HELAL OLSUN!..

11 Temmuz 2011 16:13 / 1545 kez okundu!

 


Haziran sıcağında kavrulunca aklıma Viktor düştü. Onunla 2008 Nisan ayında kiralık işçi olarak girdiğim “Vibrakustic” fabrikasında tanışmış ve yaklaşık üç ay kadar beraber çalışmıştık.

Viktor uzun yıllar önce Kırgızistan'dan göç ederek Almanya’ya gelmiş ve göçmen işçi olarak çalışmaya başlamış.

Zamanla yarışırcasına işçi başına üç prese birden bakıyoruz. 150-170 °C sıcaklıkta presler.

Yılların verdiği alışkanlıkla onlar sigara içmeye zaman bile buluyorlar. Bense presin birini dolduruyorum, birini boşaltıyorum.

Bazen de yetiştiremeyince pres soğuyor ve çalışmıyor. Yeniden ısınması için zaman gerekiyor Viktor yetişiyor her seferinde yardımıma. İşte takılmalarının asıl nedeni de benim bu ağır aksak hallerim. Sanki hayat akıp gidiyor sen kaçıracaksın der gibi hala yaşayıp yaşamadığımı sorarak başlıyoruz işe.

Her vardiya başlangıcında yüksek sesle bana takılarak; “Ali lebst du noch?” (Hala yaşıyor musun?) diye takılır, ben de “İmmer noch” (Herşeye rağmen, yine de) diye yanıtlar, işe öyle başlardık.

80 kilometre uzakta bir kasabadan gelirdi işe Viktor. 80 km de dönerken, toplam 160 kilometre her iş günü araba kullanmak zorundaydı.

Nasıl dayanıyorsun diye sorduğumda da; “Dayanabildiğim kadar çalışırım sonrası bir can değil mi?” derdi.

Sorunları vardı Viktor’ un. Kızı ve torunuyla ilgili sıkıntılardan dolayı çok dertliydi. Bir de üç vardiya. Sonra 160 kilometre yol ve iş yerinde aklı başında her işçiyi çileden çıkaracak akıl almaz baskılar sinirlerini oldukça yıpratmıştı.

Bir gece vardiyasından sonra uykuya yattı ve bir daha uyanmadı Viktor.

“Git” diyordu bana, “Git başka yerde çalış. Bu kiralık firmalar kanımızı tüketecekler bizim.”

Çok kızardı. “Ne zaman haklarımıza dokunacaklar, o zaman sesimiz çıkıyor. Böyle olmaz. Sahip olduğumuz hakları korumanın en iyi yolu haklarımızı geliştirip genişletmekle olur. İleri hedefler için mücadeleyle olur. Elimizden beş alıyorlar, bağırıp çağırıyoruz, üç geri veriyorlar. Kim kaybediyor. Ya da korkutuyorlar, başka ülkeye gideriz haa diyorlar, başımızı öne eğip aman gitme de ne istersen kabulümüzdür diyoruz. Bittik biz Ali, bittik. Gücümüzü öyle manipüle ediyorlar ki, farkına bile varamıyoruz.”

Sevgili Viktor nereden aklıma geldin bu Haziran sıcağında…

Bugün bir haber okudum. Daha doğrusu köşe yazarlarından birisi İsviçre’nin Cenevre kentinde toplanan İLO konferansı hakkında yazmış. Sendikaların bu konferansa çok ilgisiz kaldığını falan belirtmiş...

Üşenmedim sendikaların internet sayfalarında konferansla ilgili haber aradım. Bulamadım. Belki de daha sonra değineceklerdir ama bugüne kadar rastladığım pek dişe dokunur bir şey bulamadım.

İLO Cenevre Konferansı’nda Türkiye’yi sendikal haklar konusunda en geri Afrika ülkeleri ile aynı düzeyde kabul ederek kara listeye almış. İLO’nun Türkiye’yi kara listeye almasına mı yanasın, yoksa bu duruma tepkisiz kalan işçi örgütlerinin tepkisizliğine karalar mı bağlayasın? Hem de Haziran’da, hem de bangır bangır yaşasın 15-16 Haziran direnişimiz diye haykırdığımız bir zamanda.

İşte bir başka acı da bu durumu Haziran ayında yaşıyor olmamızdır. 15-16 Haziran işçi ayaklanmalarının yıldönümünde mangalda kül bırakmadan keseden yedik. Şöyle yaptık da böyle yaptık da…

Evet doğru. 100 bin işçi yürüdük. Direndik. Mücadele ettik. Şanlı tarihimize şanlı bir sayfa daha yazdık. Bunları yazalım söyleyelim tekrarlayalım ama ne için? Ne için yeniden hatırlamalıyız 15-16 Haziranları? Bugünkü hak ve özgürlük mücadelemize ışık tutsun diye. Oysa, durum ortada. Herkes payına düşen kadar utanmasını bilmeli.

İşte sana kara liste. Bu kara liste karşılıklı iki sınıfın da yüz karasıdır. Sadece işçi ve emek düşmanı iktidarları suçlayarak geçiştirmek mümkün mü? Kara listeye girmek kuşkusuz sermaye açısından da yüz kızartıcı bir durumdur. Hele de “İleri Demokrasi”lerde bu durum çok daha fazla yüz kızartıcı bir durumdur. Ama aynı zamanda da işçilerin hak ve özgürlükleri konusunda mücadelelerinin düzeyi bakımından da ne durumda olduğunu da göstermektedir…

Genel başkanları parlamentoya koşan, adı devrimci kalan bir konfederasyon bu lekeyi silemez.

Kemal Türkler ve arkadaşları Türkiye İşçi Partisi örgütlenmesinden DİSK örgütlenmesini gerçekleştirdiler. Abdullah Baştürk’le başlayan milletvekilliği sevdası, DİSK’in sınıf ve kitle sendikacılığına da darbe vurmuştur. Daha önceleri Fehmi Işıklar-Rıdvan Budak ve şimdi de Çelebi Süleyman’la devam eden hastalık sendikal hareketimizin de gelişmesinin önündeki önemli engellerden biridir. (DİSK dışındaki sendikalar konumuz dışındadır.)

Yıllarca kayyumda kalan sendikalar genel kurullarını topladıklarında kasalarının delegelerce paylaşıldığını duyduğumda nasıl içim sızlamıştı. Bu konuyu açmak istemiyordum ama vicdanım çok rahatsız. Kimseyi eleştirmek gibi bir derdim de yok. Olan olmuş. Kendi payıma helal hoş olsun. İşçinin parası işçiye helaldir. Helaldir de, helalleşmek moda olduğundan aklıma gelmedi konu.

Biriken aidatları sınıf mücadelesine aktaramazsanız ya da en azından sınıf ve kitle sendikacılığına yatırıma dönüştürmezseniz, siz kara listeyi çoktan hak etmişsinizdir. Her bir delege temsil ettiği işçilerden helallik istesin şimdi.

İşten atılan yoldaşlarım geliyor aklıma. Tazminatlarını olduğu gibi partisine bağışlayan yoldaşlarım. Şimdi bakıyorum da sadece delege oldukları için kasayı paylaşmayı hak görenler işçi haklarını en fazla savunur gözüküyorlar.

Bizim yüzümüz çoktan kararmış, kara listeler bize vız gelir vız. Umarım arkamızdan gelen yeni nesil genç işçi kardeşlerimiz sınıflarına daha sadık olurlar.

15-16 Haziran şanlı direnişinin hakkını verirler. Yüzümüzü ak ederler.


Ali Rıza ÜLEÇ

27.06.2011 - Almanya

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.