Ege ve Akdeniz’de garip savaşlar

25 Eylül 2011 10:58 / 1990 kez okundu!

 


Haftanın yazısı Kıbrıs Cumhuriyeti ile yaşadığımız kıta sahanlığı çatışmasına dair...


“Kıta sahanlığı” bir kıyı devletinin kıyıdan hemen sonra başlayan sualtı alanı demek. 1910 yılında yabancı balıkçılar tarafından deniz kaynakları talan edilen Portekiz’in şikâyetinden beri uluslararası hukukun konusu olan kıta sahanlığı terimi, günümüzde bu alanın temel metinleri olan 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi ve 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne ve bunların alt protokollerine göre kıyıdaş ülkenin topraklarından deniz tabanına doğru 200 metre derinliğinde, ortalama 75 mil genişliğinde bir şeridi kapsıyor. Ancak dünya pratiğinde derinlik 135 ila 600 metre arasında değişirken, genişlik ise Sibirya örneğinde olduğu gibi 700 kilometreye kadar çıkıyor.

Savaş değil uzlaşma
1960’lardan itibaren pek çok ülke kıta sahanlığı yüzünden çatıştılar ama bütün çatışmalar Uluslararası Hakem (Tahkim) Mahkemesi aracılığıyla barışçıl biçimde çözüldü. Çözemeyen iki ülke ise Türkiye ile Yunanistan. İki ülke arasındaki kıta sahanlığı anlaşmazlığının 40 yıllık tarihçesi var. Yunanistan’ın 1961’den beri hidrokarbon ve petrol yatakları bakımından zengin olduğu söylenen Kuzey Ege’de araştırmalar yapması ve keşfedilen madenlerin işletilmesi için yabancı şirketlere izin vermesi üzerine Kıbrıs yüzünden Yunanistan’a kızgın olan Türkiye 18 Ekim 1973’te Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) bir bölümü Yunanistan kıta sahanlığı ile örtüşen bölgelerle ilgili 27 adet petrol arama ruhsatı vermişti. Taraflar arasında nota değişimi sürerken Çandarlı gemisi 32 savaş gemisinin eşliğinde Ege’ye açılmıştı. İşe savaş gemileri karışınca Yunanistan ve uluslararası toplum endişelenmiş, Türkiye’nin buna cevabı arama sahasını genişletmek olmuştu. İlişkiler 20 Temmuz 1974 Kıbrıs ‘Barış’ Harekâtı ile iyice kötüleşti. 1975’te Yunanistan konunun Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) götürülmesini önerdi ama Türkiye buna yanaşmadığı gibi 1976’da MTA’nın sismik araştırma gemisi Hora’yı Ege’ye gönderdi.

Piri Reis ve Sismik-I yolda
Aynı yıl Yunanistan konuyu BM Güvenlik Konseyi’ne taşıdı, Konsey’in 395 sayılı kararı uyarınca konu UAD’ye gitti, Türkiye bazı tarihsel argümanlarla UAD’nin yetkisini tanımadı ama sonunda konu küllenmeye bırakıldı. 1987’de Yunanistan’ın Taşoz Adası’nın doğusunda petrol bulmasından sonra konu yeniden alevlendi ve bu sefer sahneye (son krizde de sahneye çıkacak olan) Piri Reis ve Sismik-I gemileri çıktı. İki ülke tekrar savaşın eşiğine gelmişti ki uluslararası toplumun aracılığıyla konu yatıştı. Öyle ki, 1988’de iki ülke başbakanları (Turgut Özal ve Andreas Papandreu) Davos’ta biraraya gelmekle kalmadılar bu tarihten sonra iki ülke arasında adeta yeni bir balayı havası doğdu. Ama 1989’da iki ülkede de başbakanların değişmesiyle (Özal Cumhurbaşkanı oldu, Papandreu seçimi kaybetti) balayı bittiği gibi 1996’da Muğla’nın 7 km. açıklarındaki Kardak (Yunanca adıyla İmia) Kayalıkları krizi ile iki ülke yeniden savaşın eşiğine geldi.

