Hani diklenmeyecektik!

15 Kasım 2016 23:02 / 1061 kez okundu!

 

 

Başkanlık sisteminin sıcak tartışmalarının yaşandığı ve yakın zamanda yeni bir anayasa taslağıyla birlikte meclise geleceği şu günlerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçmişte kullandığı bir sözcüğü yeniden gündeme taşıma gereği duydum.

“Dik duracağız, diklenmeyeceğiz.”

Elli yıldan fazla bir zamandır Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılma isteğine ayak direyen batılı ülkeler ve onların yöneticilerinin son günlerdeki Türkiye karşıtı söylemlerini kabul etmek elbette mümkün değil.

Başta Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan olmak üzere hükümet kanadından benzer tepkilerin gelmesinden daha doğal bir şey olamaz.

Burada asıl üzerinde durulması gereken konu;

AB ye girmek mi, AB kriterlerinde bir demokrasiye ulaşmak mı? Sorusuna doğru cevabı bulmak olmalıdır.

Nasıl, muhalefet kanadından gelen, Cumhurbaşkanına hakaret içeren söz ve davranışları yanlış buluyorsak, Avrupa Parlamentosu gibi bir kuruluşun başındaki kişiye “terbiyesiz” şeklindeki bir seslenişi de kabul etmek mümkün değil.

AP Başkanı Martin Schulz’un sözlerinin, içinde yer almaya çalıştığımız batı toplumunun kültürüne de, diplomatik temayüllerine de, demokratik anlayışa da yakışmadığı bir gerçek.

Ancak on yıl sonra var olup olmayacağı bile kuşkulu bir topluluğa katılıp katılmama konusunda halk iradesinin de her geçen gün olumsuz yönde değiştiği bir ortamda, böyle sert bir tepki, bizi haklı konumdan, haksız ülke konumuna düşürmez mi?

“Bizden olan medenidir, bizden olmayan bedevi” şeklindeki bir zihniyete, bu zihniyetle topluluk dışındaki ülkelere yönelik üstenci, buyurgan tavırlara karşılık, verilmesi gereken ders, alınması gereken bir tavır mutlaka olmalıydı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK parti yöneticilerinin her fırsatta ifade ettikleri gibi “dik duracağız, ama diklenmeyecektik.”

Tepkinin dozunu doğru ayarlamayınca, bunu fırsat bilen Türkiye karşıtları anında harekete geçip, saldırılara başlıyorlar.

Milli Tarım Projesinin yapıldığı, dünyaya örnek gösterilebilecek Yüzer santrallerin(Enerji gemileri) denize açılması gibi önemli projelerin hayata geçirildiği günlerde bu tür çıkışlar, ülkemizi giderek daha da yalnızlaştırıyor.

Oysa biz “dostlarımızın sayısını artırmak”, küresel dünyada sarsılan itibarımızı yeniden kazanmak zorundaydık.

Düşünebiliyor musunuz, bir enerji gemisi yapıyorsunuz ve bu yüzer santral vasıtasıyla 2,5 milyon nüfuslu bir kenti aydınlatabiliyorsunuz.

İşsiz sayısı yükseliyor, istihdam sorunu var, ekonomi kötüye gidiyor, turizmde bir sezonu boşa geçirdik, OHAL nedeniyle çıkarılan KHK lerle yeni mağduriyetler yaratılıyor, muhalefete söz hakkı verilmiyor, gazeteciler tutuklanıyor…….

Benzeri daha bir dolu eleştiriler sıralayabilirsiniz.

Ve hatta bizim yaptığımız gibi “hani dik duracak, dikleşmeyecektiniz!” diyerek yetkilileri daha makul davranmaya davet edebilirsiniz.

Yeni hazırlanan anayasa taslağına alternatif hazırlayıp, muhalif tavrınızı daha da geliştirebilirsiniz.

Ama ne olur, yerli sermayeyle gerçekleştirilen bu tür başarı hikayelerini iktidar karşıtlığı üzerinden gölgelemeyelim.

Mustafa Kemal’in işaret ettiği “muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmak” hedefini mutlak bir AB üyeliği gibi algılayıp, kendimizi bir dar alana hapsetmenin ülkemize hiçbir yararı olmayacaktır.

Biz AB üyeliğini, halkımızın demokrasi ve özgürlük çıtasını yükseltmek için istiyoruz.

Evrensel ölçütlerde insan hakları ve özgürlüklerin yer aldığı, eşit yurttaşlık temelinde, yeni, çağdaş bir anayasa gerçekleştikten sonra AB bizi üye almasa ne yazar!

Demem o ki; Cumhurbaşkanımız dahil, ülkeyi yöneten herkes, çevremizin bir ateş çemberine döndüğü şu günlerde kullanacağı dile ve siyasi söylemlerine daha çok dikkat etmeli, bizim hata yapmamızı bekleyen güçlere fırsat verilmemelidir.

Komşu ülkelerde sürdürülen sınır ötesi operasyonlar ve terörle mücadele konseptini gerek içte, gerekse dışarıda doğru anlatabilmek, haklılığımızı ve uygulanan politikaların meşruiyetini kabul ettirebilmenin yolu makul ve müspeti yakalamaktan geçiyor.

Ülkemize en uygun yönetim biçiminin ne olacağını tartışmak yerine, kırmızı çizgileri öne çıkarıp, önyargılarımızla davranmak nasıl doğru değilse, toplum çoğunluğunun benimsemeyeceği bir başkanlık sistemini dayatmak da bir o kadar yanlış olacaktır.

Asıl olan, birbirimizi anlamaya, dinlemeye istek ve niyetli olabilmek.

Savaş rüzgarlarının daha sert esmeye başladığı şu günlerde, barışa yönelik çabalara zarar verecek tavır ve söylemlerden ısrarla kaçınmak gerekiyor.

 

Ayhan ONGUN

Gazeteci-Yazar

15.11.2016/BODRUM

 

 

Son Güncelleme Tarihi: 15 Kasım 2016 23:07

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.