MERHAMET

13 Eylül 2021 20:42 / 537 kez okundu!

 

 

"Göklerin merhamet dolu olduğuna inanıyorum…Bizse nefsimizin beton çatısını tepemize dikmiş, yaşamayı öldürüyoruz! Merhamet… Alem bu temel üzerinde! Eğer toprağa, tohuma, hatta kire, lekeye merhamet olmasaydı, su olur muydu? Rengi merhamet, sesi merhamet, pırıltılı şırıltılı su…Ne duruyorsunuz! Sökün sahte su borularını! Ev ev merhamet şebekesi kurun! Tepelerinizdeki çatıları da yıkın! Göklerle temasa geçin! O zaman göreceksiniz ki; acı su borularından, kendi kendine tatlı su akacak…"

 

***

MERHAMET 

Merhamet, acımak değildir. Ötekinin acısını içinde hissetmektir. Digerkâmlıktır, aynı zamanda aksiyonerliktir. Elden geleni ortaya koyabilmektir. Mavi Marmara'da olduğu gibi bazen kendi hayatını ortaya koyabilecek bir yürekliliktir. Tehcir denilen felaket zamanında kadınları, çocukları hayatı pahasına saklayabilmektir.  İbrahim ateşine su taşıyanlardan olabilmektir. Necip Fazıl’ın unutulmaz piyesi ‘’Reis Bey’’de geçen boğazım düğümlenerek okuduğum, dinlediğim her seferinde çok etkilendiğim o harika tirad geliyor aklıma:

“Ben diyorum ki; her fert başucuna, ‘Suçlu benim! Herkes suçsuz!’ levhasını asmalıdır! Ben diyorum ki; yegane kurtuluşumuz, herkesin herkesi affetmesindedir! Daha ötesi kanunların sorumluluğuna girer. Ama görüyorum ki anlatamıyorum… Hissediyorum ama anlatamıyorum! Çocuk ‘Ağlayabilseydiniz anlayabilirdiniz!’ dedi. Ağladıkça anlıyorum. Ağladıkça anlıyorum! Artık bütün mantık hesaplarımı kaybettim! Hem de öylesine kaybettim ki, Amerika’da bir cinayet işlense de dünya çapında bir ses sorsa, ‘Katil kim?’… ‘Benim!’ diye haykırabilirim!

Soğuk kış geceleri köprü altında yatan çocukların vebali benim boynumda! Gömleğimin yakasında! İsterse çareme adli tıp baksın! Fakat bir hastaneye girsem de, kan kanseri çeken hastalar görsem; ‘Acaba onları bu hale ben mi getirdim?’ diye düşünüyorum! Ben ne yaptım! Uykuda, baygınlıkta, annemin karnında, babamın kanında hangi cinayeti işledim! Hangi mukaddesi kirlettim ki, kendimi gelmiş gelecek bütün fenalıkların tek sorumlusu biliyorum! Dışımda ne arıyorlar! İçime doğru suçluyum ben! Bir de kalkmış, belki kendimden birine, ondan öbürüne geçer, bir merhamet yangını çıkar, bütün ülkeyi sarar diye tımarhanelik bir hayalin peşine düşmüş gidiyorum…” 

Peki ne değildir merhamet; kendisinden zayıf ve altta gördüğünü ötekileştirmek, aşağılamak ve ima yollu iğrenç espirilerle dalga geçmek. Bu konuda son zamanlarda gündemden hiç düşmeyen Bolu Belediye Başkanı ne güzel bir örneklik teşkil ediyor, öyle değil mi? 

Ben hayatta kelebek etkisine inanıyorum. Şöyle açıklamaya çalışayım; Uzakdoğu’da bir kelebek iyiliğe kanat çırpsa, Latin Amerika’da bir çocuğun ayağına taş değmez diye düşünüyorum. Merhamet insanı sağaltır, diriltir. Yürekte duyulan bu farkındalık, yaşamı anlamlı kılar.  

Bugunkü deyimle, insanın fabrika ayarlarında bu güzel değerler var aslında (tam zıddı da var). Yaratan rolleri yaratıyor. Hangi role talip olduğumuz bize kalmış. İnsan, doğumundan başlayarak hayatı boyunca yaşadığı sosyal-toplumsal çevrenin de etkisi ile verili kimlikler ve anlayışlar ediniyor. Sorgulamadan adeta tablet ilaçlar gibi bu düşünce kalıplarını, davranış modellerini kendiliğinden benimsiyor, içselleştiriyor. İdeolojiler, verili inançlar, verili kimlikler fabrika ayarlarımızı bozuyor. Olumsuz yönde çalışmasına sebep oluyor. İnsanın olumlu fabrika ayarlarına dönebilmesi için önce kendi içinde bir arkelojik kazı yapması gerekiyor. Aynı zamanda verili toplumsal rol ve anlayışları sorgulaması tabii ki...

Bunu nasıl yapabileceği konusu ise bence apayrı geniş bir yazı konusu. 

Gelenek tabiî ki çok önemli fakat gelenek derken sondaki ‘’ ek’’ takısına odaklanmazsak, geleneği hiç sorgulamadan olduğu gibi kabul edersek donmuş buz kalıpları içerisinde zihinlerimizi hapsetmiş oluruz. Kaybeden sizce kim olur? 

Yine  o harika piyesten alıntı ile bitirelim; 

"Göklerin merhamet dolu olduğuna inanıyorum…Bizse nefsimizin beton çatısını tepemize dikmiş, yaşamayı öldürüyoruz! Merhamet… Alem bu temel üzerinde! Eğer toprağa, tohuma, hatta kire, lekeye merhamet olmasaydı, su olur muydu? Rengi merhamet, sesi merhamet, pırıltılı şırıltılı su…Ne duruyorsunuz! Sökün sahte su borularını! Ev ev merhamet şebekesi kurun! Tepelerinizdeki çatıları da yıkın! Göklerle temasa geçin! O zaman göreceksiniz ki; acı su borularından, kendi kendine tatlı su akacak… Ve başlar üstünde, güneşe yol veren kubbeler yükselecek."

Alpaslan SEL 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.