Anayasa Değişikliği Notları - 5

30 Ağustos 2010 22:24 / 1881 kez okundu!

 


Anayasa değişikliği tartışması sağlıklı yürütülmüyor. Söylenenlere bakınca sanırsınız ki; 12 Eylül’de genel seçim var. Böyle olunca da anayasa değişiklikleri gözden kaçırılıyor, halkın sağlıklı karar alması engelleniyor. Toplum AKP ile CHP- MHP’nin düşünce ve zihniyetleri arasına sıkıştırılıyor.

Oysa, 12 Eylül 2010 tarihinde parlamentoyu ve iktidarı değiştiren seçim olmayacak, hükümet için de güven oylaması yapılmayacak, yalnızca anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesi oylanacak. Özellikle soldaki AKP fobisi, adeta akıl tutulmasına yol açıyor. AKP’nin ideolojik yapısı ve sınıfsal özü göz ardı edilerek itirazlar ileri sürülüyor, değişiklikleri olumlu değerlendirenler “AKP'den daha fazla AKP’ci olmak"la suçlanıyor, özgür tartışma ortamı yok. Anayasa değişikliğinin değerlendirilmesinde, ilkelerimize uygunluk, toplumsal taleplerimizi karşılayıp karşılamadığı ya da ne kadarını karşıladığının üzerinde durmak gerektiğini düşünüyor ve bu nedenle değerlendirme yazılarını sürdürüyorum.

Pozitif Ayrımcılık

Kanun Önünde Eşitlik başlığını taşıyan Anayasanın 10.maddesi değişikliği ile kadınlara uygulanacak pozitif ayrımcılığın anayasadaki eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmayacağı vurgusu yapılmaktadır, diğer yandan eklenen fıkra ile de aynı şekilde çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için getirilecek pozitif ayrımcı uygulamaların da eşitlik ilkesine aykırı olmayacağı anayasal kural haline getirilmektedir. Ailenin Korunması başlıklı 41. maddesi de başlığı “Ailenin Korunması ve Çocuk Hakları” şeklinde değiştiriliyor, “Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.” biçiminde iki fıkra ekleniyor.

Bu değişikliklere karşı “hakların yasal düzenlemelerden önce geldiği, halkoylamasına sunulmasının doğru olmadığı” ve “değişikliğin yetersiz olduğu” ileri sürülüyor.. Hakların yasal düzenlemelerden önce geldiği ve halkoylamasına sunulmaması gerektiği görüşüne katılıyorum. Ancak yasal güvencelerin oluşturulmaması halinde hakların kullanımının olanaksız hale geldiği de yaşanan bir gerçekliktir. Diğer yandan çocuk haklarına ilişkin değişikliğin mecliste görüşülmesi sırasında BDP’nin "Çocuk hakları sözleşmeleri çekincesiz olarak uygulanır" cümlesinin eklenmesi önerisinin kabul edilmemesini de önemli bir eksiklik olarak görüyorum. Türkiye, 1995'te yürürlüğe soktuğu Sözleşme'de, anadilinde eğitimin önünü kapatmak için üç maddeye çekince koymuştu. Eksikleri olmasına karşın, değişiklikler fiili eşitliğin sağlanmasına kapı açabilecek, eşitlik taleplerinin dayanağını oluşturabilecek niteliktedir.

Kişisel verilerin korunması

Özel Hayatın Gizliliği başlıklı 20. maddeye eklenen fıkrayla kişisel verilerin korunmasını, bilgilere erişme, düzeltilmesini ve silinmesini isteme, rıza dışında kullanılmasını önlemeye yönelik düzenleme getirilmiştir. Neredeyse herkesin fişlendiği bir toplumda önemsenmesi gereken bir düzenlemedir.

Yurtdışına çıkış yasağı sınırlaması

Yerleşme ve Seyahat Hürriyeti başlıklı Anayasanın 23. maddesinin “Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, vatandaşlık ödevi ya da ceza soruşturması veya kovuşturması sebebiyle sınırlanabilir” biçimindeki beşinci fıkrası “Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir.” biçime dönüştürülüyor. Değişiklik yurtdışına çıkışı ancak ceza soruşturması kapsamında yargıç kararı ile sınırlandırılması kabul edilerek, vatandaşlık ödevi gibi soyut konularda idarenin keyfi yurtdışına çıkış yasağı koyması ortadan kaldırılmıştır. 12 Eylül Darbesi sonrasında tedavi için yurtdışına çıkması gerektiği halde, izin verilmeyen ve ölüme terk edilen bu ülkenin yüz akı aydınları anımsadığımızda değişikliğin değerini anlayabiliriz. Örneğin Ruhi Su’yu anımsayın; Ruhi Su, 12 Eylül yönetiminin yurtdışına çıkış yasağı koyması nedeniyle yakalandığı amansız hastalığın tedavisini yurtdışında yaptıramamıştı ve 20 Eylül 1985'de yaşamını yitirmişti.

Bilgi Edinme Hakkı ve Kamu Denetçiliği

Dilekçe başlıklı Anayasasının 74. maddesinin başlığı “Dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı” şeklinde değiştiriliyor ve kamu denetçiliğine ilişkin eklemeler yapılıyor. Değişiklikle bilgi edinme hakkı, dilekçe hakkı ile birlikte anayasaya girmiştir. Kamu idareleri ile yurttaşlar arasındaki uyuşmazlıkların çözümü konusunda yeni bir kurumsal yapı (Kamu denetçiliği) oluşturulmuştur.

