AKLIN NÜKLEERE TUTULMASI

16 Mart 2011 14:39 / 2648 kez okundu!

 


Japonya’da yaşanan 9’luk depremin ardından Fukushima Nükleer Santrali’nde reaktörler ardı ardına patlıyor, radyasyon sızıntısı her geçen artıyor, 240 km uzaklıktaki Tokyo’da bile panik başladı.

Şiddetli deprem ve tsunami sonrasında, doğanın yasaları karşısında insanın kurallarının, teknolojisinin, yasalarının ne kadar aciz kaldığını bir kez gördük. Hani patlamazdı, hani radyasyon sızıntısı olmazdı? Yaşananlar “en güvenli tesis, en güvenli santral” sözlerinin koca bir yalan olduğunu gösterdi.

Yaşanan felaketin ardından tüm dünyada nükleer santrallerin güvenliği sorgulanmaya başlandı, nükleerden temelli vazgeçilmesi tartışılıyor, Almanya 7 nükleer santralı kapatacağını açıkladı. Ama bütün bunların bizim yöneticilerimiz açısından bir önemi yok, halen duyarsız, halen körler; Enerji Bakanı Taner Yıldız “bu deprem bir nevi test oldu. Türkiye’de nükleer santral yapımı devam edecek” diyor, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da “Ha nükleer, ha tüp gaz, ha köprü, riski olmayan hiçbir yatırım yoktur…” buyuruyor.

Akkuyu’da Nükleer Santral kurulması için Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu arasında anlaşma imzalandı, geçtiğimiz yıl anlaşma TBMM’nde onaylandı. İlk nükleer santralımız uluslararası anlaşmayla anayasal güvenceye kavuşturuldu. Santral yasal güvenceye kavuştu da bizim sağlığımız, yaşamımız güvencede mi? Akkuyu’ya yakın mesafeden geçen Ecemiş Fay Hattı ne olacak, olası bir depremde, halimiz nice olur?

Sizi bilmem ama nükleer enerji santralı deyince benim aklıma hep Çernobil patlaması gelir, bir de 6 Ağustos 1945’de Hiroşima’ya, 9 Ağustos 1945’de Nagazaki’ye, “dünyanın büyük haydudu” tarafından atılan bombalar, yüzbinlerce insanın canına mal olan o vahşet gelir. Nükleer enerji, bilinen en kirletici ve tehlikeli enerji üretim biçimi. Ekonomik, ekolojik ve toplumsal maliyetlerinin çok yüksek olması nedeniyle dünya bu enerji üretim biçiminden vazgeçmeye başladı, bizim yöneticilerimizde ise nükleer enerji aşkı başladı. Çernobil ders olmamıştı, şimdi Japonya’nın yaşadığı nükleer kabus da ders olmamış gibi gözüküyor.

Yaşanların başka bir trajik ve kaygılandırıcı yanı da Japonya’nın hali. İkinci dünya savaşında nükleer vahşeti yaşayan Japonya, benzer riskler taşıdığını bile bile nükleer santraller kurabiliyor. Acaba son yaşananlar onlara da ders oldu mu?

Biz yine ülkemize dönelim, tam bir akıl tutulması yaşanıyor, yöneticilerin akılları nükleer tutulmasına kapılmış. Pekiyi biz Başbakan'ın küçümsediği riski göze almak zorunda mıyız? Bu tehlikeli oyuna razı olacak mıyız, yaşamı umursamayan politikalara teslim mi olacağız? Nükleer gündeme geldiğinde, ilk aklıma çığlık atmak gelir, her an soluğumuzu kesecek nükleer ölüme karşı yaşamın çığlığını yükseltmek. Şimdi sesimizi çıkartmazsak, o gün hep suskun kalacağız. Yaşamdan yana olan herkesin mutlaka yapacağı bir şey vardır. Örneğin üç ay sonra yapılacak seçimlerde nükleeri savunan partilere, adaylara oy vermemekle başlayabiliriz. Geleceğimiz için, çocuklarımız şeker de yiyebilsinler diye bir şeyler yapmalıyız.


Arif Ali Cangı

16.03.2011

Son Güncelleme Tarihi: 24 Mart 2011 17:19

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
17 Mart 2011 17:37

Yılmaz DEMİR

Sadece Nükleer Santraller mi sorun? Bu bir ihtiyaç, nükleer santraller yerine ikame edilecek riski ve maliyeti daha az sistemler geliştirilmesi şart! Son zamanlarda Hidro Elektrik Santrallerine de (HES) karşı büyük bir tepki var. Nedeni, doğaya yani yeşil alanlara ve akarsu yataklarına zarar vermesi. Bir taraftan nüfus artışı, diğer taraftan gelişen teknolojiye paralel enerji talebinin artması ve enerji açığının zuhur etmesi dikkate alınmalıdır. Çözüm, mevcut teknolojileri yerli yerinde kullanmak ve olağanüstü durumlarda zararı minimize edecek sistemler geliştirmektir.

