Operatör (1. Bölüm)

18 Aralık 2011 16:13 / 2099 kez okundu!

 


Karakoldan bir celp geldi. Saat 09.00'da Bornova polis karakolunda olmanız...

Ne yapsam bilemiyorum. Bütün bağlantılarım kesik. Biliyorum ne olursa olsun çağrıya gidersem sonunda askerlik var. Gitmesem kaçak konuma düşeceğim.

Hayır, gideceğim, başka yolu yok. Aksi olsaydı birileri beni bulurdu mutlaka.

Sabah saat dokuzda karakoldayım. Görevli memura gönderilen çağrıyı göstererek ne için çağrıldıgımı soruyorum.

- Öğleden sonra saat 14.00'te sıkıyönetim komutanlığında mahkemeniz var. Sizi biz götürecegiz, o saate kadar burada bekleyeceksiniz.

Evet, tam da tahmin ettiğim gibi ama neden o saate kadar karakolda bekleyeyim.

- Neden bekleyecegim. Ben gideyim, kaçta burada olmam gerekiyorsa o zaman gelirim.

- Ya kaçarsanız?

- Kaçacak olsam hiç gelmezdim değil mi memur bey?

- Doğru söylüyorsunuz. Tamam o zaman onikide burada olun.

- Anlaştık, onikide.

Karakoldan ayrılıyorum. Beynimi hala bir kurt kemirmede. Neden geciktirmiştim sanki askerliği, şimdi nasıl ayakbağı oluyor. Artık anlaşıldı; demek önce askerlik yapılacak. Gitmemek benim isteğim degildi ki, gitme dediler gitmedik. Ya şimdi, ne git diyen var, ne de kal diyen, ne de kaybol diyen.

Onikide karakola geri dönmesem mi? Peki dönmezsem ne yapacam? Daha ne kadar kaçak yaşayabilirim ki? Hayır! Hayır! Onikide karakola gitmeliyim.

- Ben geldim. Adım Ali Rıza Üleç. Saat ikide sıkıyönetim komutanlığında mahkemem varmış, beraber gitmemiz gerekiyormuş. Sabah dokuzda gelmiştim, onikide tekrar gelmek üzere geri döndüm.

- Tamam, tamam bekleyin, şimdi bir arkadaş gelecek beraber gideceksiniz.

Daha sonra bir polis geliyor, birlikte otobüs durağına gidiyoruz. Doğruca Güzelyalı sıkıyönetim komutanlığı askeri mahkemesine. Mahkeme saatini bekliyoruz bir süre. Nihayet mahkeme salonuna alınıyoruz.

İzmir TKP davası. Sıkıyönetim savcılığı 8 Nisan'da salıverilmeme itiraz ederek, TKP üyeliğinden tekrar dava açıyor.

Savcı bilinen iddianemesini okuyor. Bilinen diyorum, herhalde hemen herkesle ilgili benzer iddialarda bulunuyor. Beş ila on beş yıl arasında cezalandırılmamı talep ediyor.

Savcı iddianamesini tamamlıyor.

Hakim;

- İddianameyi dinlediniz. Bir diyeceğiniz var mı?

- İddianameyi incelemek istiyorum.

Mahkeme ileri bir tarihe erteleniyor. Ancak Manisa askerlik şubesinin beni isteme teskeresi yüzüme okunuyor ve Manisa askerlik şubesine jandarma refakatiyle celbime karar veriliyor ve benim serüvenim başlıyor.

***

Günlerden Cuma. Mesai saati bittiği için beni nereye götüreceklerine karar veremiyorlar. Önce sıkıyönetim askeri savcılığına gidiyoruz. Savcı beni Güzelyalı askerlik şubesine havale ediyor. Askerlik şubesine geliyoruz.

Nöbetçi astsubay;

- Ben seni ne yapayım arkadaş? Seni şimdi teslim alsam, hafta sonunda da bende kalmak zorunda kalacan. Pazartesiye kadar seni evimde misafir mi edecem? Sen biraz bekle.

- Tamam bekleyelim.

- Adın neydi senin?

- Ali Riza.

- Bak Ali Riza kardeş sakın yanlış anlama. Ama seni şimdi alırsam pazartesiye kadar beraber olmak zorundayız. Yani zor bir durum. Ben seni şimdi Güzelyalı polis karakoluna göndereyim. Hafta sonunu orada geçir, sonra pazartesi bir memur arkadaşla jandarma alay komutanlığına gidersiniz.

- Olur mu?

- Olmaz deme şansım var mı?

- Yok.

Güzelyalı askerlik şubesinden Güzelyalı polis karakoluna götürülüyorum.

