YILDIZLARIN TÜRKÜSÜ

26 Haziran 2011 14:02 / 2185 kez okundu!

 


Masada, beyaz tabak içinde beş tane iri can erik, beş tane frenk elması ve üstüne on onbeş tane iri kiraz serpiştirilmişti. Rakı dolu bardaklar; hadisenize daha ne bekliyorsunuz dercesine telaşlı bir duruş içindeydiler sanki.

Onlar uzun yılların hasreti ile derin bir sohbete dalmışlar, rakı bardaklarının telaşından uzaktılar. Burunlarını okşayıp geçen anason kokusu kendilerine gelmelerine yetti de arttı bile. O sımsıkı kucaklaşmaları sanki rakı olmadan eksik kalmıştı.

Kadehler kalktı ve hep bir ağızdan eski günlere dostlar, eski günlere diyerek, herbiri birer yudum aldılar bardaklarından. Kimi can erik ısırdı iştahla, kimi bir kaç soğuk kiraz attı ağzına. Murat‘ın canı frenk elması çekmişti nedense. Yarısını ısırdı elmanın. Sonra sindire sindire çiğnedi. Çekirdekleri çıkarmadı ağzından. Uzun süre ağzında bir o yana bir bu yana gezdirdi çekirdekleri.

Ahmet takılmıştı Murat’a

> Frenk Murat çekirdekleri de yemeyeceksin değil mi?

> Ya sırası mı şimdi Ahmetcim. Hatırlatmasan olmaz mıydı?

Murat aslında siyasetle uzaktan yakından ilgilenen birisi değildi. O, yoksul ailesine yük olmadan hem çalışıyor hem de okuyordu. Nasıl olduğunu kendisi de pek anlamadan bir gün Kemeraltı'nda manavın önünden geçerken bir avuç frenk elmasını alarak kaçmaya çalışırken manava çarparak yere düşmüş ve yakayı ele vermişti. Manavla biraz didişmiş ve bu arada da istemeden manava bir yumruk atınca karakolluk olmuştu. İki gün nezarethanesinde kalmıştı karakolun. İşte Selim ve Ahmet le de orada tanışmışlardı. Selim ile Ahmet de Murat’ın manavla takıştığı günün akşamı izinsiz afiş yapıştırırlarken yakalanmışlardı. Selim ve Ahmet için gelen avukat Murat’a da yardım etmiş ve onu manavın affetmesi için aracı olmuş, başarmıştı da. Daha sonra Murat’ın Selim ve Ahmet’le arkadaşlığı ve Murat’ın politikleşme süreci de bu arkadaşlıklarla başlamıştı. 12 Eylül darbesini birlikte yaşamışlar, işkencelere ve hapislere birlikte direnmişler ve her biri altışar yıl ceza alınca, yine birlikte yurtdışına çıkmaya karar vermişlerdi. Kırık dökük bir balıkçı motoruyla komşunun adalarına, oradan da İsveç’e toplam iki yıl süren macaralı bir süreçten sonra politik göçmen olarak iltica etmişlerdi.

Murat nasıl mı Frenk olmuştu? Manav onu affettiğini söylemek için karakola geldiğinde Murat’a bir kilo frenk elması getirmiş Murat da elmaları Ahmet ve Selim ile birlikte yemiş ama karakoldan çıkana kadar da elmanın çekirdeklerini atmamış, saatlerce ağzında yuvarlamış durmuş. Daha sonra nezarethanede yaşadıklarını arkadaşlarına anlatınca da Murat frenk lakabını istemeden de olsa almış.

O gün bugün Murat, Frenk Murat. Rakıyı yudumladıktan sonra ağzında kalan frenk elması çekirdekleri üç arkadaşı yıllar öncesine götürüvermişti. Birinci bardaklar boşaldıktan sonra akıllarına hemen 12 Eylül sonrasında siyasi şubede gözaltı günleri gelmişti yine. Gördükleri ağır işkencelerin acı dolu izlerini “Haydar”larla olan takılmalarına gülerek unutmaya çalışıyorlardı yine.

Selim'in aklına Önder geldi.

Önder uzun yıllar Petro Kimya işçileri sendikasının İzmir şube başkanlığını yapmış emekli bir işçi. 12 Eylül salvosu onu da vurmuş, uzun sorgulardan sonra hücreye almışlardı. Bir gün Önder;

> Arkadaşlar baklava yemek ister misiniz?

> Bırak kafa bulmayı be üstad.

> Ben ciddiyim.

> İsteriz istemesine de, bunlar bize baklava almazlar.

> Siz orasını bana bırakın.

> Haydar! Haydar! Bakar mısın bir dakika?

> Kim o seslenen, ne istiyonuz gene pis gomünisler?

> Benim be oğlum. Senden bir ricam olacak.

> De bakalım.

> Ya ben bugün dede oldum. Nur topu gibi torunum dünyaya gelmiş. Hani hayrına diyorum, sana parasını versem de bir tepsi baklava getirsen. Torunumun hayrına yesek hep beraber allah rızası için.

> Eeee ihtiyar Allah bağışlasın. Analı babalı büyüsün. Madem öyle, alırız tabii.

Sonra Önder bir tepsi baklava parasını Haydar‘a vermiş. Haydar da baklavayı alıp gelmişti. O gün hep beraber gözaltındakiler Önder‘in dede olması şerefine baklava yemiştik.

Hep beraber kahkahalarla gülüyorlardı bir daha. Önder dede falan olmamıştı aslında. Uydurmuştu dede oldum diye.

İşkence altında direnirken böyle güzellikler de yaşabiliyordu insanlar.

Rakı bardakları ardı ardına boşalıp duruyordu. Erik ve kirazlar bitmişti ama hala Frenk elması vardı tabaklarda ve Murat ağzının içinde Frenk çekirdeklerini dolandırıp duruyordu.

Parlak bir Ağustos gecesiydi. Dolunay iyice yükselmişti. Nedense bu ayda dolunay daha büyük görünüyordu. Selim başını kaldırarak yıldızlara daldı. Sonra kim bilir kaç yıldız kaydı 12 Eylülle beraber diye düşündü. Ama kalanlar hala parlıyor ve geceyi aydınlatıyorlardı. Ne kadar uzaklar diye geçirdi aklından. Ne kadarı şimdi çoktan yok olmuş, sadece ışıkları bize ulaşıyordu. Yitirdiğimiz yoldaşlarımız da öyle değiller mi? Yoklar ama ışıkları ile bizi aydınlatıyorlar hala diye düşündü. Dalıp gitmişti. Ne acılar çekilmiş, ne canlar verilmişti. Darmadağınık, paramparça yaşamlardan geriye sadece sarsılmaz dostluklarımız kaldı. Biribirimizden başka kimimiz var diye düşündü. Sonra arkadaşlarına baktı birer birer. Hepsini ayrı ayrı ne kadar çok seviyordu.

> Hadi bakalım arkadaşlar, yıldızlara içelim diye seslendi diğerlerine. Onlar şaşkın şaşkın;

> Yıldızlara mı? diye sordular ama hemen katıldılar.

> Yıldızlara içelim…

Anılar yormuştu herbirini. Rakının da etkisiyle inceden türkü mırıldanmaya başladılar. Sesleri yıldızlara ulaşıyor muydu bilinmez, ama onlar yıldızlar dinliyormuş gibi yıldızlara türkü söylediler bütün gece…

Aman ölüm zalim ölüm

Üç gün ara ver

Al başımdan bu sevdayı

Götür yare ver


Ali Rıza ÜLEÇ

19.06.2011 - Almanya


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.