Cumhuriyetçiler ve Lâ Cumhuriyetçiler

28 Ekim 2012 07:52 / 4966 kez okundu!

 


Gazetelere göre, yeni devletin adı 'Türkiye Halk Cumhuriyeti' veya 'Türk Halk Devleti' olacaktı.

Bundan 89 yıl önce, uzun bir seçim sürecinden sonra 11 Ağustos 1923 günü Meclis açılmış, iki gün sonra Meclis Başkanlığı’na oybirliğiyle Mustafa Kemal seçilmiş, aynı gün Lozan görüşmeleri sırasında İsmet Paşa ile ters düşen Rauf Bey başbakanlıktan çekilmiş ve yerine Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı Ali Fethi (Okyar) Bey getirilmişti. Mustafa Kemal’in tüm üyelerini elleriyle seçtiği (kendi tabiriyle) ‘kız gibi Meclis’ 23 Ağustos’ta Musulsuz Lozan Barış Antlaşması’nı onaylayarak (yine de 14 ret oyu vardı) Mustafa Kemal ve ekibini büyük bir dertten kurtarmıştı.

Neue Freie Presse’nin haberi

23 Eylül 1923 tarihli Neue Freie Presse adlı Avusturya gazetesinde çıkan bir haber Lozan tartışmalarına nokta koydu. Habere göre Mustafa Kemal, basında Teşkilat-ı Esasiye’de (anayasa) tadilat yapıldığına dair haberler hakkında “… bütün bu tadilat cumhuriyet esasına müteveccih (yönelik) olacaktır. Türkiye hal-i hazırda olduğu kadar istikbalde de daha fazla demokratik bir cumhuriyet olacaktır. Hiçbir suretle Garp cumhuriyetlerinin sisteminden farklı olmayacaktır. Türkiye’nin bu cumhuriyetlerden ayrıldığı bir şekil meselesinden başka bir şey değildir” demişti.

Gazeteler, tartışmaya adeta balıklama daldılar. Gazetelere göre, yeni devletin adı ‘Türkiye Halk Cumhuriyeti’ veya ‘Türk Halk Devleti’ olacaktı. 27 Eylül günü bu demecin resmen doğrulanmasıyla kamuoyunda ateşli bir tartışma başladı. 7 Ekim’de İstanbul basınını ‘ortalığı velveleye vermekle’ suçlayan Yunus Nadi’nin Yeni Gün gazetesindeki sorulu cevaplı makalede “Hayır, cumhuriyet ilan olunmayacaktır. Zaten mevcut olan idarenin cumhuriyet olduğu söylenecektir” denirken, 8 Ekim tarihli Tevhid-i Efkâr’da Velid Ebuzziya “İstanbul’a Türk ordusunun girişi şerefine rica ediyoruz, hükümet sürekli münakaşa ve mücadele siyasetini terk etsin, Cumhuriyet mi yapacak, başka bir hükümet şekli mi yapacak, ne yapacaksa yapsın ve olumlu bir çalışma dönemi açsın” diyordu.

13 Ekim’de Ankara başkent ilan edilirken, toplum Cumhuriyetçiler ve Lâ Cumhuriyetçiler (Cumhuriyet karşıtları) diye ikiye bölünmüştü. Cumhuriyetçiler ‘Amerikanvari’, ‘Fransızvari’ ve ‘Türkiye tarzı’ diye üçe; Lâ Cumhuriyetçiler ise ‘Hâkimiyet-i Milliyeciler’ ve ‘İttihatçılar’ diye ikiye ayrılıyordu. Gazeteler uzun uzun Fransız ve Amerikan sistemlerinin analizlerini yapıyorlar, eksilerini ve artılarını sayıyorlardı. Kimine göre Fransız sistemi, kimine göre Amerikan sistemi ‘daha demokratik’ idi. Yazılardan anlaşıldığı kadarıyla o günün siyasileri bu iki sistemi de çok iyi tanıyorlardı. Yine anlaşılıyordu ki, rejimin adından çok içeriği önemliydi. Çünkü 1 Kasım 1922’de Saltanat’ın kaldırılmasından beri siyasi elitler arasındaki en büyük endişe, Mustafa Kemal’in bütün yetkileri üzerinde toplayarak diktatörlüğe gitmesiydi. Nitekim bu tartışmalar sürerken, Mustafa Kemal kendisine yakın milletvekillerini Halk Fırkası (HF) adı altında toplamış ve fırkanın başına geçmişti. Ama bütün bunlar hakkında Mustafa Kemal’in düşüncelerini öğrenmek, daha doğrusu sesini bile duymak mümkün olmamıştı. Çünkü o, İstasyon Binası’nda ‘Mütehassıslar Encümeni’ adı altında bir araya getirdiği yakın adamlarıyla rejime kendi istediği şekli vermekle meşguldü.

