DTP’nin Taşlanması ve Kapatılması

13 Aralık 2009 23:37 / 1745 kez okundu!

 


Demokratik Toplum Partisi (DTP) Anayasa Mahkemesi tarafından temelli kapatıldı. Demokratik siyaseti en çok savunan Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un da içinde bulunduğu 37 kişinin 5 yıl süresince herhangi bir siyasi partide siyaset yapması yasaklandı.

Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararı Resmi Gazete’de henüz yayımlanmadı ancak karar “borsanın tepetaklak olmasını önlemek için olsa gerek” Cuma akşamı Mahkeme Başkanı tarafından basın toplantısıyla açıklandı. Kararın içeriği kadar açıklanış biçimi de dikkat çekici; Anayasa Mahkemesi kararları gerekçeli biçimde Resmi Gazete’de yayımlandığı zaman yürürlüğe girer, hatta anayasa “İptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz” kuralını koymuştur. Parti kapatma ile iptal kararları aynı nitelikte değil, ancak parti kapatma kararının yayınlanmasına ilişkin anayasada özel bir düzenleme bulunmamaktadır. O halde parti kapatma kararlarının da Resmi Gazetede yayımlanmadan hüküm doğurması mümkün değildir. Ama kararın açıklanması sonuç doğurmaya başladı bile. İlk olarak DTP Milletvekilleri parlamento çalışmalarına katılmayacaklarını açıkladılar.

DTP’nin kapatılmasının sonuçları hukuksal değil siyasi olacaktır, toplumsal ve siyasal hayatımıza olumsuz etkilerini önümüzdeki günlerde daha yakıcı biçimde yaşayacağız. Kimse bahaneler aramaya çalışmasın, DTP’nin kapatılması Türkiye’nin demokrasi sorununu bir kez daha gözümüze sokmuştur.

Kapatma kararı şiddet yanlılarının elini güçlendirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Kürt sorununun çözümlenmesi gerçekten isteniyorsa, şiddetin durması, silahların susması gerçekten isteniyorsa, Mecliste DTP olmadan bu nasıl olacak? Şimdi Kürtlere sorunun çözümünün demokratik siyasetle olacağını anlatmak daha da zorlaştı, ama ben yine de dışlanmışlığa, yok sayılmışlığa karşın, Kürt halkının barıştan ve kardeşlikten yana olacağına inanıyorum. Mart/2009 yerel seçimlerinde İzmir’de yaşadığımız “Birlikte Başaracağız” deneyimi bu beklentimi güçlendiriyor. İzmir seçmeni AKP ve CHP arasında bir seçim yapmış olsa da seçim çalışmaları başlı başına umut ve güven vericiydi. Yaşadığımız olumlu havanın yanı sıra, hoşgörüsüz, tahammülsüz, ötekini yok sayma ve yok etme havası da hissediliyordu. DTP konvoyuna yapılan saldırı, İzmir’in havasının iyice bozulduğunu gösterdi.

İzmir’e yakıştı mı?
İzmir'in Seçimi başlıklı, seçimlerden sonra yazdığım yazımda “İzmir'de seçimlere korku egemen oldu” demiştim. 22 Kasım günü güpegündüz kentin merkezinde DTP konvoyuna yapılan saldırıdan sonra İzmir’den “korkulur” oldu.

DTP konvoyuna saldırının öncesinde yaşanan bir takım olayların önemsenmemesi İzmir’i bu hale getirdi. Yerel seçim çalışmalarında bizzat yaşadığım olaylar geliyorum diyen tehlikenin ayak sesleri gibiydi. Birlikte Başaracağız Platformu’nun Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak gösterilmem ve yürüttüğümüz seçim çalışmaları, kızımın sınıf arkadaşlarından birisinin anne ve babasıyla ahbaplığımızın sona ermesine yol açtı. “…Kendilerinin CHP’li, Atatürkçü ve Milliyetçi bir İzmirli oldukları, DTP’nin de desteklediği bir aday olmam nedeniyle bırakınız oy vermeyi, bundan sonra görüşmek bile istemedikleri, hatta çocuklarımızın arkadaşlığından da hoşlanmayacakları…” sözlerini duyduğumda önce şaşırmış, sonra kaygılanmaya başlamıştım. Bayındır’ın Çırpı Beldesi’nde DTP adayının mitingi için parti bayraklarıyla süslenen alana onyıllardır beldede yaşayan Kürtlerin gelmeye korktuklarını gördüğüm zaman da şaşırmıştım. Sanki sıkıyönetim varmış gibi bütün yollar panzerlerle tutulmuştu, kolluk amirleriyle biraz da restleşme sonucunda güvenlik kordonunun çözülmesiyle alanı dolduran, çoğunluğu kadın olan ve barış türküleriyle halaylar çeken kalabalık umutlandırmıştı. Saldırıya uğrayan, yakılmak istenen seçim büroları da İzmir’de hoşgörünün yok olduğunu gösteriyordu. Köprü ayaklarındaki “Bir Cana Bin Can İsteriz” yazılarının ciddiye alınmaması da tam bir aymazlıktı.

Ne yazık ki; İzmir’de olaylar sonrasındaki değerlendirmeler, saldırıdan daha da ürkütücü olmuştur. Kentin göbeğinde, güpegündüz konvoy halinde giden araçlara kaldırım taşları sökülerek saldırılıyor, balkonlardan tüpler atılıyor, insanlar yaralanıyor, başlarında İl Emniyet Müdürü olan kolluk güçleri güvenliği sağlayamıyor. Bu ilkel saldırganlık, tahammülsüzlük ve güvenlik rezaleti eleştirilmesi gerekirken, taşlama “öz savunma hakkı” olarak savunulabilmiştir. Saldırıyı eleştirenler de İzmir düşmanı ilan edilmiştir.

Şimdi DTP kapatıldı, DTP konvoyuna taş atan gençler, tencere fırlatan kadınlar, saldırıyı hoş gören İzmirliler acaba ne düşünüyorlar? Zafer kazanmış havasındalar mı, yoksa kaygılandılar mı? Kaygılandılarsa buna biraz da kendilerinin neden olduklarının farkındalar mı?

DTP, Kürtlerin siyaset yapabildikleri, kendilerini güvende hissettiği bir yuvaydı, bu yuva önce dışlandı, sonra taşlandı ve sonunda kapatıldı. DTP kapatıldı, şimdi, bu ülkeyi tüm etnik, dinsel farklılıklarımız ile hepimizin yurdu yapmak, demokratik ve barış içinde, özgür, eşit ve kardeşçe yaşanacak bir ülke yaratmak hepimizin sorumluluğu olarak önümüzde duruyor. İzmir’i etnik, dinsel, cinsel farklılıklarıyla barış içinde özgürce yaşanan bir kent haline getirmek de en başta biz İzmirlilerin görevi.


Arif Ali Cangı
Aralık/2009
cangi@cangi.av.tr






 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.