Cumhuriyet bizim neyimiz olur?

02 Kasım 2018 16:15 / 1138 kez okundu!

 

 

Kimseyi kırmak istemem. Ama cumhuriyet kutlamalarının adeta bir taraftan kutlayanların düşünme ve akıl yürütme melekelerini bozucu diğer taraftan farklı düşünenleri terörize edici boyutlara taşınması ister istemez bir sorgulama yapmayı gerekli kılıyor. 

Mantığa dayanan bir sorgulamayla adım adım gidelim.

 

 

****

 

Cumhuriyet bizim neyimiz olur?

 

Bana mı öyle geliyor yoksa bir gerçek mi? Cumhuriyet kutlamaları her geçen yıl hem daha şatafatlı, gürültülü hem de daha kuru ve yavan hâle geliyor.

Bu seneki kutlamaların dikkatimi çeken, muhtemelen daha önceki yıllarda da şu veya bu ölçüde boy göstermiş olan bazı özellikleri şunlar:

- Belli bir kesim cumhuriyeti sanki onun üzerinde dışlayıcı bir sahiplik (tekel) hakkına malikmiş gibi kutluyor. Kutlamaları kendisi için yapmıyor veya sadece kendisi için yapmıyor, tüm gücüyle birilerinin gözüne sokmaya çalışıyor. Kutlamaları birilerinin üzerinde sopa sallarmış havasında gerçekleştiriyor. Kutlama yapmıyor adeta onlar gibi olmayanları hesaba çekiyor, yargılıyor.

- Bu sene abartı, korkarım, zirve yaptı. Cumhuriyet iyice kutsallaştırıldı ve adeta uygarlığın zirvesini ve tarihin sonunu temsil ettiği havası verildi. O kadar ki, cumhuriyet olmayan yerlerin ve/veya cumhuriyet fikrini ve tatbikatını sevmeyenlerin oturup ağlaması lâzım.

- Kişi kültü, hatta kişiye tapınma zirve yaptı. Cumhuriyet fikrinin özüne ters şekilde cumhuriyet tek kişiyle özdeşleştirildi. Tarih onunla başlatılıp onunla bitirildi. Üstelik bunu yapanlar başkalarını (yani şimdi AK Partilileri, geçmişte Menderes’i ve Özal’ı destekleyenleri) tek adama bağlanmakla, biat etmekle eleştiren kimseler.

Kimseyi kırmak istemem. Ama cumhuriyet kutlamalarının adeta bir taraftan kutlayanların düşünme ve akıl yürütme melekelerini bozucu diğer taraftan farklı düşünenleri terörize edici boyutlara taşınması ister istemez bir sorgulama yapmayı gerekli kılıyor.

Mantığa dayanan bir sorgulamayla adım adım gidelim. 

Kutlamalara bakılırsa cumhuriyet genel olarak iyi bir şeydir. Öyleyse her cumhuriyet iyidir. O zaman gelmiş geçmiş tüm cumhuriyetlerin iyi olması gerekir. Öyle mi? Sanmam. Sovyetler Birliği, Mao zamanında Çin gibi ülkeler de cumhuriyetti ama tarihin gördüğü en despotik, insan hak ve hürriyetlerini en fazla ihlâl eden rejimlerdi. Bugüne bakarsak, Mısır bir cumhuriyet, Suriye de. Bunlar iyi olarak vasıflandırılabilecek cumhuriyetler mi? Elbette hayır. O zaman buradan çıkan sonuç şudur: Bazı cumhuriyetler iyidir bazı cumhuriyetler kötüdür. 

Hangi cumhuriyetin iyi hangisinin kötü olduğunu nasıl belirleyeceğiz? Dayandığı, savunduğu ve hayata aktarmaya çalıştığı değerlere bakarak. Bu konuda herkesin hemen kabul edeceği bir değer seti belirlemek zor. Öyle olsa zaten cumhuriyetler birbirinden farklılaşmazdı. Bir sosyaliste göre, sosyalizmi kuran cumhuriyet diktatörlük de olsa iyidir. Daha doğrusu o diktatörlük değildir. Bir faşist cumhuriyeti tek adam kültüne dayandığı ve saf ırk veya saf kültür temelli milleti yücelttiği ölçüde iyi görecektir. Bir İslamcı, İslâmî değerler olduğuna inandığı değerlere dayanan bir cumhuriyet fikrini kabul edecek ve göklere çıkaracaktır. Bizi ilgilendiren, herhâlde, demokrasi, hak ve özgürlükler, barış gibi değerlerdir. Oysa sözünü ettiğim cumhuriyetler bunlardan uzaktı. Hepsi de baskıcıydı. İçerde muhalif ve beğenilmeyen kesimlere karşı savaş yürüttü. Tüm hak ve özgürlükleri gasp etti. Kısaca onlar kötü cumhuriyetlerdi. 

