Bugün yazmak gelmiyor içimden

14 Eylül 2015 13:35 / 1098 kez okundu!

 

 

Bu haftaki yazıma; “yıllarca sürecek bir barış süreci, bir saatlik savaştan daha iyidir.” diye başlayacaktım. Ancak Dağlıca’dan gelen şehit haberleri sanki sesimi soluğumu kesti. Bırakın yazmayı, düşünemez oldum.

Bu ruh haliyle geçtim bilgisayarın başına.

Ne yazsam, nasıl yazsam diye düşünürken, bir son dakika haberi daha düştü.

Iğdır’da kamu görevlilerini taşıyan servisleri korumakla görevli polislerden 13 kişi hain bir pusuyla yaşamlarını yitirmişler.

Şu anda tahmin ediyorum, dağlar,dereler, mağaralar bombalanıyordur. Akşam haberlerinde kaç teröristin öldüğü açıklanır.

Hani, ”sözün bittiği yer vardır” ya, an itibariyle tam da o noktadayım.

Aklıma da, duygularıma da hakim olamıyor, ne diyeceğimi, ne yazacağımı bilemiyorum.

İşin sıkıntılı yanı, böylesi durumlarda yazdığınız her yazı, söyleyeceğiniz her söz yanlış anlamalara muhatap olur.

Şehit sayısını açıklamak için niye bu kadar beklediniz, dendiğinde” kötü hava koşulları” gerekçesi ileri sürülüyor. Hava yağmurlu ve üstelik sis olduğu için iki kilometrelik yere ancak on saatte ulaşabilmişler.

Askerliğini öğretmen olarak yapmış, askeri bilgisi kıt biri olarak benim aklım yine almıyor bir türlü. “Madem hava koşulları çok kötüydü, her an saldırı ihtimali olan bir bölgede bu askerleri niye mayın taramasına gönderirsiniz?" demek geliyor içimden.

Madem hangi kampı, hangi dağı ya da dereyi bombalayacağınızı biliyorsunuz, illa teröristlerin baskın yapıp, asker ya da polisleri öldürmesini mi beklediniz?” desem, savaş çığırtkanlığı mı yapıyorsun, diyebilirler.

Ve hatta kimileri daha da ileri gidip, "TSK ya akıl mı veriyorsun?" diyeceklerdir.

Benim yerimde siz olun, nasıl yorumlarsınız tüm bu olanları.

Bir yanda, karanlık ve derin sularda gezinen, giderek güvenirliliğini, meşruiyetini daha çok yitiren bir Cumhurbaşkanı, yanı başında onun arkasını toplamaktan yorgun düşmüş bir Başbakan, çevrelerinde de yeniden vekil olabilmek adına suskun, sinmiş bir dolu siyasetçi.

Yeniden iktidar olabilmek için her yolu denediğine inanılan AK Parti’nin karşısında iktidar hedefleyen tek bir muhalefet partisi olmadığı gibi, seçim sonrasında oluşabilecek bir koalisyon ihtimaline göre politika belirleme öngörüsü de yok.

Oysa ülke kan gölüne dönmüş, toplum; patlamaya hazır bomba gibi her türlü taşkınlığa, provokasyona açık hale gelmiş, halk yitirdiği canlara ağlıyor.

Oysa daha dün, Bodrum Akyarlar da cansız bedeni karaya vuran Suriyeli üç yaşındaki Aylan için, aynı yerde yüzlerce duyarlı yurttaş siyah giysilerimizle toplaşıp, “mülteci sorununa nasıl çözüm bulunabilir? Bizler ne yapabilir, nasıl katkı koyabiliriz” diye konuşmuştuk.

Şimdi ne mülteci sorunu, ne üç lirayı aşan dolar, ne Doğu Karadeniz de yaşanan sel felaketi, ne yaklaşan seçimler, ne de kimlerin milletvekili adayı olacağının bir anlamı da yok, önemi de.

Yaşamımızı böylesine derinden etkileyen, gündemimizi bu denli meşgul eden o kadar çok sorunumuz var iken, Dağlıca da öldürülen tabur komutanının doksan yaşındaki ninesinin, kan çanağına dönmüş gözlerini gördükten sonra ne söylenebilir, ne yazılabilir ki!

İnanın yazmak gelmiyor içimden.

Bu karmaşık olayları çözmeye çalışmaktan yorgun düşen beynime söz geçiremez durumda, yazmak yerine; çıkıp dağlara doğru haykırmak geçiyor içimden.

Niye bu kirli savaş?

Yetmedi mi aldığınız canlar?

Bu hırs, bu öfke, bu kin neden?

Alın götürün, petrolü, doğal gazı, yer altı sularını.

Tüm zenginlikler, doğal kaynaklar sizin olsun.

Biz bir lokma ekmeği de paylaşmasını biliriz.

Yeter ki, susturun şu silahları

Dinsin anaların gözyaşları

Çocuklar yetim kalmasın.


 

AYHAN ONGUN

Gazeteci-Yazar 

08.09.2015/BODRUM

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.