Kur dalgalanması ve ekonomimiz

03 Eylül 2018 16:01 / 1137 kez okundu!

 

 

Yirminci Yüzyıl’ın en önemli iktisatçılarından Lord Keynes, “Bir ülkeyi tahrip etmek istiyorsanız, o ülkenin parasını bozun” mealinde sözler sarf etmişti. Bunu ilk ve tek gören o değildi. Sağlam paranın ülkelerin ekonomik hayatında –dolayısıyla her şeyinde- en önemli unsur olduğunu gören kimseler ve şaşmaz biçimde gösteren tarihî tecrübeler Keynes’ten önce de boldu. Bugün de durum aynı. Bir ülkeyi bir tür “nakavt” etmenin yolu, çoğu zaman ve çoğu kimse tarafından zannedildiği gibi onu askerî olarak yenmek ve işgal etmek değil, finansal olarak çökmesini sağlamaktır. Böyle bir çöküş gerek iç gerekse dış faktörlere bağlı olarak zuhur edebilir.

 

****

 

Kur dalgalanması ve ekonomimiz

 

Yirminci Yüzyıl’ın en önemli iktisatçılarından Lord Keynes, “Bir ülkeyi tahrip etmek istiyorsanız, o ülkenin parasını bozun” mealinde sözler sarf etmişti. Bunu ilk ve tek gören o değildi. Sağlam paranın ülkelerin ekonomik hayatında –dolayısıyla her şeyinde- en önemli unsur olduğunu gören kimseler ve şaşmaz biçimde gösteren tarihî tecrübeler Keynes’ten önce de boldu. Bugün de durum aynı. Bir ülkeyi bir tür “nakavt” etmenin yolu, çoğu zaman ve çoğu kimse tarafından zannedildiği gibi onu askerî olarak yenmek ve işgal etmek değil, finansal olarak çökmesini sağlamaktır. Böyle bir çöküş gerek iç gerekse dış faktörlere bağlı olarak zuhur edebilir. 

 

Para ekonomi biliminin en zor konularından biri. Para su gibi akışkan ve hava gibi avuçlanamayan bir unsur. İskoç asıllı tarihçi Niall Ferguson’un haklı olarak işaret ettiği gibi (Paranın Yükselişi, YKY Yayınları) para ve paraya dayalı varlıklarla ilgili işlemlerden oluşan finans sistemi insan uygarlığının başka her şeyden daha önemli bir unsuru. İyi işleyen bir finans sistemi insanlığın refahının, çöken bir finans sistemi ise insanlığın beşerî felakete uğramasının anahtarı.

 

İster mal–para (altın, gümüş, bronz  vs.) ister bir madene dayalı para (altına bağlı para) ister itibarî para (banknot) olsun, finans siteminin temelinde güven yatıyor. Nitekim “güven”, “itibar” gibi anlamlara gelen ve birçok Batı dilinde bir biçimde var olan “credit” kelimesi “inanç” anlamına gelen “credo”dan türemiştir. İnsanların inançlarını, güvenlerini kaybetmesi her tür paranın ve finans siteminin krize girmesi bazen çökmesi sonucunu veriyor. Bu gelişmiş, dev ekonomiye sahip ülkeler için de minicik ekonomileri olan ülkeler için de geçerli.

 

Para ve finans belli bir ülkenin, kültürün icadı değil. Aynı anda dünyanın birçok yerinde doğmuş ve gelişmiş.  İnsanlığın gelişmesine paralel olarak para ve finans sistemleri mahallî hudutları aşıp önce bölgesel sonra uluslararası boyut kazanmış. Tersi de doğru; yani finans sistemi ulusal boyutları aşıp uluslararası nitelik kazandıkça ekonomiler de aynı yolda yürümüş. Günümüzün global dünyasında hiçbir ekonomi etrafı aşılmaz surlarla örülmüş bir korunan alanda yaşamıyor. En küçüğü de dâhil olmak üzere her ekonomi dünya ekonomisinin bir parçası. Bu yüzden, çapına ve yapısına bağlı olarak, dışından etkileniyor ve dışını etkiliyor. 