Bir kez daha teslim işlemleri yapılıyor ve nöbetçi astsubay geçmiş olsun diyerek vedalaşıyor.

Evet, arkadaş olduk, vedalaşıyoruz. Sağ olsun bana Ankara Mamak Muhabere Okulu'na gidecegimi bile söylemişti.

Hafta sonunu Güzelyalı karakolunda geçiriyorum. Gelen giden sağ olsunlar yalnız bırakmıyorlar. Ailem yiyecek içecek taşıyor. Ara sıra polislerle birlikte çay içip, muhabbet ederek pazartesiyi yapıyoruz. Pazartesi, sabah erken saatlerde, bir polis memuru refakatinde, İzmir Jandarma Alay Komutanlığı'na teslim ediliyorum.

Beni teslim alanlar, teslim işlemleri tamamlandıktan sonra sevkiyat için bekleme odasına alıyorlar.

- Bu da ne, ne biçim yer burası?

Ağır bir sidik kokusu hemen yüzüme çarpıyor. Duvar dibine sıtlarını duvara dayayarak oturuyor insanlar. Kimi ayağa kalkarak geçmiş olsun diliyor, kimi oturduğu yerden. Sevk olacaklardan biri;

- Ne o arkadaş, burnunun direğini kırarlar adamın böyle. Hayırdır yolculuk nereye diye soruyor. Anlatıyorum asker kaçağı olduğumu. O devam ediyor;

- Tuvalet günde bir sefer. Çişimizi suyu içtikten sonra boşalan pet şişelere yapıyoruz. Günde bir sefer su yoluna gideriz o zaman şişeler boşaltılır.

Ön tarafta sekiz dokuz kişi var. Birisi 40-50 yaşları arası. Koğuş, pardon sevkiyat bekleme odası geniş, yer sıkıntısı çekilmiyor. Dışarıdan askerler ısmarlanan yiyecekleri getiriyorlar. Parası ödenmek koşulu ile tabii.

Akşam karanlık çökmeye başladığında tuvalete gidiyoruz. Bir kaç metre ilerlemiştim ki bir ses;

- Abi sigaran var mı?

Sesin geldiği yana başımı çevirdim. Zifiri bir karanlık göz gözü görmüyor.

- Neredesin kardeşim?

- Burada abi, ranzadayım.

- Ranza nerede?

Gözlerim yavaş yavaş karanlığa alışınca üç beş çift kişilik ranza görüyorum. İnsanlar ranzalara zincirlenmişler.

- Abi sigaran var mı? Bir nefes abicim, bir nefes diye yalvarmasalar fark edemeyeceğim onları.

İzmir‘in göbeğinde İl Jandarma Alay Komutanlığına bağlı böyle bir izbenin, sevkiyat bekleme odası olarak var olduguna inanmak o kadar zordu ki. Kimler bekliyor; yakalanan asker kaçakları, yoklama kaçakları, askeri suçlardan hükümlü sevkler, firariler ve benzerleri.

Üç gün sonra ellerim zincirli, evet kelepçeli değil zincirli, Manisa askerlik şubesine sevk işlemlerimin yapılabilmesi için tekrar Güzelyalı askerlik şubesine götürülüyorum.

Bekliyoruz. Benimle birlikte, ailem de oradan oraya peşimden gidip geliyorlar. Askerlik şubesinde ellerim arkadan zincirli. Ellerimdeki zincirleri nasıl yaptım bilemiyorum arkama saklamayı başardım. Kimden mi?

Sevgili oğlum Yaman‘dan. Ellerim arkada birşeyler sakladığımı anlıyor. Merak ediyor.

- Ne var baba ellerinde ne saklıyorsun diye soruyor.

Ben saklıyorum. O, göster göster diye ısrarlı oluyor, ben saklıyorum.

Neyse ki bir biçimde annesi ikna ediyor Yaman’ı.

Güyelyalı askerlik şubesinde sevk işlemlerim tamamlanınca tekrar İl jandarma alay komutanlığına gelerek sevk için beklemeye çekiliyorum. Bekleme odasının durumunu anlatmak istemiyorum. Herkesin içinde, pet şişelere işemek, sidik kokuları içinde yemek yemek, uyumak…

Ya bir de arkadaki ışıksız zifiri karanlık oda…

Bir haftayı neredeyse doldurduk. Perşembe günü Manisa’ya sevkimiz olacak. Manisa’ya Batıkışla'ya gidecek kaçaklarla beraber Basmane garından trene biniyoruz. Dört kişiydik ve dört de jandarma vardı. İkisi Batıkışla'da kaldı. Saatler süren tren yolculuğundan sonra Manisa askerlik şubesine vardık. Mesai saati bittiği için işlem yapılamadığından işler cumaya sarktı. Bu yüzden de perşembe akşamı için Manisa İl Jandarma Alay Komutanlığı'na götürülüyorum.Ve yine nezarethane, bu defa burası temiz bir oda ve yalnızım. Tabi başıma da nöbetçi bir asker. Uslu durduğum için ödüllendirildiğimi(!) düşünüyorum.