Ya Türkiye Cumhuriyeti?

Türkiye cumhuriyeti söz konusu olduğunda ya gözümüzü kapatıp bizim cumhuriyetimiz bizim olduğu için kayıtsız şartsız ve peşinen iyidir diyeceğiz ya da her cumhuriyeti değerlendirmede kullandığımız ölçütleri ona da uygulayacağız. Belli kesimler daha ziyade ilk çizgiyi takip ediyor. Ne yapacakları kendilerinin bileceği iş. Ama düşünce ve değerlendirmelerini sopa gibi başkalarının kafasının üzerinde sallayınca iş değişir. Bu gibi yazıların ortaya çıkma sebebi işte bu tavırdır.

Başka yerlerde ve zamanlarda daha ayrıntılı olarak yazdım ve ifade ettim. Burada da kısaca tekrarlayayım. 

Türkiye cumhuriyeti söz konusu olduğunda ya gözümüzü kapatıp bizim cumhuriyetimiz bizim olduğu için kayıtsız şartsız ve peşinen iyidir diyeceğiz ya da her cumhuriyeti değerlendirmede kullandığımız ölçütleri ona da uygulayacağız. Belli kesimler daha ziyade ilk çizgiyi takip ediyor. Ne yapacakları kendilerinin bileceği iş. Ama düşünce ve değerlendirmelerini sopa gibi başkalarının kafasının üzerinde sallayınca iş değişir. Bu gibi yazıların ortaya çıkma sebebi işte bu tavırdır. Başka yerlerde ve zamanlarda daha ayrıntılı olarak yazdım ve ifade ettim. Burada da kısaca tekrarlayayım. 

Türkiye’de 1923’te kurulan cumhuriyet maalesef bu nitelikteydi. Bir taraftan sınırsız bir iktidar arzusuna diğer taraftan bu arzuyu meşrulaştıracağına inanılan, böyle yapması umulan bir toplumsal devrim sevdasına dayanmaktaydı. Bu cumhuriyet Mısır’ın ve Suriye’nin cumhuriyet olması anlamında cumhuriyetti ama demokratik hak ve özgürlüklere dayanan bir cumhuriyet olma anlamında cumhuriyet değildi. Niçin? Çünkü iktidar korkunç derecede merkezileştirilmişti; temel hak ve özgürlükler ya budanmış ya da tamamen yok edilmişti; siyasal temsil mekanizması geriletilmişti. İktidar halkın tasvibiyle iktidara gelir ve halk tarafından hesaba çekilebilir değildi. Toplu olarak değerlendirildiğinde, tek parti cumhuriyeti, demokrasi ve temel hak ve özgürlükler bakımından, bir ilerlemeden çok bir gerilemeye tekabül etmekteydi. Cumhuriyet bu menfi niteliklerinden kurtularak gerçek bir Atilla Yayla 30 Ekim 2018, 00:00 İletişim adreslerimiz: ihbar@yeniyuzyil.news ve info@yeniyuzyil.news cumhuriyet olmaya 1945’te başlayıp 14 Mayıs 1950’de ilk safhası tamamlanan bir süreçle ulaştı. Bu süreç, kaçınılmaz olarak, bir anlamda, tek parti cumhuriyeti döneminde yapılan şeylerin birçoğunun tasfiye edilmesi anlamına gelmekteydi. Atatürkçüler o günden beridir tüm demokratikleşme hamlelerini “karşı devrim” adımları olarak diline dolamakta, karalamakta. 

Başka bir deyişle Türkiye geride kalan 95 yılda iki cumhuriyet dönemi yaşadı. İlki tek partili cumhuriyetti, ikincisi ise çok partili, yani demokratik cumhuriyetti. 1950’den bugüne kadar birçok siyasî kriz bu iki farklı cumhuriyet fikrinin ve tatbikatının bitmeyen kavgasının sonucuydu.

İşte bütün bu sebeplerle bence 29 Ekim cumhuriyetin kuruluş tarihi olmaktan ziyade bağımsız, egemen bir devletin kuruluş tarihi olarak anlam ve değer taşımakta. Bu gerçek kabul edilir ve sindirilirse cumhuriyet kutlamaları da normalleşir, çağdaşlaşır, insanileşir…

 

Atilla YAYLA

30.10.2018

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.