Öğrenmekten korkanlar, aynaya da bakamıyorlar

10 Ekim 2013 13:50 / 1270 kez okundu!

 


Geçtiğimiz günlerde birkaç dostumla sohbet ederken, toplumda var olan bilgi kirliliği, çok somut olaylar ve olgular karşısında bile insanlarda oluşan akıl tutulmasından konuşurken, ben sormuştum.

Her şey bu kadar açık ve göz önünde gerçekleşirken insanlar niye bunları görmez, ya da görmezden gelirler?

Üstelik de teknoloji ve bilişim çağında bilgiye ulaşmak bu kadar kolay iken.

Sevgili Münir Ramazan Aktolga, önemli bir gerçeği hatırlatmıştı.

Bilgiye ulaşamadıklarından değil, öğrenmekten korktukları içi araştırmıyorlar.!

O günden bu yana, hep bu konuya kafa yordum.

Kendini beğenmeyen insanların aynaya bakmaktan korktukları gibi, bir insanın öğrenmekten korkmasının nedeni ne olabilirdi?

Acaba, yüzünü beğenmeyen insanın aynaya bakmadığı gibi, kimi insanlarda bilgilerine güvenmedikleri, ya da kendi görüşlerini beğenmedikleri, emin olamadıkları için mi; gerçeği, doğruyu öğrenmekten korkuyorlar.

Yoksa bilinçaltında tabulaştırdıkları; ömür boyu hiç sorgulamadan, kayıtız şartsız kabullenip, savundukları değerlerin yanlış olabileceğini görme korkusu mu onları gerçeklerden ve yüzleşmeden uzak tutuyor?

Olaylara yalnızca estetik kaygılarla yaklaşanlar, kendilerini beğenmedikleri zaman aynaya bakamıyorlar ama en azından kendi ilgi alanlarındaki konuları öğrenmek için çaba gösteriyorlar. Ezberlerinin bozulmasını istemeyen, hayalleri ve ütopyalarıyla mutlu olan kesim ise yalnızca öğrenmekten korkmuyor, aynaya da bakamıyorlar.

Çünkü aynada, kendine güveni olmayan, araştırmayan, soruşturmayan, kimliksiz, kişiliksiz, gözlerinin feri sönmüş bir yüz görmek istemiyorlar.
O yüzden de dışarı çıkarken duruma ve koşullara, çoğu zamanda çıkarlarına uygun bir maske takıyorlar.

Bu maskeyle toplumda gizlendiklerini sanıyorlar, kimi zaman da bunu başarıyorlar.

Gel gör ki, ne zaman aynaya baksalar; kendisine yabancılaşmış, yalancı, riyakar bir yüzle karşılaşmak; onların yalnızca kimyasını değil, psikolojisini de ters yüz ediyor.

Bozuk bir saatin bile günde iki kez doğruyu gösterdiği gibi, görüşlerini beğenmediğimiz, belki de güvenmediğimiz kişi ya da grupların, kurum ya da kuruluşların da bazen doğru söyleyebileceğini, doğru işler yapabileceğini kabullenmenin niye bu kadar zor olduğunun cevabı, sanıyorum bu gerçekte yatıyor.

Her maçın sonucunda kendi takımının galip gelmesini isteyen bir futbol fanatiği gibi, iyi idman yapmadığı, maça konsantre olamadığı, moral- motivasyonunun düşük olduğu ya da teknik direktörün doğru taktikler vermediği, gerektiğinde maç içinde müdahalelerde bulunmadığı zamanlarda, takımın yenilebileceğini kabullenemiyorlar.

O zaman ya maçı kötü yöneten hakem suçludur, ya da bu hakemi özellikle bu maça görevlendiren federasyon. Rakip takımın oyuncuları çok sert oynamıştır, seyirciyi tahrik etmiştir, saha kötüdür, rüzgar ters yönden esmiştir……….

Buna benzer bir dolu gerekçelerin ardına sığınan fanatik, dönüp hiç kendi oyuncularını, takım tertibini, hocasını, oyun anlayışını sorgulamaz.

Sorgulamaz, çünkü o zaman, yenilginin o müsabaka için çok doğal olduğunu, kendi takımının hiç de öyle sandığı gibi güçlü, büyük bir takım olmadığını, bu kadroyla, bu hocayla ve de bu oyun anlayışıyla yenilmeye mahkum oldukları gerçeği, bir tokat gibi suratında öyle bir patlar ki, feleği şaşar.

O çok inandığı, kesseler damarında aynı renkte kanın aktığı, neredeyse işe bile formasını giyerek gittiği, uğrunda ne yağmurlar, karlar altında eziyet çektiği, deplasmanlara peşinden gidip, dayaklar yediği takımı nasıl yenilebilir, ligde nasıl bu kadar alt sıralarda yer alabilirdi?

Ne yazık toplumda siyaset fanatiklerinin durumu da aynıdır.

Gerçeği aramak yerine, bize öğretilen gerçeği kabullenmeyi ideolojik sadakat; farklı düşünenleri, yok edilmesi gereken düşmanlar olarak görmeyi, politik kararlılık olarak algılamış eski solcular kadar, kendisine hitabeden, duygularını okşayan, kendisinin haz etmediği kişilere hayasızca küfreden yazarların her söylediğini tartışmasız doğru kabul edenler, asıl gerçeği görüp rahatlarını bozmamak için okumuyorlar.

Okursalar, araştırırsalar öğrenecekler.

Ama onlar öğrenmek istemiyorlar, öğrenmekten korkuyorlar.

Üstelik okumak, araştırmak, başkalarını dinlemek, tartışmak; zahmetli ve zaman alan işler. Oysa onların böyle gereksiz işlere ayıracak ne zamanları, ne sabırları ve de daha önemlisi, ne de niyetleri var!

Egemen ideolojinin bize dayattıkları ezberleri tekrarlamak, putlaştırdığımız idealler ve kişilerin ardına gizlenmek bu kadar kolayken, araştırmak, sorgulamak, yüzleşmek gibi zor ve çileli işlere niye zaman ayırsınlar.

O zaman kendi küçük dünyasında oluşturduğu dar alanda mutsuz olacak, dünyanın yalnızca o dar alandan ibaret olmadığını anlayacak, ufku genişleyecek, fikri zenginliğe ulaşacak.

Ama onun istediği zenginlik o değil ki!

İşte o yüzden toplum olarak, yenilikten, değişimden korkar olduk.

Tıpkı öğrenmekten, aynaya bakmaktan korkanlar gibi.


AYHAN ONGUN

Gazeteci-Yazar

08.10.2013 BODRUM


Son Güncelleme Tarihi: 10 Ekim 2013 14:09

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.