-Nerden çıktın abi sen ya? Bugün nöbetim yoktu diye seviniyordum, seni başımıza attılar. Seni bekleyeceğiz şimdi. Adamın bıraksan kaçacak hali yok, başında nöbet tutacaz.

Dedim ya burası temiz bir yer. Tuvalet var. Yemek var. Ne de olsa biz de Manisa’lı sayılırız. Hacıpaşalılar’ın torunuyuz, bu kadarcık lüksümüz olsun diye takılıyorum kendime.

Her iki saatte bir nöbet değiştiren askerler, her nöbet değişiminde homurdanıp durdular.

- Yaaa niye zamanında askere gitmezsiniz be abicim diye firçalayanlar bile oldu.

Cuma sabahı askerlik şubesinde işlemler tamamlanınca sevk için yeniden il jandarma alay komutanlığına. İki jandarma belirlenecek ve onların refakatları için işlemler yapılacak. Yol harcırahları ve yol izin belgeleri tamamlanacak, bütün bunlar mesai saati bitimine kadar yetişecek ki, hafta sonu beklemeyelim. Sevk pazartesiye kalmasın. İşlemler mesai saati bitiminden önce tamamlandı ve biz beşe on kala yola çıktık. Jandarma erlerle Ankara’ya otobüsle gitmek için anlaşıyoruz. Ankara otobüs biletlerini ben alacağım, onlar da yol süresinden kalan zamanlarında evlerine uğrayabilecekler. Böylece 2-3 gün sürecek yol bir gecede gidilecek. Anlaştığımız gibi otobüsle Ankara’ya gittik. Kelepçelerim otobüste çözüldü. Molada askerler bir subay görünce tedirgin oldular. Kelepçelerimi bağlamak istediler ama subay pek oralı olmayınca,

- Anlayışlı adammış vallaaa helal olsun, dediler.

Cumartesi sabahı muhabere okulunun Samsun Nizamiye kapısından girdik.

Hafta sonu olduğu için doğrudan nöbetçi subayının odasına gidiyoruz. Nöbetçi subayı odasında yok. Biraz bekledikten sonra spordan mı geliyordu yoksa uykudan mı uyanmıştı pek anlayamadım ama dağınık bir vaziyette hışımla girdi odaya.

- Bu mu, diye sordu beni göstererek.

- Evet komutanım dedi asker.

- Neden kaçtın ulan sen diye sordu bana nöbetçi subay.

- Valla efendim evlilik çoluk çocuk falan, arayan soran da olmadı.

- Ne demek çoluk çocuk, arayan soran olmadı, ne diyon lan sen, verin bakayım şunun dosyasını.

Dosyaya göz attıktan sonra;

- Onbaşı gel buraya!

- Emret komutanım.

- Ne lan bu, hani bu adam kaçaktı?

- Evet komutanım.

- Oğlum, bu adam asker bile olmamış ki, kaçak olsun. Tamam tamam defol! Defoool!

- Bana da asker kaçağı diyorlar. Otur kardeşim otur otur.

Gösterdiği sandelyeye gerdiği ortamın etkisiyle çekinerek oturuyorum.

- Çay içer misin?

- İçe...rim. İçerim içerim...

- İçer misin kardeşim?

Bağırıyor sonra da gülüyor, çattık galiba.

- İçerim. İçerim.

- Adın ne?

- Ali Riza.

- Bak Ali (Rıza’mı atıyor, arkadaş beğenmedi)

- Şimdi hafta sonu...

- Eyvah diyorum içimden, yine mi?

- Ben seni teslim alsam, bugün ve yarın başına bir de asker vermem lazım, nöbetçi yani, sen nereye o oraya. Hem askere yazık hem sana. Canın sıkılır.

Gel ben seni disipline yollayım, iki gün orada kal, daha sonra kaydını yaptırır bölüğüne gidersin. Hem orada iyi arkadaşlar var, assubay arkadaşlar. Bak efendi birine benziyorsun onlara takılırsın zaman çabuk geçer.