Kamu Denetçiliği (Ombudsman) yargısal denetimin son derece yavaş işlemesi, yargılama giderlerinin yüksek olmasından dolayı doğmuş bir kurumdur. İlk defa 1809 Anayasası ile tüm kamu idareleri ve mahkemelerini denetlemek, memurların ve yargıçların hatalı ve keyfi tutumları nedeniyle zarar gören, haksızlığa uğrayan vatandaşların şikayetlerini dinlemek, gereken tedbirleri önermek ve gerekli olursa bu yargıç ve memurlar aleyhine her türlü davayı açmak ve yürütmek amacı ile İsveç’te kurulmuştur. Daha sonra Finlandiya, Danimarka, Almanya, Norveç, Yeni Zelanda, İngiltere, İrlanda ve Fransa Ombudsmana sahip olmuşlardır. Günümüzde yaklaşık 100’e yakın ülkede çeşitli adlar altında değişik yetkilere sahip Ombudsman bulunmaktadır. Ombudsman zamanımızın simgesidir. Yöneten, yönetilen arasındaki ilişkilerin yeniden ele alınması, belirlenmesi, düzenlenmesi ve tanımlanması gereksinmesi sonucu ortaya çıkmıştır. İşkence görenler, yolsuzlukla ve usulsüzlük ile karşılaşanlar, işi sürüncemede bırakılanlar bu kuruma başvurabilmektedir. Başvurular ücretsizdir ve çabuk sonuç alınmaktadır. Ombudsman hükümete ve parlamentoya karşı bağımsızdır. İdarenin mağdur ettiği kişilerin şikayeti ile harekete geçen geniş bir soruşturma ve araştırma yetkisi ile donatılmış idarenin haksızlığını ortaya koymak, taktir yetkisinin kötüye kullanımına engel olmak, mevzuata uygun hareket etmeyi sağlamak, icrai nitelik taşımayan önerilerde bulunmak ve kamu hizmetlerinin daha iyi görülmesi için gerekli reformların yapılması amacı güden bir kurumdur.

Değişiklikle hukuk sistemimize giren bu kurumun iyi işlemesi öncelikle kamu denetçilerinin ve Kamu Başdenetçisinin seçiminin özenli yapılmasına bağlıdır.

ESK Anayasal Kurum Haline geliyor

‘Planlama’ başlıklı Anayasanın 166. maddesinin başlığı “ Planlama; Ekonomik ve Sosyal Konsey” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye “Ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında hükümete istişarî nitelikte görüş bildirmek amacıyla Ekonomik ve Sosyal Konsey kurulur. Ekonomik ve Sosyal Konseyin kuruluş ve işleyişi kanunla düzenlenir.” biçiminde ekleme yapılmıştır.

Anayasa değişikliği tartışmaları içinde dile getirilmeyen bu değişiklikle Ekonomik ve Sosyal Konsey anayasal kurum haline gelmektedir. Ekonomik ve Sosyal Konsey 4641 sayılı Ekonomik Ve Sosyal Konseyin Kuruluşu, Çalışma Esas Ve Yöntemleri Hakkında Kanun ile hukuk sistemimize girmiştir. Kanunun yürürlük tarihi 11 Nisan 2001’dir, yani 12 Eylül yasasıdır. Yasaya göre Konsey; ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında, toplumsal uzlaşma ve işbirliğini sağlayacak, sürekli ve kalıcı bir ortam yaratarak, istişari mahiyette ortak görüş belirlemek için oluşturulmuş. Konsey, Başbakanın başkanlığında , Bakanlar, Müsteşarlar, Devlet Personel Başkanı ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, en çok üyesi olan kamu çalışanları sendikaları konfederasyonu, Türk İş, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu, Türkiye Ziraat Odaları Birliği, Hak İş, DİSK temsilcilerinden ve Başbakan tarafından belirlenecek diğer hükümet temsilcileri ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri ile kamu görevlilerinden oluşur.

Uygulamada, hükümetin ekonomik politikalarını topluma kabullendirilmesi aracı niteliğinde olan kurulun şimdiye kadar aldığı pek çok kararın toplum yararına olmadığını görüyoruz. Örneğin 03 Ocak 2008 tarihinde DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, “Ekonomik ve Sosyal Konsey, Hükümet politikalarını onaylama aracı ve göstermelik bir danışma kurulu değildir! IMF ile tasarlanan, SSGSS yasa tasarısı geri çekilmeli, toplumsal kesimlerin tümünün temsil edildiği bir süreçte yeniden hazırlanmalıdır DİSK Ekonomik ve Sosyal Konsey (ESK) toplantısına katılmıyor!” açıklamasını yapmıştı. (bknz: DİSK Ekonomik ve Sosyal Konsey (ESK) toplantısına katılmıyor!)

Neoliberal politikaları değişmez hale getirmek amacıyla oluşturulan kurullardan birisi olan ESK’nin anayasal kurum haline getirilmesi AKP’nin neoliberal damarının dışa vurumudur. Amacı ve işlevi gereği, emek örgütleri tarafından çokça tartışılması gereken bu maddenin tartışılmaması, sürdürülen tartışmalarının ne derece sağlıksız olduğunu göstermektedir.

Amaçladığı ekonomik ve sosyal politikalar açısından bu maddeye karşı olan itirazlarım, pakete ilişkin gene kanaatimi değiştirmemektedir. Bir mücadele alanı olarak bu maddeyi not etmekte yarar görüyorum.

Beş yazıdır, anayasa değişikliklerini tek tek değerlendirmeye çalışıyorum. Bir sonraki yazım 12 Eylül Referandumu öncesi son yazım olacak. 12 Eylül Darbesi’nden ve sorumlularından hesap sorulması da son yazıya kaldı.


Arif Ali Cangı

30.08.2010


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.