gökalp’in “Önde bayrak, elde süngü, kalpte Tanrý, biz/Dünyaya hâkim olmak isteriz/Mabedimiz Türk Ocaðý, Kâbe’miz de yüce, parlak/Turandýr hep ancak” türünden dizelerini okuyarak aþka geliyorlar, Darülfünun öðrencileri Babýâli ve Saray önlerinde savaþ yanlýsý nümayiþler yapýyorlardý. Halk, bir dizi askeri ve diplomatik muharebeden sonra Ýtalyanlarýn el koyduðu Trablusgarp’ýn intikamýný alma umuduyla, baðýþlar topluyor, siyasilere tüm güçleriyle destek veriyordu.

Düþman ordularý Çatalca’da

Karadað 8 Ekim 1912’de Osmanlý Ýmparatorluðu’na savaþ ilan etti. 17 Ekim 1912 günü Bulgaristan ve Sýrbistan; 19 Ekim 1912 günü ise Yunanistan savaþa girdi. Osmanlý Ýmparatorluðu, Balkanlar’da iki ordu ile savaþtý. Sýrplara karþý mevzilenen Garp (Batý) Ordusu bir varlýk gösteremedi. 23-24 Ekim 1912’de Kumanova’da yenilgiye uðrayan ordu Manastýr’a çekildi. Sýrplar Üsküp’e girdiler. Bu arada Yunan ordusu tek kurþun atmadan Selanik’i teslim aldý. Bozcaada, Limni, Samotraki ve Taþoz adalarý Yunan donanmasýna direnemedi. Adalarýn yitirilmesiyle Osmanlý Ýmparatorluðu’nun Makedonya ile denizden baðlantýsý koptu. Nihayet Karadaðlýlar Ýþkodra’yý kuþattýlar.

Bulgarlara karþý mevzilenen Þark (Doðu) Ordusu da ekim sonlarýnda bozguna uðradý ve Lüleburgaz’a doðru çekildi. Ordu burada da tutunamayarak Çatalca’ya kadar geriledi. 17-19 Kasým 1912 günleri uçurumun kenarýndan dönüldü ve Bulgarlar Çatalca’da durduruldu. O günlerde henüz Trablusgarp’tan ayrýlmamýþ olan Binbaþý Enver Bey ve þürekâsý, Þeyh Senusi’nin manevi nüfuzunda “Müslüman Afrika Devletleri Grubu” kurma hayalleri ile önlerindeki haritalarda Müslüman Afrika ülkelerini aralarýnda paylaþýyorlardý. Çatalca faciasý apar topar Ýstanbul’a dönmelerine neden olacaktý.

Rumeli’nin ebediyen kaybý

Savaþýn ilk evresinde ortaya çýkan fiili durumu hukuki çerçeveye kavuþturmak için 17 Aralýk 1912’de Londra’da bir konferans toplandý. Bir dizi görüþme sonrasýnda Arnavutluk’un baðýmsýzlýðý tanýndý, Girit Adasý Yunanistan’a býrakýldý. Edirne ise Bulgaristan’la çizilen yeni sýnýrýn öte yakasýnda kaldý. Ancak Makedonya’nýn paylaþýmý bu kadar kolay olmadý. Sonunda, Arnavutluk ve Makedonya’yý kontrol etmek isteyen Rusya, Ýtalya ve Avusturya-Macaristan Ýmparatorluðu’nun desteðindeki Balkan ülkeleri yeniden birbirlerine girdiler. 29-30 Haziran 1913 gecesi Bulgar ordularýnýn Sýrbistan ve Yunanistan ordularýna saldýrmasýyla Balkan Harbi’nin ikinci evresi baþladý.

Ancak ‘evdeki hesap çarþýya uymadý’ ve Bulgar ordularý yenilgiye uðradý. Yunan ordusu Kavala’yý geri alýrken, Romanya Bulgar Dobrucasý’na girdi. Osmanlý Ýmparatorluðu da Edirne’yi geri aldý. Ama hepsi buydu. Savaþ bittiðinde Osmanlý Ýmparatorluðu ordusunun neredeyse yarýsýný, tüm topraklarýnýn üçte birini, nüfusunun beþte birini, Rumeli’nin yüzde 89’unu, Rumeli nüfusunun yüzde 69’unu (ölü veya diri) kaybetmiþ, dolayýsýyla sadece küçülmekle kalmayýp, bir ‘Avrupa devleti’ olma niteliðini yitirmiþti.

