Minik serçe

04 Ağustos 2012 17:02 / 1522 kez okundu!

 


Bu sabah her şey üstü üstüne geldi. Uzun zamandır bir bıkkınlık hali. Bir yandan işlerin yoğunluğu. Yorgunum mu desem... İhtiyarlıyor muyum acaba...

Boşa kürek mi çektik bunca yıl? Mini mini laz takalarındaydık sanki. Her bir takada üç beş kişiydik.

Üç beş idik ama on binlerle-yüz binlerleydik. Her birimiz “Hiç kimseden hiç bir şey beklemeksizin şarkı söyler gibi ölebilirdik”.

Doğrusu bu ya her an ölmeye hazır özgürlük savaşçılarıydık. Bizden hiç bir şeyler kalmadı bu ülkeye?..

Dün gece yarısına doğru Olimpiyatlarda 10.000 metre bayanlar koşusuna bakarken içim geçmiş. Kuş sesine uyandım.

Gecenin bir yarısı Boncuk nasıl yakalamışsa yavru bir serçe getirmiş eve.

Boncuk doğumundan kalan tek yavrusuyla birlikte minik serçeyi almışlar aralarına, pençeleriyle bir o yana bir bu yana oynuyorlar.

Serçeyi avuçlarıma alınca sesi kesildi miniciğin. Baktım öyle önemli bir yarası da yoktu.

Biraz sevip okşadıktan sonra aklımca güvenli bir biçimde yanına ekmek kırıntısı ve su koyarak süzgünün altına bıraktım.

Boncuk nasıl becermişse yavru serçeyi süzgünün altından çıkarmış. Sabah erken saatlerde yavru serçenin çığlıklarına uyandım.

Yine avuçlarıma alınca sesi kesildi. Bir süre beraber yattık. Koltuğumun altına sokuldu, öylece uyuyakalmışız bir süre.

Daha sonra belki annesi bulur umuduyla bahçeye çıkardım. Plastik bir kalbur gibi görünen sepeti masanın üstüne ters çevirip serçeyi içine koydum. Su ve ekmek kırıntılarını da yanında. Aklımca annesi gelip sepet aralıklarından yavrusunu besleyebilir diye düşündüm. İşi sağlama alıp plastik sepetin üstüne taş koydum.

Aradan yarım saat geçti yine aynı sese irkildim. Bahçeye koştum. Masanın üstündeki sepet aşağıya yuvarlanmış. Üstündeki ağır taşa rağmen.

Şaşkın şaşkın bakınırken yine aynı ses. Minik serçenin sesine doğru gittim. Bu defa Sarman’ın ağzında yavru serçe inliyordu adeta.

Geç kalmıştım. Arkadan Boncuk geldi. Bir türlü paylaşamadılar minik serçeyi. Minicik serçe, eti ne budu ne değil mi?

Ama doğa. Kediler kendi iç güdüleriyle koca taşa rağmen masanın üstünden plastik sepeti aşağıya yavarlayıp minik serçeyi dişlediklerinde zafer onlarındı...

İçim burkuldu. Boğazıma bir acı düğümlendi. Minik serçeyi kurtaramamıştım. Neden sanki daha güvenli bir alternatif düşünmemiştim...

İçim acıyor şimdi.

Oysa ben yıllar önce tekir kedimizin bir kuş avlayıp sonra da onu yerken videosunu çekmiştim.

Şimdi avuçlarımın içinde ölüme uğurladığım minik serçe için acı çekiyorum..

Sıkıntıdan kahvaltımı edemedim. Facebook'ta gelen paylaşımlara bakıyorum.

İşte tam da bizi anlatan satırlar;

“ Beceremedik biz bu işi çocuklara `ad` olarak kaldı

Sevgi

Barış

Özgür(lük)

Yani

O işte sana kaldı çocuk”

Evet beceremedik çocuklara bıraktık.

Oysa verebilseydik dünyayı çocuklara ”allı pullu bir balon gibi”

Kocaman bir elma gibi verebilseydik dünyayı çocuklara...

Vermek mi doğru olurdu yoksa bırakmak mı doğru şimdi.

Hayır hayır en doğrusu;

“Çocuklar dünyayı alacak elimizden ölümsüz ağaçlar dikecekler”


Balıkları yemlemeliyim ya da Leydi’yle yürüyüşe çıkmak da iyi gelebilir.

Belki de işin doğrusu;

Çocuk sevmeli şimdi. Çocuklarla oynamalı. Çocuk şarkıları söylemeli...



Ali Rıza ÜLEÇ

04.08.2012 - Almanya

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.