Kardak/İmia krizi
Bu krizin kahramanı da bir gemiydi. Kriz, batmak üzere olan Figen Akat adlı şilebin kurtarılmayı istememesine rağmen, ticari bir Yunan kurtarma gemisi tarafından kurtarılması üzerine çıkmıştı. Yunanistan geminin kendi karasularında battığını söylüyordu, Türkiye Kardak’ın Türk toprağı olduğunu ileri sürüyordu. Gerilim Yunan ve Türk gazetecilerinin kayalığa bayrak dikmeleriyle tırmanmış, Yunanistan’ın Kardak/İmia’ya; Türkiye’nin de yakındaki bir kayalığa çıkarma yapmasıyla uluslararası bir bunalıma dönüşmüştü. Neyse ki ABD’nin ve NATO’nun çabalarıyla savaştan dönülmüştü. Galiba bu iki huysuz ülke de nasılsa uluslararası toplum aramıza girer ve bizi engeller diye bu kadar rahat kavga çıkarıyordu.

Bu tarihçeye bakınca, Doğu Akdeniz sularında bizi nelerin beklediğini tahmin etmek zor değil. Bakalım tam 39 yaşındaki emektar Piri Reis (gemisi demeye dilim varmıyor) bu zorlu görevi yürütebilecek mi? Çünkü duyduğuma göre ödenek yetmediğinden ana motoru ve jeneratörünü gümrükten çekememişiz. Bakalım TSK kendi gemilerimizi bombalamamayı başarabilecek mi? Çünkü emekli Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in internete sızan konuşmalarına bakılırsa defalarca kendi askerimizi öldürmüşüz…

Kocatepe Muhribi’ni nasıl batırdık?
Söz gemilerden açılmışken, batırdığımız Kocatepe Muhribi’ni anmamak olmaz. Bu olay sadece TSK’nın askerî becerileri açısından değil, son aylarda adını sıkça duyduğumuz iki ülke Libya ve İsrail’in konuya bir şekilde dâhil oluşlarıyla da ilgiyi hak ediyor. Bu geminin adı Kocatepe Muhribi.

Muhribin başına gelenler harp akademilerinde ders olarak okutulacak nitelikte. Hikâye şöyle gelişiyor: Türk ordusunun Kıbrıs ‘Barış’ Harekâtı’nı başlattığı 20 Temmuz 1974 günü, Muğla İl Jandarma Komutanlığı’ndan Muğla Valisi’ne, ondan Jandarma Genel Komutanlığı’na, ondan Genelkurmay’a, Genelkurmay’dan da Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bir istihbarat raporu gelmişti. Raporda “Rodos’ta, Mandrake Burnu açıklarında asker yüklü 10-12 gemi 8-10 mil süratle Baf’a doğru seyrediyor” yazıyordu. Bu basit rapor yetkilileri telaşlandırmış, Dışişleri Bakanı Turan Güneş o sırada Ankara’da bulunan ABD’nin Kıbrıs Temsilcisi Joseph Sisco aracılığıyla eğer konvoy geri çevrilmezse konvoyun batırılacağını Yunan tarafına bildirmişti. Sisco Atina’ya uçtu ve durumu Yunan tarafına bildirdi. Yunan Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Arapakis Kıbrıs’a doğru giden hiçbir Yunan gemisinin olmadığını belirtti. Bu bilgiyi ABD’nin Ege’de bulunan 6. Filo’su ile diğer Amerikan haber alma kaynakları da doğruluyordu. Ancak Türk tarafını inandırmak mümkün olmadı. Bütün hazırlıklar yapıldı ve ertesi gün harekâta (!) başlandı.

Şenlik Başladı!
Girne (Pladini) Plajı açıklarından batıya hareket eden Adatepe, Mareşal Fevzi Çakmak ve Kocatepe muhripleri Arnavut Burnu’nu dönünce Rum Milli Muhafız Kuvvetleri’ne bağlı üç hücumbotun saldırısına uğradılar. Bunlardan ikisi Türk jetleri tarafından batırıldı. Diğer hücumbot ise hızla geri çekildi. Yapılan hesaplara göre Arnavut Burnu’nu dönen Türk muhriplerinin rapor edilen Yunan gemi konvoyunu görmeleri lazımdı. Ortalıkta konvoy falan yoktu, sadece uzaklarda seyreden iki gemi vardı. Bunun üzerine Türk muhripleri Arnavut Burnu ile Baf arasında beklemeye geçtiler. İşte olan tam bu sırada oldu. “Şenlik Başladı” parolasıyla Ankara-Mürted, Eskişehir ve Antalya askerî hava üslerinden kalkan Türk jet uçakları Türk muhriplerini bombaladılar. Altı saat can çekiştikten sonra 289 kişilik mürettebatıyla Kocatepe Muhribi batarken, 56 (bazı kaynaklara göre 54 veya 57) Türk denizcisi şehit oldu. Jetlerimiz görevi başarıyla yerine getirmenin mutluluğu içinde üslerine döndüler.