‘Osmanlý ordusu adeta bir sel gibi geriye akýyordu’

Birinci Balkan Savaþý sýrasýnda Bulgarlara karþý savaþan Þark Ordusu’nun harekâtýný izleyen Fransýz Le Matin gazetesinin baþyazarý durumu þöyle tasvir ediyordu:

“Lüleburgaz harbi dört günden beri devam ediyordu (…) Bu dört gün içinde Abdullah Paþa umumi karargâhý olan Sakýz Köyü’nde küçük bir evde kapanmýþ kalmýþtý. 29 Ekim akþamý Deyli Telgraf gazetesinin harp muhabiri Þmit Bartlet, uzun gezileri arasýnda kendisini orada tesadüfen buldu. Baþkumandan açlýktan ölüyordu. Emir subaylarý, evin fakir bahçesindeki topraklarý adeta týrnaklariyle kazarak bir iki mýsýr kökü çýkarmaya çalýþýyorlardý. Bu kökleri bir parça unla bulamaç gibi piþiriyorlardý. Ýþte 175 bin kiþiye kumanda eden zatýn bütün yiyeceði buydu. Þmit Bartlet acýdý. Yanýndaki birkaç kutu konserveyi verdi. Üç gün mütemadiyen paþayý besledi. Abdullah Paþa: - Siz olmasaydýnýz ayakta duramýyacaktým, demiþtir. (…) Kaldý ki, Osmanlý Ordusu Baþkumandaný yiyecek bulamadýðý gibi haber de alamýyordu. Denilebilir ki, harbin devam ettiði dört gün zarfýnda ne olup ne bittiðinden hiç haber alamamýþtýr. (…) Abdullah Paþa neden sonra verdiði emrin yanlýþlýðýný anlayarak onun aksine emir gönderdi ama iþ iþten geçmiþti. Ýkinci Kolordu dört günden beri harb içinde idi. 24 saattir hiçbir þey yememiþti. Hemen yüzgeri etti ve askerler, arkadaþlarýnýn cesetleriyle örtülmüþ çamurlu tarlalar boyunca çekilmeye baþladýlar. Bir daha da savunma hattý kuramadýlar. 31 Ekim akþama doðru Osmanlý ordusu adeta bir sel gibi geriye akýyordu. Ordu namýna ovada, çeþitli yollardan, yolsuz bölgelerden Çatalca’ya doðru akýp giden kaçaklar dalgalarýndan baþka bir þey kalmamýþtý. Topçular toplarýný, cephane sandýklarýný býrakýyorlardý. Mekkareciler hayvanlarýný terk ediyorlardý, yahut biraz et yemek için kendi hayvanlarýný öldürüyorlardý…” (Aktaran Þevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Cilt I, Remzi Kitabevi, 1999, s. 156-157.)

Cihan Harbi’ne nasýl girdik?

1914 yýlýna girildiðinde havada yine savaþ bulutlarý dolaþýyordu. Almanya’da Pan Germenistler, Rusya’da Pan Slavistler, Fransa’da Ýntikamcýlar, Ýtalya’da Ýrredendistler, Britanya’da Ýmparatorlukçular Avrupa’yý savaþýn eþiðine getirmiþlerdi. Ýþ bahane bulmaya kalmýþtý. Kývýlcýmý 28 Haziran 1914’te Almanya’nýn müttefiki Avusturya-Macaristan Ýmparatorluðu Veliahtý Franz Ferdinand ve karýsýnýn Princip adlý bir Sýrp milliyetçisi tarafýndan öldürülmesi çaktý. Sýrbistan’ýn özrünü yeterli görmeyen Avusturya-Macaristan 28 Temmuz’da Sýrbistan’ýn baþkenti Belgrad’ý bombaladý, 31 Temmuz’da Rusya seferberlik ilan etti, 1 Aðustos’ta Almanya Rusya’ya savaþ açtý. 3 Aðustos’ta Almanya Fransa’ya, 5 Aðustos’ta da Britanya Almanya’ya savaþ açýnca eski tabirle ‘Cihan Harbi’ baþlamýþ oldu.

Ýttihatçý paþalar, Britanya, Rusya ve Fransa nezdinde nabýz yokladýktan sonra, Trablusgarp ve Balkan hezimetlerini Orta Asya içlerine uzanan ‘Büyük Turan’ ile telafi etmek (ve de hazinenin acil nakit ihtiyacýný çözmek için) Almanya’nýn yanýnda katýlmaya karar verdiler. 2 Aðustos 1914’te, Sadrazam ve Hariciye Nazýrý Said Halim Paþa’nýn yalýsýnda toplanan Alman Büyükelçisi Baron von Wangenheim, Harbiye Nazýrý Enver Paþa, Dahiliye Nazýrý Talât Paþa ve Meclis-i Mebusan Baþkaný Halil (Menteþe) Bey gizli bir anlaþma imzaladýlar. Benzer bir anlaþma Said Halim Paþa’nýn aracýlýðýyla Avusturya Sefiri Pallivicini ile de imzalandý. Eðer Ýttihatçý liderlere inanmak gerekirse, antlaþmadan bu kiþiler dýþýnda kimsenin, örneðin Maliye Nazýrý Cavid Bey’le, Harbiye Nazýrý Cemal Paþa’nýn, hatta Þeyhülislam Hayri Efendi ile Padiþah V. Mehmed’in bile haberi yoktu!