Ben öneriyi kabul ediyorum. Başımda bütün gün bir nöbetçi ile dolaşmak gerçekten de iyi olmazdı. Nöbetçi subay haklıydı. Beni getiren jandarmalar daha bekliyorlar. Sonra onlarla birlikte disipline gittik. Beni oraya teslim ettiler. Ve evlerine uğramak için ayrıldılar. Vedalaştık. Hayırlı tezkereler dilediler, ben de onlar için aynı dilekte bulundum. Anadolu çocukları saf, temiz, açık yürekli, açık sözlü.

Muhabere okulunun cezaevinde cumartesi geçti, Pazar geçti, pazarertesi geçti. Arayan soran yok. Pazartesi akşamı sormasam daha kalıcam. Salı sabahı Birinci Oparatör Çavuş Talimgah bölüğünden iki çavuş gelip beni aldılar. Kayıt işlemlerimi birlikte yaparak bölüğe teslim oldum.

- Ne getirdin ne getirdin diye soranlara, kardesim Sülo’nun tavsiyesine uyarak,

- Tezkere tezkere diye cevap verince beni omuzlarında kantine taşıdılar. Hayatımda ilk defa omuzlarda taşınıyordum. Sakıncalı muhabereliğime, usta askerlerin omuzlarında bölük kantinine girerek başladım.

Apar topar askere gidersen, hele bir de devre kaybıysan sıkıntıların oluyor. Kendi devreni beklemek zorundasın. Devren gelene kadar da bazen misafir gibi, bazen de ayakçı gibi oluyorsun.

Haki elbisenin içinde ilk günlerim...

Ziyaretçin var dediklerinde, nerede nasıl görüşeceğimi bilmediğimden şapşal şapşal bakınıyorum. Nerede diye soruyorum safça. Sonra bir üstteğmen bana tarif ediyor nereye gideceğimi. Nizamiye kapısına doğru koşmaya başlıyorum. Meğer bir nöbetçi başçavuşu pas geçmişim.

- Asker diye bağırarak beni önce durdurdu, sonra yanına çağırdı. Öğrendiğimiz kadarıyla acemice bir selam ve emret komutanım. Suratıma öfkeli ve sert bir bir tokat.

Şaşırdım.

- Kimim ulan ben? Nasıl selam vermeden geçersin sen ha? Bir tokat daha. En iyisi susmak.

- Hangi bölüktensin sen?

-Birinci operatör komutanım.

- Birinci operatör çavuş talimgah bölüğü.

- Ne zamandır askersin sen, öğretmediler mi sana?

- Dört günlük komutanım.

- Ne? Ya sen şimdi, asker bile sayılmazsın tüh be!..

- Bilemem komutanım.

- İyi hadi git. Nereye gidiyorsun?

- Ziyaretçim gelmiş de komutanım.

- Ziyaretçin mi? Dört günlük asker, ziyaretçi…

- Selam çak, geri dön, istikamet nizamiye kapısı, koşar adım marş marş.

Nizamiye kapısında ziyaretçim beni bekliyor.

Nasılsın, iyi misin, bir ihtiyacın var mı, vb. sorular, hal hatır sormalar, birkaç paket sigara ve allahaısmarladık.

Ağır adımlarla bölüğe geri dönüyorum.

Hayal kırıklığı, yani başkalarını bekliyordum demek. Daha yakından birilerini…

Bazen ayakçı, bazen de misafir gibi kendi devremi bekliyorum.

5/2 devre kaybı olarak gidince 5/3 tertiplerin gelmesini bekledik.

Nihayet tanışma merasimi…

Tabur alanında bütün Telli - Telsiz Çavuş talimgah taburu toplandık. Kıbrıs‘ta albayken rütbeleri alınarak binbaşılığa düşen tabur kamutanı, adını hatırlayamıyorum.

- Asker merhaba!

Hep bir ağızdan

- Sağ ol!

- Pezevenkler bu tarafa (eliyle sağ tarafı gösteriyor), eşşekoğlueşşekler bu tarafa (sol tarafı işaret ediyor).

Kazık gibi yerimde dondum kaldım. Ne diyor bu adam gerçekten kafayı yemiş galiba. Etrafima bakıyorum sağa sola koşuşturan askerler.

Pezevenk mi olsunlar, eşşekoğlueşşek mi?

Karar veremeyen, emreden bir sese karşı gelmeme endişesi ile kararsız, ezik Anadolu gençleri.

Benim gibi daha birçok kararsız kararlılar yerimizden kıpırdamadık.

Tabur komutanı,

- Şunlara bak çavuş olacaklar. Eşşekoğlueşşekler, pezevenkler sittirin hadi yerlerinize.

Böylece nereye geldiğimi yavaş yavaş anlamaya başladım.


(Operatör‘ün Birinci bölümünden.)


Ali Rıza ÜLEÇ

18.12.2011

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.