Kissinger’la Ecevit’in tartışması
Aslında gemilerin savunma sistemleri olsaydı, muhtemelen onlar da Türk jetlerini düşüreceklerdi. Neyse ki yoktu. Adatepe ve Mareşal Fevzi Çakmak muhripleri de yara almışlar ancak güç bela Mersin’e ulaşmışlardı. Yapılan hata o zaman anlaşıldı. Genelkurmay 25 Temmuz 1974 günü bir bildiriyle “Kocatepe’nin kaybedildiğini” açıkladı. Halk üzgün ve Yunanlılara kızgındı. Daha sonra anlaşıldı ki Başbakan Ecevit ABD Dışişleri Bakanı Kissinger’e Türk bayrağı çekmiş, telsizden Türkçe konuşan Yunan gemilerinin sefer halinde olduğunu, bunları batıracaklarını söylemiş, Kissinger o gemilerin Türk gemisi olduğunu söylediği halde buna inanmamıştı. Jet pilotları da kendilerine verilen bu yanlış bilgiler yüzünden gemilerin bayrağına ve telsizcinin verdiği bilgilere inanmayıp bombaları salmışlardı. Âdet olduğu üzere hükümet ve Genelkurmay olayın üstünü örttü, kamuoyu Kocatepe’yi kimin batırdığı aylar sonra o da yabancı basından öğrenildi. 56 şehidin adı ancak 28 Haziran 1975’te açıklandı. Olayın perde arkası M. Ali Birand’ın Milliyet’teki yazı dizisinden öğrenildiği halde olay soruşturulmadı. Soruşturulmadığı gibi konu üzerinde konuşmaya bile cesaret edilemedi.

Kaddafi değil Kaptan Reuven
Gazetemiz yazarlarından Yıldıray Oğur, 24 Şubat 2011 tarihli yazısında “Kaddafi’nin (Türkiye’deki) şanını iyice arttıran Kıbrıs harekâtı sırasında Türk jetlerinin yanlışlıkla batırdığı Kocatepe Muhribi’nden sağ çıkanların Türkiye’ye getirilmesinde oynadığı rol oldu. Kurtardıkları arasında daha sonra 28 Şubat 1997’de yeniden yardımı dokunacağı muhribin komutanı, geleceğin Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya da vardı” diye yazmıştı. Okurlarımızdan Denis Ojalvo’nun Yıldıray Oğur’a gönderdiği düzeltme mailini bilgi için bana da yollamasıyla öğrendiğim gibi, Kocatepe kazazedelerini kurtaran Libya kuvvetleri değil, (Libya’nın katkısı olaydan sonra Türkiye’ye bazı yedek parçaların gönderilmesiyle sınırlıydı) bugün savaşın eşiğinde olduğumuz İsrail’de yaşayan Türkiye kökenli Yahudi kaptan Reuven’di. (72 denizciyi İngilizler, 111 kişiyi de Türk donanmasından Berk gemisi kurtarmıştı.)

Denis Ojalvo’nun maile eklediği linkte, Gila Benmayor 22 Mart 1998 tarihli Hürriyet gazetesinde yayımlanan “42 denizcimizi kurtaran gizli dost” başlıklı röportajında Kaptan Reuven’in denizcilerimizi kurtarma hikâyesi gayet güzel anlatıyordu. Yıldıray Oğur’un, yazısındaki yanlış bilgiyi düzeltme fırsatı bulmadığını sanıyorum. İsrail ile Türkiye arasında savaş tamtamlarının çaldığı bugünlerde, söz konusu röportajı (http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1998/03/22/34076.asp) okumanızı tavsiye ediyorum.


***

Kıbrıs’ın dört çocukla Türkleştirilmesi
Ancak Türkiye Kıbrıs Meselesi’ni sadece savaşla çözemeyeceğini biliyor. Nitekim Başbakan Tayyip Erdoğan, ‘Barış’ Harekâtı’nın 37. yıldönümü törenleri için gittiği Kıbrıs’ta karşılaştığı gazetecilere tek tek kaç çocuk sahibi olduklarını sormuş, Havadis Genel Yayın Yönetmeni Başaran Düzgün “İki”, Kıbrıs Haber Müdürü Ali Baturay “İki”, Yenidüzen yazarı Aysu Basri “Hiç çocuk yok” deyince, “Kaç yıllık evlisin” diye sorgulamayı derinleştirmişti. Basri, “Yedi yıl” cevabı verince, “Yedi yıl ve çocuk yok. Hem doğurmuyorsunuz, hem de oraya nüfus götürmemize karşı çıkıyorsunuz. Madem nüfus aktarmamızı istemiyorsunuz, siz de doğurun. Burada [Türkiye’de] üç ama Kıbrıs için dört çocuk öngörüyorum çünkü nüfusa ihtiyacımız var” demişti. Başbakan Erdoğan kahvaltı sonrasında da, gazetecilerden “dört çocuk yapacakları” sözünü almıştı. Anlaşılan Başbakan güçlü olmanın tek yolunun sayısal üstünlük olduğunu sanıyor.