Ýbn-i Haldun’dan dersler

Ev sahibi Said Halim Paþa daha önce, Ýttihatçý liderlere Ýbn-i Haldun’un tarih felsefesini hatýrlatarak þu uyarýyý yapmýþtý: “Turan ve Mýsýr fütuhatý (fetihleri), Trablus, Tunus, Cezayir vesaire gibi âmâli (emelleri) rica ederim býrakalým. Biliyorsunuz ki her milletin üç devri vardýr. Fütuhat (fetih) devri, Tevakkuf (durma) devri, Ýnhitat (çökme) devri. Binaenaleyh inþallah bizimki ‘devr-i inhitat’ deðildir, fakat herhalde ‘fütuhat devri’ (fetihler devri) olmadýðý da bellidir ve devrimiz ‘devr-i tevakkuf’tur. Hudutlarýmýzý muhafaza edelim, bu suretle bitaraf (tarafsýz) kalýrýz. Memleketi harp felaketinden kurtarmak için hiç olmazsa fiilen bitaraf kalalým, tecavüz ve taarruz etmeyelim. Bu suretle bitaraflýðýmýzý muhafaza etmiþ oluruz ve memleket de harp felaketinden kurtulur…” Ancak bu sözler muhataplarý tarafýndan alaycý bir ifadeyle dinlenmiþti.

16 Aðustos 1914 günü Alman Amiral Souchon’un kumandasýnda, Ýtalya’nýn Messina Limaný’nda bekleyen Alman savaþ gemileri Goeben ve Breslau Ýstanbul’a getirildi. Gemiler “80 milyon marka satýn alýnmýþ gibi yapýlarak” Osmanlý donanmasýna katýldý. Goeben gemisine, ‘Yavuz Sultan Selim’ (kýsaca ‘Yavuz’), Breslau’ya ise ‘Midilli’ adý verilerek Souchon’un yönetimine teslim edildi. Mürettebata Osmanlý askerleri katýldý, Alman askerlerine fes giydirildi, göndere Osmanlý bayraðý çekildi. Almanya’dan gelecek 5 milyon altýnýn ilk partisi Ýstanbul’a ulaþtýktan sonra, 29/30 Ekim’de Rusya’nýn Sivastopol ve Odessa limanlarý topa tutuldu. Bütün bunlar olurken Alman görevlilerin baþkanlýðýndaki Teþkilat-ý Mahsusa elemanlarý Erzurum’a ve Trabzon’a gönderilmiþler, cezaevlerinden salýnan mahkûmlar ve Gürcü sabotajcýlar, Arhavi’den Rusya’ya sýzmýþlar ve sabotajlara baþlamýþlardý. En sonunda tahrikler meyvesini verdi. 4 Kasým’da Rusya, 5 Kasým’da da Britanya ve Fransa Osmanlý Ýmparatorluðu’na savaþ ilan ettiler. Britanya ayrýca 1878’de II. Abdülhamid tarafýndan kiraya verilen Kýbrýs’ý ilhak etti.

Osmanlý Ýmparatorluðu, savaþ boyunca 10 cephede (Kafkasya, Irak, Filistin-Suriye, Çanakkale, Galiçya, Makedonya, Romanya, Hicaz-Yemen, Ýran ve Libya’da) savaþtý. Çanakkale dýþýndaki tüm cephelerde yenildi. Savaþ sýrasýnda Osmanlý ordusunda 2.608.000 kiþi silah altýna alýndý, bunlardan 325 bini öldü, 400 bini yaralandý, 200 bini esir düþtü, 1.360.000’ý hastalandý, kayboldu, firar etti. Osmanlý Ýmparatorluðu 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi ile teslim bayraðýný çekti. Mütarekenin ardýndan Osmanlý ordularý terhis edildi, Ýtilaf Devletleri, önce ülkenin dört bir yanýna asker çýkardýlar. Ardýndan Ýstanbul’u iþgal ettiler, Meclis’i kapattýlar…

Sonrasýný hepimiz biliyoruz. Dört kýtaya yayýlmýþ Osmanlý Ýmparatorluðu’ndan dört yýllýk mücadele sonrasýnda, Anadolu’ya sýkýþmýþ küçücük Türkiye Cumhuriyeti kaldý. ‘Þam Fatihi’ olma hayali kuranlara bu tarihçeyi naçizane hatýrlatýrým…

Özet Kaynakça: Richard Hall, Balkan Savaþý, Homer Kitabevi, 2003; Sacit Kutlu, Milliyetçilik ve Emperyalizm Yüzyýlýnda Balkanlar ve Osmanlý Devleti, Bilgi Üniversitesi Yayýnlarý, Ýstanbul, 2007; Ali Ýhsan Sabis, Harp Hatýralarým, Nehir Yayýnlarý, 1991; Kâzým Karabekir, Cihan Harbine Neden Girdik, Nasýl Girdik, Nasýl Ýdare Ettik, C.2, Emre Yayýnlarý, 1994; Rahmi Apak, Yetmiþlik Bir Subayýn Hatýralarý, TTK Yayýnlarý, 1988.


Ayþe HÜR

Radikal, 07.10.2012


 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaþ
0
Yorumlar
Uyarý

Yorum yazabilmek için üye olmalý ve oturum açmalýsýnýz.

Eðer sitemize üye deðilseniz buraya týklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eðer üye iseniz oturum açmak için buraya týklayýn.