KİTAP İMHASI ve ERGENEKON

28 Mart 2011 17:20 / 1973 kez okundu!

 


Ergenekon davasından tutuklanan Ahmet Şık'ın yazdığı ancak henüz basılmamış “İmamın Ordusu” adlı kitabın taslaklarına yönelik sürek avı başlatıldı. Mahkeme kararı ile kitabı yayınlayacak İthaki Yayınevi’ndeki, Radikal Gazetesi’nden Ertuğrul Mavioğlu’ndaki kitabın nüshaları toplandı, bilgisayarlarından silindi, ayrıca Ahmet Şık’ın eşi Yonca Şık ile avukatı Av.Fikret İlkiz’den de ellerinde bulunan nüshalar istendi.

Kararda “kitap taslağının teslim edilmemesi halinde ‘3 aya kadar disiplin hapsini’ öngören CMK’nın 124.maddesinin uygulanacağı, aynı zamanda 'terör örgütüne yardım ve yataklık’ suçu kapsamında değerlendirileceği” de yazılıymış.

Neresinden tutalım bilmem ki; Ergenekon’la ilişkilerinin varlığı kamu vicdanında kabul görmeyen gazeteciler Ahmet ŞIK ve Nedim ŞENER’in tutuklanması, ardından henüz yargılama yapılmadan peşinen kitap taslağının imha edilmesi, üstüne savunma hakkını ortadan kaldırırcasına avukattaki nüshanın da imha edilmesi, bu da yetmedi; “terör örgütüne yardım yataklık” suçlaması ve hapis cezası tehdidi.

Nedim ŞENER’i çok yakından tanımıyorum, ama Ahmet ŞIK’ı yakından tanıyorum, o yüzden ona tanıklık ederim. Ahmet ŞIK, insan haklarının yerle bir edildiği, başka gazetecilerin çekindiği pek çok olayı haber yapan, hak savunuculuğu çabalarımızda varlığıyla bize cesaret veren, bizimle birlikte dayak yemeyi bile göze alan bir gazetecidir.

Ahmet’in tutuklanmasının ardından, “tutuklanma nedeninin kitabı olmadığı” açıklanmıştı, pekiyi henüz kitap basılmadan nedir bu telaş, bu korku? Bu hukuk mu? Hukuksa, buna “düşüncenin hukuka boğdurulması” denmez mi?

Yıldırım Türker 28 Mart 2011 tarihli Radikal Gazetesi’ndeki yazısında, gazetesine yapılan polis baskınına neden dilenilmediğini sorguluyor. “…Ama benim canımı yakan, ellerinde hiçbir savcıya yakışmayacak bir gerekçeyle gazete kapısında peydah olan polisler karşısında gazetecilerin hiçbir direniş göstermemiş olmasıdır. Neden o polislere savcılarını da utandıracak şekilde bir direniş gösterilmiyor?...” (bknz: Çok radikal direniş - Yıldırım Türker). Yeri gelmişken, “Radikal Gazetesi’nde sekiz yıl çalışan ve çok başarılı bir gazeteci olan Ahmet ŞIK’ın maaşlarının bordrolarda eksik gösterilmesi, fazla çalışma ücretlerinin, bayram ve resmi tatil günlerinde çalışmalarına ilişkin mesailerinin ödenmemesine itiraz etmesi üzerine, “performansın düştü” diye işten atıldığını” anımsatmak isteriz.

Hükümetin Sorumluluğu

Yaşanan olayların kaygı veren diğer boyutu da Ergenekon davasına vereceği zarar. Toplumun bir bölümü Ergenekon davasına hiç inanmadı. Onlar açısından değişen bir şey yok. Ama benim gibi bir kısmımız ise “hukuk güvenliğinin tesisi ve demokratik toplumun yaratılması çabasının başlangıcı olabileceği” düşüncesiyle bu davayı çok önemsedik.

Kamu vicdanını yaralayan tutuklamalar, kitabın peşine düşmeler, tehditler davaya güveni ve beklentileri zayıflatıyor. İster istemez “ne oluyor Ergenekon davası kapatılıyor mu” diye sormak geliyor. Bu tür davalarda, toplumun desteği olmadan gerçeğe ulaşmanın ve sonuç almanın mümkün olmadığını Susurluk davasıyla gördük, yaşadık.

Yaşananlar karşısında siyasi iktidar, "soruşturmalar, tutuklamalar yargının işidir" diye sorumluluktan kurtulmaya çalışıyor. Oysa, soruşturmalar kolluğun ve istihbarat birimlerinin topladığı bilgi ve belgelerle yapılmaktadır, dolayısıyla yapılan yanlışlardan hukuksuzluklardan AKP Hükümeti doğrudan sorumludur. Ahmet ŞIK’ın tutuklanmasından sonra, avukatı Av.Akın Atalay ile soruşturma Savcısı arasında geçen konuşmanın basında yer almasıyla (bknz: Akın Atalay: Darbe girişimleri de adil yargılama da Türkiye için hayati) bu gerçeği tüm kamuoyu da öğrendi.

Diğer yandan AKP’nin 8 yılı aşan iktidarı süresindeki uygulamalarına bakarak da sorumlu mu sorumsuz mu karar verebiliriz. Kişi güvenliğine tehdidi kurumsallaştıran CMK 250 maddesi ile Terörle Mücadele Yasası ve Cezaların İnfazı Hakkındaki Yasası hangi iktidar dönemine ait, uygulama güven veriyor mu? Bütün bunlar “AKP iktidarı, kendi için adalet, halk için adaletsizlik yaratmıştır” değerlendirmesini haklı kılıyor.

Ergenekon soruşturması başladığında “Susurluk, Ergenekon, bu kez sıkı durmalıyız” başlıklı yazıda “Geç de olsa Ergenekon soruşturması umut verici, barış içinde birarada yaşanacak bir Türkiye özleyenlerin bu soruşturmayı önemsemesi ve izlemesi gerekmektedir. Bunu “düzen içi hesaplaşma” diye küçümsemeye hiç hakkımız yok. Susurluk’ta bir fırsat kaçtı, bu kez sıkı durmalıyız, derinliğine soruşturulması, sonuna kadar gidilmesi ve hukuk dışı yapıların dağıtılması için daha çok çaba harcamalı” demişim. (bknz: Susurluk, Ergenekon, bu kez sıkı durmalıyız)

Gerçekten sıkı durduk mu, davayla ne kadar ilgilendik? Otuz yıldır, ‘Anayasa’nın geçici 15. maddesi kalksın, darbeciler yargılansın’ derken, geçici 15.madde kalktı, darbecileri yargılatmayı unuttuğumuz gibi, Susurluğu, Ergenekon’u unuttuk mu yoksa?


Arif Ali Cangı

28.03.2011

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.