 

Türkiye maalesef son zamanlarda ağır bir kur dalgalanması problemiyle boğuşuyor. Doların (ve diğer küresel paraların) lira karşısında değer kazanması Türkiye ekonomisini sarsıyor, ciddî biçimde etkiliyor. Süreç hâlâ devam ettiği için bunun fiilî sonuçlarının neler olabileceğinin henüz tam manasıyla farkında değiliz. Çok geçmeden bilanço ortaya çıkacak ve sonuçları göreceğiz.

 

Vakayı izah yollarından biri onu ABD’nin ve kontrol ettiği büyük sermaye çevrelerinin Türkiye’ye karşı bir ekonomik operasyonu olarak görmek ve bu bakışla bunu bir “savaş” olarak adlandırmak. Bu bakışın önerdiği esas çözüm ise savaştan birlik ve beraberliğimizi koruyarak ve fedakârlık yaparak zaferle çıkmak.

 

ABD’nin görünürde tehditlerine uyup rahip Brunson’ı serbest bırakmaması aslında ise birkaç yıldır bazı konularda ABD ile ters düşmesi ve kendi yolunda girmek istemesi yüzünden Türkiye’yi terbiye etmek istediği açık. Bir askerî müdahale kolay kolay söz konusu olmayacağına göre, bunun en basit ve en etkili yolu dünya finans siteminde Türkiye’ye olan güveni sarsmak. ABD yönetimi gayet bilinçli şekilde bunu yapmaya çalışıyor. Siyasî gücünü ve dünyadaki dominant yerini kullanarak Türkiye’nin uluslararası piyasalardan kredi alma imkânlarını azaltmaya çalışıyor. Bir dereceye kadar sonuç da alıyor. 

 

Bu çabanın Türkiye yönetimi tarafından bir tür savaş gibi görülmesi-anlamlandırılması, olayın bütününü izah etmemekle beraber bir gerçeğe işaret etmiyor da değil. Nitekim Trump din adamlarıyla son buluşmasında yaptığı açıklamada rahip Brunson’u Türk yargı sisteminden kurtarmak için bir bakıma Türkiye ile savaştıklarını itiraf etti.  Demek ki hakikaten bir tür savaş var. Savaş varsa halkın desteğe çağrılması da boşuna olamaz. Hepimiz şahit olduk, bu çağrılar toplumsal karşılık da buldu ve birçok insan döviz bozdurdu.

 

Bununla beraber bu “savaş” cephede askerlerin birbirine ölüm kustuğu klasik savaşlardan farklı. Silahlar konuşmuyor; finans araçları ve finans sistemi konuşuyor. Bu sistem ve unsurları da Türk şirketlerini ve vatandaşlarımızı da kapsamakla beraber onlardan ibaret değil. İçe yönelik etkili söylem dünyada ülke içinde bulduğu karşılığın aynısını  bulamaz. Dolayısıyla, bu “savaş”ı sadece “göğsümüzü siper ederek” ve “millî birlik ve beraberliğimizi koruyarak” kazanamayız. Türkiye’nin ekonomik göstergeleri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları kadar yabancı yatırımcı kişi ve kuruluşları da müspet etkilemeyi ve Türkiye lehine olacak şekilde davranmaya teşvik etmeyi gerektiriyor. Bunun ise sırf içe yönelik birlik ve dayanışma çağrılarıyla başarılamayacağı, sistemin diliyle konuşmayı ve sistemin araçlarını kullanmayı zorunlu kıldığı açık. 

 

ABD yönetimi Türkiye’ye olan ekonomik inancın-güvenin altını oymaya çalışıyor. Türkiye’nin güvenilmez bir ülke olduğu ve yakın gelecekte önemli ekonomi sorunlarla boğuşmak zorunda kalacağı propagandasını yapıyor. Bu çok haksız ve rahatsız edici bir durum. Ancak, diğer taraftan,Türkiye’nin ekonomik dengeleri bu tür çabalarda kullanılabilecek bazı açıklar da sunuyor. Bu yüzden, ABD’ye kızmakla yetinmeyip ülke içindeki ekonomik sorunları ve zayıflıkları gidermek için adımlar atmalıyız. 