"Sorun sadece Nükleer Santraller değil" demiştim. Size bir örnek sunayım. 1999 Yılında Göcük'te meydana gelen depreme hemen Göcük'ün karşısındaki Derince Yenikent'te yakalandım. Şükür sadece evimi kaybettim! 45 saniyede ölen ölmüş kalan sağlar ise büyük sıkıntılara maruz kalmıştı. Derince'ceye mücavir yerlerşim yeri olan Körfez'de kurulu Tüpraş alev almış, soğutma sistemi çalıştırılamaz duruma gelmişti. Velhasıl Tüpraş'taki koca tankların patlama riski vardı. Asıl büyük tehlikeden halk habersizdi. Yanmakta olan Tüpraş petrol tanklarının hemen yanıbaşında bulunan ve hangi akılla oraya yerleştirildiği belli olmayan İGSAŞ'a ait çok sayıdaki Amonyak Tankı da patlama riski altındaydı. Sonuçta herşey kontrolden çıkmış ve "kaçın" anonsuna müteakip küçük mahşere şahit olmuştuk. Allah'tan bu tanklar patlamadı ve ikinci büyük bir felaket ucuz atlatıldı.

Şimdi suç kimde? Suda çözüldüğü bilinen ve karaya kurulan Amonyak Tanklarını bile bile patlama tehlikesi yüksek Tüpraş'ın yanına kuran yetkililerde mi; yeraltında nükleer denemeler yapılmasına ve riski olmamasına rağmen nükleer santralleri yer yüzüne hemde fay hattının üzerine kuran insanoğlunda mı? Karşı durmak yerine insanoğlu üzerindeki riski azaltacak sistemler için baskı kurulmalıdır düşüncesindeyim. HES'e karşı duranların, barajlara geçit vermeyenlerin, nükleer santrallere tepki koyanların mum ışığında yaşamaya razı olmaları gerekmez mi? Nükleer kazalarda ölenlerin sayısı trafik kazalarında ölenlerin sayısından daha azdır kanaatindeyim. Mesele, teknolojiyi daha güvenilir hale getirmektir.
Sevgi ve saygılarımla!
16 Mart 2011 17:02

İSMAİL HAKKI ATILGAN

Sayın CANGI,

Çok haklısınız, günümüzde geleceğin yaşamını korumak için doğaya zarar veren her şeye karşı çıkmamız gerekiyor. Yani hepimiz çevreci olmak zorundayız.

Ben NÜKLEER teknolojiye karşı değilim ama eski teknolojiyle yapılan nükleer elektirik santrallerine karşıyım. Daha çok da fosil yakıtlı enerji üretimine daha da karşıyım. Geriye hidro elektrik, rüzgar ve güneş enerjileri kalıyor. Tabii (ağaç kesildiği için) hidroelektrik santrallerine de karşıyız ama güneş ve rüzgar enerjisini üretme teknolojimiz maalesef yok ve yetersiz.

O zaman geriye tek bir şey kalıyor kanaatimce. Yaşam standardımızı düşüreceğiz, sanayileşmeyeceğiz, klima, bilgisayar telefon, araba gibi teknolojik ürünleri kullanmayacağız, odun ateşinde ısınıp yağ kandiliyle aydınlanacağız... Dolayısıyla doğayı da korumuş kendimizi de muhtemel tehlikelerden uzak tutmuş olacağız. DOĞRU MU?

Hani halk dilinde güzel tabirler vardır. (Şimdi geldik zurnanın zırt dediği yere)

Akarsu zengini ülkeyiz hidro elektrik santralımız çok az, stratejik maden ülkesiyiz kendi teknolojimiz yok. Güneşi ve rüzgarı bol bir coğrafyadayız ama rüzgar gülü üreten fabrikada işçiler kanser oluyor o hafif malzemeyi üretirken. Nükleer enerji de gelmesin. BOL BOL DOĞAL GAZ, PETROL tüketelim elektirik üretmek için. Nükleere şiddetle karşı olup engel çıkarırken petrole EVET demiş olmuyor muyuz?

Bizde daha yok, fakat doğumuzda, batımızda, güneyimizde, kuzeyimizde olan nükleer santralleri ne yapacağız? (ÇERMOBİL) örneği önümüzde duruyor. Radyosyon sınır tanımıyor ki!

Herkesin yaptığı basitce karşı çıkış. hazır fırsat gelmiş vurun abalıya. Çözüm sadece şikayet, altarnatif gösterme yok.

Bence asıl hatayı o nükleer santralleri getirmeğe çalışanlar değil biz yapıyoruz. Onları denetlemiyoruz, önermiyoruz, baskı yapmıyoruz. Sadece oy vermeyerek cezalandırdığımızı sanıyoruz.

Halbuki bu enerji ihtiyacının yenilenebilir kaynaklarla sağlanabileceğini dünyada örnekleri olduğunu söylemiyoruz. BOR, TORYUM, HİDROJEN, GÜNEŞ KOLLEKTÖRLERİ gibi teknoloji ağırlıklı enerji kaynaklarından faydalanma olayını birbirimizle paylaşmıyoruz. İşin kolayı ELEŞTİR kötüle yeter.

Sermaye ve teknolojinin globalleşmesiyle sınırları ve silahları ortadan kaldırma yönünde DÜNYALI olma yönünde politikalar üretip çarenin ancak tüm dünya insanının ortak hareketiyle olabileceğini bilmemiz ve bunu yaygınlaştırmamız gerekiyor.

(DESERTEC) PROJESİYLE tüm dünya enerji ihtiyacının 6 saatte çöllerden günüş panelleriyle karşılanabileceğinden neden kimse bahsetmiyor.

Evet böyle bir çalışma var ve kurtuluş burada, AMA tek sorun ülke çıkarları, üstün ırk, dini birliktelikler, ayrışımcı idoolojiler bunlardan beslenen gözü doymaz sömürücüler yüzünden bunlar konuşulup tartışılmıyor.

DÜNYALI olmayı öğreneceğiz de; o zaman iş işten geçmiş olmaz inşallah.

Konu ve yazı için teşekkürler sayın CANGI.

Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.