Cumhuriyet istasyonda mı doğar?

Tevhid- Efkâr’ın 19 Ekim tarihli nüshasında “Bizim bildiğimize göre cumhuriyet istasyon binalarında değil, millet meclislerinde doğar. İstasyon binasından ise olsa olsa tren çıkar. Yeni cumhuriyet istasyonda hazırlandığı için bir sürat katarı gibi azami şiddetle ortaya atıldı” derken haklıydı çünkü sorun sadece cumhuriyet tartışmalarının Meclis’te değil de, ‘zevat-ı mutade’ diye anılan Mustafa Kemal’in dar çevresinde ele alınması değildi. Milli Mücadele’nin önemli adamlarından Rauf (Orbay) Bey, 4 Ağustos’ta Ankara’dan ayrılıp önce Sivas’a sonra İzmir’e geçmiş, Refet (Bele) Bey ve Dr. Adnan (Adıvar) Bey’le buluşmuştu. Milli Mücadele’nin kahraman komutanı Kazım Karabekir Paşa, görevli olarak bulunduğu Sarıkamış’tan ayrılarak, İstanbul’a gelmek üzere Trabzon’a doğru yola çıkmıştı. Bir diğer önemli komutan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa TBMM İkinci Başkanlığı görevinden istifa dilekçesini vermişti. Kısacası, taraflar ‘cephede’ yerlerini almaktaydılar.

Suni hükümet krizi

İşte tam bu sırada, Mustafa Kemal’in has adamlarından hükümet başkanı Ali Fethi (Okyar) Bey aynı zamanda üstlendiği Dahiliye Vekilliği’nden yorgunluk gerekçesiyle istifa etti. CHF grubunun Mustafa Kemal’e danışmadan, Rauf Bey’i Meclis İkinci Başkanlığı’na, Erzincan Mebusu Sabit Bey’i de Dahiliye Vekilliği’ne seçmesi, Mustafa Kemal tarafından bir hükümet krizine dönüştürüldü ve Mustafa Kemal’in baskısıyla hükümet 27 Ekim’de istifa etti. Bunun üzerine o ana kadar Ankara’da kalan Ali Fuat Paşa da İstanbul’a doğru yola çıktı.

Muhalefetin ağır toplarının Ankara dışında olduğu 28 Ekim gecesi, Mustafa Kemal, İsmet Paşa, Milli Müdafaa Vekili Kazım (Özalp), eski Kolordu kumandanlarından Sinop Mebusu Kemalettin Sami ve Milli Mücadele Kocaeli Grubu Kumandanı Halit Paşa, Rize Mebusu Ekrem ve Afyon Mebusu Ruşen Eşref Bey’i Çankaya’da yemeğe alıkoymuş ve tüm yemek boyunca dalgın ve sessiz duran Mustafa Kemal, birden “Yarın cumhuriyet ilan edeceğiz” demişti. Daha sonra diğer misafirlerini uğurlamış, İsmet Bey’le ikisi, ertesi gün sunulacak teklif üzerine çalışmışlardı.

29 Ekim Pazartesi günü saat 10.00’da toplanan CHF grubunun yeni hükümeti kuramamasıyla başlayan tartışmalar, Mustafa Kemal’in 13.30’da kürsüye çıkarak “eksiklik ve yanlışlığın uygulanmakta olan usul ve şekilde olduğunu, bunun da ancak cumhuriyet idaresi ile giderilebileceğini” söylemesiyle yeni bir merhaleye girdi. Konu Meclis’e taşındı ve bir dizi başka oylamadan sonra, saatler 20.30’u gösterdiğinde Mustafa Kemal’in hazırladığı değişiklik önergesi Antalya Milletvekili Rasih (Kaplan) Hoca’nın “Din bakımından da en muvaffık hükümet şekli cumhuriyettir” diye biten ateşli konuşmasından sonra, ‘Yaşasın Cumhuriyet!’ haykırışları arasında oylamaya katılanların ‘tümü’ tarafından kabul edildi.

Durumun tavzihi

Önergede dikkati çeken husus, ‘Cumhuriyet’in ilanından’ değil, ‘Türkiye Devleti’nin hükümet şeklinin cumhuriyet olduğunun açıklığa kavuşturulmasından’ (kullanılan terim ‘tavzih’tir) söz edilmesiydi. Tavzih işi, anayasanın 1. maddesine “Türkiye Devleti’nin şekl-i hükümeti cumhuriyettir” cümlesinin eklenmesiyle yapılmıştı. Ancak hemen ardına, daha önceki metinde olmayan “Türkiye Devletinin dini, din-i İslamdır, resmi lisanı Türkçedir” şeklinde yeni bir madde getirilmişti. Bunun muhafazakâr kesimlere verilmiş bir sus payı olduğu açıktı. Ayrıca ‘cumhurbaşkanlığı’ konusuyla ilgili iki yeni madde ile bazı maddelerde de değişiklikler yapıldı.

