Türkiye'nin önündeki en büyük tehlike, bürokratik vesayet

09 Ağustos 2014 23:23 / 1062 kez okundu!

 

 

Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken siyasi partiler ve adaylar son kozlarını oynamaya başladılar.

Başbakan Erdoğan hem sayısal, hem de psikolojik üstünlükle başladığı yarışta devletin olanaklarını da kullanarak ilk turda işi bitirmeyi hedefliyor.

İstanbul Maltepe’de yaptığı gövde gösterisiyle seçmenlerine de moral aşılayan Erdoğan, başından beri kullandığı sert ve saldırgan üslubunu sürdürüyor.

Çatı adayın etrafında gözle görünür bir dağınıklık ve moralsizlik var.

Özellikle CHP ve MHP tabanında henüz adayı ve yöntemi içine sindiremeyenler oldukça fazla..

İki partinin de adaylarının beklenen oyu almaması halinde işleri zor görünüyor.

Siyasi etik gereği her iki partinin genel başkanlarının ve yönetim kadrosunun özeleştiri yapıp görevlerini bırakması gerekecek.

Ancak ülkemizde ne siyasette, ne de özel yaşamda etik kavramlar artık kullanılmayan, unutulmuş kavramlar haline geldiği için, bu en basit etik kuralın bile uygulanacağını pek sanmıyorum.

İhsanoğlu’nun adaylığına tepki gösterenler, aday belirlemesini iki liderin yaptığını, parti yetkili kurullarına bile danışılmadığını söylüyorlar.

Bence bu konuda da yanılıyorlar.

Bahçeli’ yi bilmem ama Kılıçdaroğlu’nun da kulağına birileri fısıldadı Ekmelettin İhsanoğlu adını.

Yoksa özel araştırmalar sonucu bulunmuş bir aday değil İhsanoğlu.

Onun ismi çok daha önceleri ortaya atıldı ve ilk teklif Aydın Doğan tarafından yapıldı.

Seçimler öncesi en rahat kesim, Demirtaş’ı destekleyenler.

Çünkü onlar, onursuzca kazanmaktansa, onurluca kaybetmeyi peşinen kabul ettikleri için, seçimlere çok daha moralli ve motivasyonu yüksek olarak hazırlanıyorlar.

Bana göre de bu seçimlerden en kazançlı çıkacak parti HDP, en başarılı aday da Selahattin Demirtaş olacak.

İlk kez halkın oylarıyla seçilecek bir cumhurbaşkanı gerçekten halk iradesini temsil edecek mi?

İşte bu soru havada kalıyor.

Çünkü vatandaş, kendi istediği adaya değil, kendisine dayatılan adaylardan birine oy vermek zorunda kalacak.

Peki! niye Türkiye'de her şeyde olduğu gibi seçimlerde de normal, bilinen yöntemler uygulanmıyor?

Niye adaylık için parlamentodan 20 milletvekilinin imzası şart koşuluyor?

Niye siyasi partiler ve seçim yasalarında değişiklik yapmadan, cumhurbaşkanının görev ve yetkileri anayasada net olarak belirlenmeden seçimlere gidiliyor?

Yurt dışında oy kullanacak yurttaşlarımıza “randevulu sistem” diye ucube bir yöntemi dayatanlar kimler?

Sonuçlara baktığımızda neredeyse seçmenin ancak onda biri sandık başına gidip oy kullanmış.

Normal ev ziyaretlerinde,iş görüşmelerinde bile randevu alma kültürü olmayan insanlara siz internet üzerinden randevu alarak oy kullanmalarını isterseniz, olacağı budur.

Örneğin Almanya da 13 yerde konsolosluğumuz bulunduğu halde 7 yere sandık konmasının hangi mantıklı izahı olabilir?

Gelişmiş ülkelerde insanlar evlerinden çıkmadan, mektupla oy kullanırken, siz hangi akla hizmet, seçmenlerden 300 kilometre uzakta bir yerde oy kullanmasını istersiniz

İnternetle randevu almaya gelen tepkiler üzerine bundan vazgeçilmiş.

Peki! nasıl olacak?

Randevuyu YSK verecek ama nerede oy kullanacağını vatandaş yine internetten öğrenecek.

Yurtdışına giden birinci kuşağın internet kullanma alışkanlığı olsaydı, zaten randevuyu da kendisi girer alırdı.

Özürü kabahatinden büyük(!) diye sanırım buna denir.

Bu durumdan rahatsız olan iktidar ve ana muhalefet partisi, yanlışın düzeltilmesi, pratik çözümler bulunması için YSK'ya başvuruyorlar.

YSK talebi reddediyor.

Gerekçe; Ben yaptım oldu.

Başvuruyu yapan iki parti neredeyse toplam seçmen sayısının üçte ikisini temsil ediyor.

Ama yok, alıştıkları statülerinden ödün vermek istemeyen bürokratik vesayet, çoğunluk iradesine rağmen bildiğini okuyor.

Aynı zihniyet YSK'da var da, diğerlerinde yok mu?

HSYK'da, Anayasa Mahkemesinde, MGK'da, Emniyet Teşkilatında yuvalanmış statükocular; iktidar, muhalefet ayrımı yapmadan, ülkeyi kaosa sürüklemek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Sözün özü, cumhurbaşkanı da değişse, iktidar da yenilense, bürokratik vesayet dağıtılmadan bu ülkede değişim ve dönüşüm gerçekleştirmek mümkün olmayacak.

Adalet ve hukuk sistemini, yasama ve yürütme organlarını çalışamaz hale getiren, tüm kamu kurum ve kuruluşlarını itibarsızlaştıran bürokratik vesayet, bu ülkenin geleceğinin önündeki en büyük tehlikedir ve mutlak yıkılmalıdır.

 

Ayhan ONGUN

Gazeteci-Yazar

BODRUM/ 05.08.2014

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.