'Kasa Derler Adına'
25 Ocak 2010 12:08 / 1928 kez okundu!
“Sorma kişinin aslını, sohbetinden belli eder“
Başbakan Erdoğan, açılımlardan açılışlara geçiş yaptığı geçen hafta sonu, hükümetin tekel işçilerinin eylemi ile ilgili yaklaşımını bir kez daha tekrarladı. Elbette hükümetten farklı bir yaklaşım beklemek hayalcilik olurdu. Ancak “ben, halkın bize emanet ettiği kasayı boşalttırmam“ demesinin de ne kadar gerçek olduğunu herhalde en iyi işçiler biliyorlar.
Hükümetin boğulmak korkusu ile açılamadığı artık biliniyor. Bu konudaki ürkekliğinin en başta kendisine zarar getirdiğini de yaşıyor. Yeni bir kapatma davasının açılması için hazırlıkların tamamlandığı basında dillendirilmeye başladı bile. Hal böyle iken işçilerin sorunlarına daha gerçekçi bir yaklaşımın doğruluğu herhalde tartışma götürmez. İç ve dış borçlanmanın her yıl giderek artıyor olması, kasanın nasıl kullanıldığını da tartışılır hale getirmiyor mu? Kasada ne var da işçilere boşalttırmam diyor Başbakan. Kasada zaten bir şey olsa da onu boşaltacaklar kimler, bunu halk bilmiyor mu sanıyor.
Bana öyle geliyor ki, bu sürecin arkasından sendikalar yasasında da değişiklikler gündeme gelecektir.
Erdoğan'ın bu çıkışı bir uzlaşma işareti olarak da algılanabilir. Hükümet masaya oturmadan hamlesini yaparak avantaj sağlamak istiyor da olabilir. Ya uzlaşma sağlanamaz da ve genel grev gündeme gelirse!
Genel grevin amacı ne olacaktır?
Kuşkusuz bir yandan yeni kapatma davasının hazır olduğu fısıldanırken, genel grev hükümeti zorda bırakabilir. Ve belki de davadan önce bir erken seçimi gündemine alabilir. Yani genel grevin amacı eğer özel istihdam bürolarının faaliyetlerine olanak sağlayan yasal düzenlemelerin kaldırılması olacaksa, genel grev amacına ulaşabilir.
“Hedef belirlemeden nişan alamazsınız” diye bir laf vardır bizde. Ne kadar da doğrudur. Bu anlamda işçiler eylemleri ve etrafından oluşan dayanışmanın hedefinin doğru belirlenmesi için sendika yöneticilerine baskı yapmalıdırlar. Yok, olası bir genel grev hükümeti hedef alacaksa, erken seçimi gündeme getirecekse bu hükümetin de istediği bir gelişme de olabilir ki; bunun işçilere pek de faydası olacağını sanmıyorum. Olası bir erken seçimin sonuçlarını şimdiden kestirmek kahinlik olmasa gerekir. En azından gelecek hükümetlerin işçi sorunlarına ne kadar çözüm üretebilecekleri bilinirken. Hangi parti iktidarda olursa olsun Özel İstihdam Bürolarının faaliyetlerini kısıtlayıcı bir girişimde bulunmayacaktır.
Örneğin Almanya da bile sendikaların çok güçlü olmalarına rağmen bu büroların çalışmalarının düzenlenmesini sadece Sol Parti (Die Linke) gündemine almış ve oylarını arttırmıştır. AB ülkelerinde çok yaygın olan bu bürolar çalışma yaşamının gündeminde hep olacaktır. Ama işçiler eylemleri ve etrafında örülen dayanışma ile farklı uygulamaları gerçekleştirebilirler.
Demokratikleşmek ya da tabulara dokunabilmek, kronikleşmiş sorunların çözülmesi için adımlar atmak artık zorunlu olarak ülkenin doğrudan geleceğini ilgilendirdiği için bir devlet politikası olmak durumundadır. Öyledir de zaten. Bu anlamıyla sürecin içine ister istemez sendikalar da dahil olacaktır. Avrupa standartları ya da İLO standartlarını hayat dayatacaktır. Ve nasıl bir değişim olacağını da güçler belirleyecektir. Bu yüzden de çalışanların ama özel olarak işçilerin her zamankinden daha fazla örgütlerine sahip çıkmak, birlik ve dayanışmalarını güçlendirmek gelecekleriyle yakından ilgilidir.
Başbakan, her nedense “halkın kasası“na sahip çıktığı gibi halkın kendisine sahip çıkmıyor. Hani insanın eden bulur diyesi de gelmiyor değil. Halkın malını halka sormadan özelleştirerek satıyorsunuz ama ne hikmetse kasasına sahip çıkıyorsunuz.
Timur Selçuk bestesi söylemek lazım şimdi, iyi gelir:
"Kasa derler adına bir garip kutu,
yüzler, binler, on binler doyurmaz onu,
nerden gelir dersin bu çeşmenin suyu."
Ali Rıza Üleç
25.01.2010 - Almanya