Türkiye’den göçertilenler
Aslında bu yeni bir politika değil. Türkiye, 1974’ten beri adadaki Müslüman-Türk nüfusu şu veya bu şekilde arttırarak Kıbrıs’ı bir ‘Türk adası’ haline dönüştürmeye çalışıyor. Bugüne dek, kimsenin aklına Kıbrıslı Türklerin yatak odasına müdahale etmek gelmediği için, bu politikanın esasını Türkiye’den bazı grupları Kıbrıs’a göçertmek oluşturmuştu. Göçertilen nüfusun ekonomik açıdan güçlendirilmesi de Kıbrıslı Rumlara ait olan ve 1974’te el konan mal ve mülklerin kendilerine verilmesiyle halledilmişti. Kıbrıs Meselesi’nin bugüne dek çözülmemesinin temelinde aynen Ermeni Meselesi’nde olduğu gibi mal-mülk gaspının payı olduğunu herkes biliyor.

Bilmediğimiz ise Kıbrıs’ın nüfusunun ne olduğu. Çünkü 1990’da KKTC’de yapılan son resmî nüfus sayımının sonuçları açıklanmadı. Daha sonra da resmî bir nüfus sayımı yapılmadı. Ama geçmişte adada ne kadar Rum, ne kadar Türk yaşadığı hakkında epey bilgiye sahibiz.

1570-1571’den itibaren Osmanlı Devleti’nin bir parçası olan Kıbrıs’a ilk yerleşen Türkler, fetihte görev alan askerler ve aileleriydi. Bunları Anadolu’dan (özellikle Karaman ve Maraş bölgesinden) göçertilenler izledi. 1581 yılına kadar sekiz bin Müslüman hane adaya yerleştirilmişti. O tarihlerde kayıtlar, etnik kökene göre değil dine göre tutulduğu için, tüm göçertilenlerin Türk (Türkmen) asıllı olduğunu söylemek doğru olmaz ama her bir hanenin dört beş kişiden oluştuğu kabul edilirse, askerî personelle birlikte, Kıbrıs’ta o tarihlerde 30-40 bin kadar Müslüman yaşıyordu. Kıbrıs’ın ‘Müslümanlaştırılması’ işine ileriki yıllarda pek önem verilmediği anlaşılıyor çünkü 1831 tarihli bir belgeye göre Kıbrıs’ta 29.233 gayrımüslim erkeğe karşılık (o tarihlerde kadınlar ve çocuklar sayılmazdı) 14.983 Müslüman erkek yaşıyordu.

İngiliz titizliği
Kıbrıs’ın 1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra II. Abdülhamit tarafından İngilizlere kiralanmasından sonra nüfus meselesi biraz daha açıklığa kavuştu, çünkü İngilizler 10 yılda bir düzenli nüfus sayımı yapmaya başladılar. İngilizlerin 1881’de yaptığı ilk sayımda Kıbrıs’ın toplam nüfusunun 186.173 kişi olduğu, bunun 45.458’inin de Müslüman olduğu ortaya çıktı. (O tarihte de etnik köken esas alınmıyordu) Yani nüfusun yüzde 25’i Müslüman, yüzde 75’i Hıristiyan idi. Bu oran ileriki yıllarda aşağı yukarı aynı kaldı ve Hıristiyanların ezici çoğunlukta olması, toplumlararası ilişkilerin sağlıklı biçimde gelişmesinin önünde ciddi bir engel teşkil etti. Hıristiyan-Rumlar 300 yıllık Osmanlı hâkimiyetine duydukları nefreti onların bakiyesi olan Türklere yönelttiler, Müslüman-Türkler ise 300 yıllık hâkim pozisyonu kaybetmeyi hiçbir zaman hazmedemediler. Bu durum 1920’lere kadar sürdü.