 

Bugün dünya ekonomisi önemli bir borç batağında yüzüyor. Dünyanın en borçlu ülkesi ABD. Ancak, borç verenler bir ülkenin borcun ödenebileceğine-çevrilebileceğine inandığı sürece bu sorun olmuyor. Bu demek değildir ki herhangi bir ülke finansal krizlerden daimi olarak aridir. ABD de (geçmişindeki birçok öreğin gösterdiği gibi) güvenin sarsıldığı her durumda ciddî krizlere sürüklenecektir.

 

Türkiye’nin özel sektör be kamu borçlarından oluşan bir borç stoku var. Toplam borçların GSYH’ya oranı bakımından durumu iyi görünüyor. Ancak, bu bizi garantiye almaz. Ülkeye güvenin sarsılması her ülkede –dolayısıyla Türkiye’de de- her şeyi değiştirir. Bize borç verenler ve yatırım yapan yabancılarda ülkeye olan güvenin sarsılması hâlinde bir kriz çıkmasa bile en azından yeni borçlanmaların maliyetinin yükselecetir. 

 

Türkiye’nin hızla ve çok yönlü olarak finans piyasalarına güven vermesi, tabiri caizse piyasaları teskin etmesi lâzım. Bunun bir parçası serbest piyasa ekonomisi ilkellerine ve kurallarına bağlılığı vurgulayan ve asla serbest piyasanın işleyişinin  dışına çıkılmayacağını taahhüt eden bürokratik ve özellikle siyasî söylem ise, diğer parçası MB, BDDK başta olmak üzere ilgili otoritelerin uygulayacağı parasal tedbirlerdir. Orta ve uzun vadede Türkiye’nin bazı yapısal tedbirler alması da şart. Bunlardan kaçınılırsa ve kriz bir şekilde gerekli adımlar atılmadan ötelenirse ilerde daha büyük krizlerle karşılaşabiliriz. 

 

Bunlar teknik bilgi ve sağduyu gerektiren konular. Kafadan atmakla açıklamazlar. Bereket versin, demagoji yapmaktan öteye geçemeyenler yanında ne yapılması gerektiğiyle ilgili ciddî ve seviyeli yazılar kaleme alan iktisatçılarımız da var (http://www.hurfikirler.com/futboldan-makroekonomiye-giden-bir-yol-vardir/). Ne yapılması icap ettiğine toplu olarak bakıldığına özetle şunları söylemek mümkün: Türkiye mutlaka gerçek bir sıkı para politikası uygulamalı. Fiyat istikrarı (yani enflasyonla mücadele) önemsenmeli (http://www.hurfikirler.com/fiyat-istikrarini-gercekten-istiyor-muyuz/). Faizin teknik bir araç olduğu ve para politikaları üzerinden ekonomiyi etkilemek için kullanılabileceği yolundaki iktisat ilmi tespiti gözden kaçırılmamalı. Faiz aracı kullanılmadan tam tekmil bir para politikası oluşturulamaz. Sıkı para politikası maliye politikasıyla desteklenmeli. Daha açık söylemek gerekirse, devlet ciddî biçimde kemer sıkmalı. Takip edebildiğim kadarıyla 35 milyar liralık bir tasarruf tedbirleri paketi açıklandı. Bu çok yetersiz. Çok daha fazla kamu harcamasından vaz geçmeyi içeren bir maliye politikasına ihtiyacımız var. Daha felsefî bir söylemle ülkemize daha küçük ve zinde bir devlet lâzım. 

 

Türkiye alacağı tedbirlerle içinden geçtiğimiz sancılı sürecin yarattığı tahribatı tamamen gideremese bile önemli ölçüde azaltabilir. Yerer ki gereken adımlar zamanında atılsın.

 

Atilla YAYLA

gazeteyeniyuzyil.com

30.08.2018

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.