Barış istiyor muyuz?

18 Aralık 2013 14:25 / 1100 kez okundu!

 

 

Kişiler arasında barışın koşullarıyla toplumsal barışın koşulları farklıdır. 

İnsanların birbirleriyle olan ilişkisinde yanlış anlamalar, duygusal tepkiler ya da subjektif nedenlerle kırgınlıklar, dargınlıklar yaşanabildiği gibi, ihanet düzeyinde, telafisi mümkün olmayan düşmanlıklar ve nefret ortamı oluşabilir.

Böylesi bir durumda bile bu insanları barıştırmak için devreye birilerinin girmesi, arabuluculuk yapması gerekirken; koskoca bir toplumu neredeyse bir iç savaşın eşiğine getiren, on binlerce insanın yaşamına mal olan bir kavganın sonrasında toplumsal uzlaşı için birilerinin arabuluculuk yapmasını yadırgayan, karşı çıkanların iyi niyetinden kuşku duymak gerekmez mi?

Ülkeyi yöneten iktidarların birinci derece sorumlu olduğu, ülkemizde on yıllardır süren bu kaos ve düşmanlık ortamının ortadan kaldırılması, bu coğrafyada yaşayan herkesin eşit yurttaş statüsünde, barış içinde bir arada yaşayabilmesinin koşullarının yaratılması, bu ülkeye karşı sorumluluk duyan herkesin görevi değil midir?

Öyleyse niye ve kimler, bu karanlık, çatışmacı ortamın devamından yanalar? Barış ve özgürlük çabalarından, yeni ve sivil bir anayasanın yapılmasından, demokratik dönüşümlerin gerçekleşmesinden, toplumun kanayan yarası, uzun tutukluluk halinin kaldırılmasından, gerçek anlamda bir demokrasinin kurum ve kurullarıyla yerleşmesinden rahatsız olanlar kimlerdir?

Daha net ve anlaşılır dille, kimler barışa karşıdırlar?

Bu soruların yanıtını bulmadan ülkede huzurun, barışın, demokrasinin yerleşmesini beklemek boş bir hayalden öteye geçemez.

Gerek darbeye teşebbüsten yargılananlar, gerekse başka nedenlerle yargılanan; ancak tedbir olmaktan çıkıp, cezaya dönüşen uzun tutukluluk nedeniyle kendileri bir yana, aileleri, yakınları mağdur olanlardan dolayı toplum vicdanında da derin yaralar açan durumun ortadan kaldırılmasına yönelik Anayasa Mahkemesinin aldığı karar, tüm toplum kesimlerinde bir rahatlama ve umut oluşturmuştu.

Mustafa Balbay’ın da Mehmet Haberal’ inde belli kesimler tarafından kahraman gibi gösterilmeye çalışılmasına karşın kamu vicdanında pek de masum olmamalarına rağmen tahliye edilmeleri olumlu bir gelişmeydi.

Ülkede barışın tesis edilmesi adına yeni ve beyaz bir sayfa açılması, kimi kesimleri rahatsız etse ya da kabul edilmese de artık mutlaka atılması gereken bir adım olarak iktidarın ve TBMM nin önünde bir görev olarak duruyor.

Ancak yaklaşan yerel seçimler, bir anlamda bir yıl sonra yapılacak genel seçimlerin bir provası niteliğinde olacağı için, tüm siyasi partiler; oy uğruna toplumu germekten, barışa giden yolu engellemekten geri durmuyorlar.

Mustafa Balbay’ın tahliyesinin ardından BDP Milletvekillerinin de tutukluluk hallerinin kaldırılması taleplerinin; “kararın bireysel bir başvuru olduğu için, yalnızca o davayla ilgili olduğu” gerekçesiyle reddedilmesi, tartışmaları yeniden alevlendirdiği gibi, barış umutlarını da kararttı.

Olayın ilginç yanı, hakimlerin gerekçe olarak gösterdiği anayasal durumu, aynı mahkemenin savcısı bilmiyor mu ki; sanıklar için tahliye talep ediyor?

Yargıçlar açısından belki bu durumun hukuki bir izahı olabilir ama aynı mahkemenin iki kurumu arasındaki bu çelişki, doğal olarak kamu vicdanını rahatsız ediyor.

Barış için atılan adımlardan rahatsız olan kesimler yeniden bir oyun mu tezgahlıyorlar diye düşünüyor insan.

Peki, her fırsatta demokratik açılımdan, barıştan söz eden, eşit yurttaşlık kavramına vurgu yapan iktidar ve Başbakan Erdoğan niye bu konuda tavrını açıkça ortaya koymuyor?

Geldiğimiz noktada siyasetin gerçek yerine oturması bir yana, barış içinde bir arada yaşama, demokrasi ve özgürlük söylemlerinde kimlerin samimi olduklarını ölçecek önemli bir test olacak iktidar ve muhalefetin tavrı.

Toplumun büyük çoğunluğunun, her şeye rağmen ülkeye barış gelmesini istedikleri bir gerçek. Ancak birilerinin barışı istemediği de daha yakıcı ve tehlikeli bir gerçek.

Şimdi gerçek anlamda barış ve özgürlükten yana olan, demokrasi talep eden tüm kişi ve kurumların; barışa düşman, insana ve ülkesine düşman bu karanlık odakları-tv.leri, gazeteleri, siyaset baronlarını teşhir etmelerinin, bu insanlık düşmanı çevrelere karşı mücadele etmelerinin tam da zamanıdır.

Böylesine yaşamsal bir konuda, hiç kimsenin eyyamcılık yapma, kişisel hırs ve çıkarları uğruna barış mücadelesine zarar verecek, bu uğurda verilecek mücadeleyi erteleme, savsaklama hele de yok sayma lüksü ve hakkı yoktur.

Konu barış olunca, kimi fedakarlıklar, tavizler anlamsız hale geliyor.

Barış uğruna verilecek her mücadele, atılacak her adım kutsaldır. Bu adımı kimin attığı, mücadeleyi kimlerin başlattığı değil, önemli olan tüm siyasi önyargılardan bağımsız olarak barışı istemektir.

 

Ayhan ONGUN

Gazeteci-Yazar

17.12.2013/BODRUM

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.