Anamur Mal Müdürü’nün ettiği
Mustafa Kemal’in önderliğindeki Kemalist güçler ile İtilaf Devletleri arasında 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan ve yeni Türkiye’nin kuruluşunu dünyaya ilan eden Lozan Barış Antlaşması’nın 21. maddesi uyarınca beş altı bin kadar Kıbrıslı Türk Türkiye’ye iltica etti. İlginçtir, o yıllarda Türklerin adadan ayrılmasına karşı çıkan taraf, Türkleri Rumlara karşı bir denge unsuru olarak gören İngilizlerdi! Rumların 1931’den itibaren açıkça dillendirmeye başladıkları Enosis talebini sürekli püskürten de onlar oldu. Ancak mülteciler Türkiye’de ciddi sorunlarla karşılaştılar. Örneğin 1931 yılında Kıbrıs’ta yayımlanan Söz gazetesinde çıkan bir habere bakılırsa, Mersin-Anamur’a yerleştirilen gruplara Türkiye hükümetince verilen evler, bizzat Anamur Mal Müdürü tarafından geri alınmıştı.

1960’tan 1974’e değişen nüfus
1960 yılında, İngilizlere karşı verilen bağımsızlık savaşının ardından Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda adada yapılan son ortak sayıma göre Kıbrıs’ta 442.138 Rum, 104.333 Türk, 3.622 Ermeni, 2702 Maruni (Lübnan kökenli Hıristiyanlar), 17.513 İngiliz, 475 Çingene ve 2.796 değişik milletler olmak üzere toplam 573.579 kişi yaşıyordu. Yani nüfusun yüzde 77’si Ortodoks-Rum, yüzde 18,2’si Müslüman-Türk’tü.

20 Temmuz 1974’teki ‘Barış’ Harekâtı sonrasında, Kıbrıs’ın Türkleştirilmesi işine Kıbrıs’ın güneyinde yaşayan Türklerin adanın kuzeyine yerleştirilmesi, kuzeyde yaşayan Rumların da güneye yollanmasıyla başlandı. Bu yer değiştirmeler, o günlerin koşulları düşünüldüğünde gayet anlaşılırdı. Ancak daha sonra işin rengi değişti. Türkiye, 1975 yılından itibaren özellikle Karadeniz illerinden bazı grupları Kıbrıs’a taşımaya başladı. Çoğunun işsiz güçsüz, eğitimsiz ve aşırı milliyetçi kesimler olduğunu bildiğimiz ama sayılarını hiçbir zaman öğrenemediğimiz bu göçmenler Kıbrıs’ın ‘yerli’ Türklerini (ki Rauf Denktaş’a göre adada yerli olan tek şey Kıbrıs’ın eşekleriydi) pek çok açıdan rahatsız etti. Yakın tarihlerde sadece 1981 yılında Türkiye’den 90 bin kişinin getirildiği söylendi. Bu sayı zamanla daha da arttı. Devletin teşviki ile gelenlere, kendi istekleriyle gelenler eklendi. Bugün Kıbrıs’ta 300 bini Türkiye’den gelenler olmak üzere 570 bin Türk’ün yaşadığını söyleyenler var. Bazıları bu sayıyı gizli tutarak, konuyu kâğıt üzerinde halletmeyi yeterli görüyorlar ama Başbakan Erdoğan gibi Kıbrıs’ın Türkleştirilmesi işini garantiye almak isteyenler de var. Bakalım, Kıbrıslı Türkler ‘emir büyük yerden geldi’ deyip işe koyulacaklar mı? Ya da benzer talepler Kıbrıslı Rum liderlerden de gelirse ne olacak? Milliyetçi ideallerle dünyaya getirilecek Kıbrıslı bebecikler kıta sahanlığı savaşını atlatabilecekler mi? Bekleyip görelim…


Özet Kaynakça: Güven Erkaya, Turan Baytok, Bir Asker Bir Diplomat, Doğan Kitapçılık, 2001; Hande Dağıstanlı, “Ege Kıta Sahanlığı Uyuşmazlığı”, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde 2006 yılında kabul edilmiş lisansüstü tezi; Milletlerarası Birinci Kıbrıs Tetkikleri Kongresi (14-19 Nisan 1969), Türk Heyeti tebliğleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1971; Hikmet Öksüz, “Lozan’dan Sonra Kıbrıs Türklerinin Anavatana Göçleri”, Tarih ve Toplum, S. 187, C. 32, Temmuz 1999, s. 35-38; Mehmet Demiryürek, “Fetihten günümüze Kıbrıs’ta Türk varlığı”, Toplumsal Tarih, S. 103, Temmuz 2002, s. 46-49.


Ayşe HÜR

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.