Kanun, yoklamasız oylandığından oylamaya kaç kişinin katıldığı, dolayısıyla kaç kişinin oyuyla rejimin ‘cumhuriyet’ olduğu bilinmiyor. Ancak, bundan sonra cumhurbaşkanı seçimine geçilmiş, oturumu yöneten İsmet Bey sonucu şöyle açıklamıştı: “Türkiye Cumhuriyeti için yapılan intihapta reye iştirak eden azanın adedi 158’dir. 158 aza, müttefiken Ankara mebusu Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ni Cumhuriyet Riyaseti’ne intihap etmişlerdir.”

Bu sayı rejimin adını koyan kanunun oylamasına katılanların da sayısı olmalıdır. Ancak İsmet Bey, ‘çekimser’ veya ‘ret’ oyu verenlerden söz etmediğine göre, Mustafa Kemal kendisine oy vermişti. Şevket Süreyya Aydemir Tek Adam (C.III) adlı eserinde “159 kişi oya katılmış ve 158 oyla Gazi Mustafa Kemal oybirliğiyle Türkiye Reisicumhurluğu’na seçilmişti. Çekimser kalan tek oy Mustafa Kemal’in oyu idi” diyerek, bu garabeti gidermeye çalışacaktı. Ama asıl garabet, Cumhuriyet’in ilanı oylamasına, TBMM’nin kâğıt üzerinde 286, fiilen 270 üyesinden sadece 158 veya 159’unun katılmasıydı. Meclis’in tüm üyelerinin bizzat Mustafa Kemal tarafından seçilmiş olduğu düşünülünce fire büyüktü. Öte yandan böyle önemli bir anayasa değişikliğinin salt çoğunluktan biraz yüksek bir oyla yapılması da anayasal teamüllere aykırıydı.

Sabaha karşı 101 pare top atışı

Mustafa Kemal’in teşekkür konuşmasını Afyonkarahisar Mebusu Kamil Efendi’nin okuduğu dua izledi. Ankara halkı, olayı gece atılan silah ve havai fişeklerle öğrendi, ama İstanbul’da kutlamalar, 30 Ekim günü sabaha karşı 3’te Selimiye’den atılan 101 pare top atışıyla yapıldığı için halk büyük korku yaşadı.

31 Ekim günü, Halife Abdülmecid Efendi, Mustafa Kemal’e, dedesinin hükümdarlığını ima eden ‘Abdülmecid bin Abdülaziz Han’ imzalı kuru bir tebrik telgrafı gönderdi. Mustafa Kemal de kendisine aynı kurulukta teşekkür etti. Aynı gün İstanbul’daki Vatan ve Tevhid-i Efkâr gazetelerini ziyaret eden Rauf Bey, Cumhuriyet’in kendilerinin yokluğunda alelacele ilan edilmesinden duyduğu şaşkınlığı belirttikten sonra, olayın İttihatçıların Merkez-i Umumi kararlarına benzediğini ima etti ve hükümetin bu acelenin haklı ve mantıklı gerekçelerini açıklamasını beklediğini ekledi.

13 Ekim’de Sarıkamış’tan ayrılan, Cumhuriyet’in ilanını Trabzon’da iken top atışlarından öğrenen Kazım Karabekir, 10 Kasım’da İstanbul’a vardıktan sonra şu açıklamayı yapacaktı: “Cumhuriyet şeklinin memleketleri yükselten bir şekl-i idare olduğu şüphesizdir. Şahsi saltanatların aleyhdarıyım.” Rauf Bey, Refet Bele ve diğerleri İstanbul’da kalırken, Kazım Karabekir 15 Kasım’da Ankara’ya gelmiş ve Mustafa Kemal’i ziyaret etmek istemişti, ancak hastalık mazeretiyle huzura alınmamıştı. (Mustafa Kemal 1927’de okuduğu Nutuk’ta, bu kararı alırken arkadaşlarına danışma gereği duymadığını çünkü onların da kendisi gibi düşündüklerine emin olduğunu söyleyecekti.) Bu tarihten sonra, ‘cumhuriyet’ tartışmaları, yerini hilafetin kaldırılması tartışmalarına bırakacak, bu tartışmalar aralık ayının sonunda Cumhuriyet’in ilan şeklini ‘düzenbazlık’ olarak niteleyen İstanbul’da bir dizi gazeteci, aydın ve muhalif cemiyetin Ankara’dan gönderilen İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmasıyla tırmanacaktı. Yeni rejimin anayasası ise ancak altı ay sonra hazırlanabilecekti.

89 yıl sonra, hemen hemen aynı tartışmaları yapıyor olmamız size de garip görünmüyor mu?

Cumhuriyet ‘milli sır’ mıydı?

“Meşrutiyet, köhneleşmiş ve tutarlılığını kaybetmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun gövdesi üzerine değil, aksine Türk çoğunluğunun yaşadığı kısım üzerinde oturtulmalı, düşmanlarının yapacağı bir tasfiye yerine ihtilal idaresi, tek başına, bir Türk Devleti kurmalıdır.” Ali Fuat Cebesoy’a göre 1905 veya 1907’de sarf edildiği iddia edilen bu sözler Mustafa Kemal’in kafasında ‘cumhuriyet’ fikrinin çoktan var olduğuna karine idi.

Londra’da yaşayan Sultan Vahdettin’in yeğeni Prens Sami’nin 1951’de Haluk Yusuf Şehsuvaroğlu’na anlattıklarına bakılırsa, 1919’da Samsun ve havalisinde bozulan asayişin düzeltilmesi için Osmanlı ileri gelenlerinden oluşan bir liste Padişah’ın önüne çıkarıldığında, Padişah parmağını Mustafa Kemal’in isminin üzerine koyarak “O gitmelidir” dediğinde Mustafa Kemal’in isminin karşısında ‘Cumhuriyetçidir’ yazdığını görmüştü.

Yazın Mazhar Bey!

Daha sonra ‘Milli Sır’ adıyla karşımıza çıkacak bir başka iddiaya göre, 7/8 Temmuz 1919 gecesi, Erzurum’da, sabaha karşı Mustafa Kemal, Mazhar Müfit ve Süreyya beylere ‘sonuna kadar mahrem kalmak’ koşuluyla (başka şeylerin yanı sıra) şunları yazdırmıştı: “Zaferden sonra şekli hükümet cumhuriyet olacaktır…İki, padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince, icap eden muamele yapılacaktır. Üç…”

Şevket Süreyya Aydemir’e göre, Mustafa Kemal’in en yakınındakilerden İsmet Bey, Sakarya harbinin cereyan ettiği 1921 yılı ortasında, Garp cephesinin Sivrihisar karargahında, Yakup Kadri ve Halide Edip’e ilerde Cumhuriyet rejiminin kurulmasının zorunlu olduğundan söz etmişti.

Kazım Karabekir ise, 1922 Eylülünde Bursa’da buluşan Milli Mücadele liderlerinin, üzerinde konuştuğu siyasi formüllerden birinin Mustafa Kemal’in en küçük şehzadeye hilafet ve saltanat naibi ve aynı zamanda diktatör yapılması olduğunu iddia edecekti. Formülü Fevzi ve İsmet paşalar önermişti, ama Karabekir, fikrin Mustafa Kemal’den çıktığını düşünmekteydi.

Falih Rıfkı (Atay), Çankaya adlı eserinde Mudanya Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından Bursa Valisi’nin Mustafa Kemal’i karşılama programına Osman Gazi’nin Türbesi’nin ziyaretini de koyduğunu görünce “Mustafa Kemal’in bu ziyarette bulunacağını zannetmiyorum” demesini hazır bulunanlar tarafından nasıl şaşkınlıkla karşıladığını anlatıktan sonra şöyle devam etmişti: “Mustafa Kemal’in İstanbul’a giderek yeni bir sadrazam olmayacağını pekiyi biliyorduk. Hanedan intihar etmişti. Ortaçağda olsaydık Mustafa Kemal’e biat edileceği ve hanedanın isim değiştireceği zamanda idik. Yirminci asırda, çöken hanedanların yerine cumhuriyetler gelir. Mustafa Kemal’in devlet reisi olmaktan başka hiçbir şey olmasına ihtimal yoktu.” Tarih, Falih Rıfkı’yı haklı çıkardı…

Özet Kaynakça: Hasan Türker, “İlanından Önce Cumhuriyet Tartışmaları”, Toplumsal Tarih, S. 59, Kasım 1998, s. 4 -13; Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İnkılap Aka Kitabevi, 1981; Kazım Özalp, “Cumhuriyet Nasıl İlan Edildi?”, Yakın Tarihimiz, Cilt:3, s. 289-291; Mahmut Goloğlu, Türkiye Cumhuriyeti (1923), Başnur Matbaası, 1971; Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu (1923-1924), İletişim Yayınları, 1998.



Ayşe HÜR

Radikal, 28.10.2012


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.