Dilan Ana

06 Şubat 2011 22:05 / 2182 kez okundu!

 


- İşte bak gördün mü? Dilan ana o. Bu soğukta karda kışta donacak vallah billah da donacak. Bu kadın delirmiş gayri.
- Neden delirmiş diyorsunuz? Nedir derdi kadının bu kışta kıyamette, onu dağlara süren nedir?

Dilan Ana. Bağrı yanık dertli anam. Üç oğlunun acısı yüreğini dağlamış anam.
Tam 18 yıldır hergün tepenin ardında, derenin içinde üç cılız ağaç vardır. Ne büyürler uzarlar yıldızlara doğru, ne de kururlar. Sanki zaman durmuştur bu üç ağaç için.
Dilan ana oğulları bellemiş üç ağacı. Kaybolan oğullarının yerine koymuş. Hasan-Hüseyin ve Mehmetmiş en küçükleri. Memo dermiş Dilan ana Mehmet‘ine. Memom, Memom diye sarılır ağlarmış.
“Küçük o, karda kışta kim bakar ona“ diye bir kat daha fazla sararmış ağaçların en cılızını.
- Ne olmuş oğullarına, neden kaybolmuşlar?
- Dilan ana öldürdüler çoçuklarımı diye ağladı durdu yıllardır. Ne komutan kodu sormadık, ne hakim, savcı, hepsinin çaldı kapısını. Ne duyan vardı, ne gören. Evin, tarlasın ne sattı avkat tuttu. Dava etti komutanları. Ama nafile hiç bir şey çıkmadı.
- Nasıl yani?
- Bak gasteci oğlum dedi yaşlı adam. Oturduğu tahta sandelyesini gazeteciye doğru çekerek yanına yaklaştı iyice. Sonra sanki kulağına fısıldarmış gibi başladı anlatmaya.
- Bizim burda bir karakol komutanı vardı. Adı Bayram. Başçavuş geldi buraya ve yıllarca kaldı bizim köyde. Biliyon, buralar karışık biraz. Askerle gerilla savaşır durur yıllardır.
-Gerilla mı?
- He ya, yalnız gerilla değil asker de var. Oğul asker –gerilla karıştı zaten. Kim asker kim gerilla, kim terörist biz karıştırdık. Sen dinle bi yol. İşte gerilla diye ya da gerillaya yardım ediyolar diye Dilan Ana'nın oğullarını evden alıyorlar. Memo daha sekiz yaşında o zamanlar. Sonra üç kardeş karakolda kayboluyorlar. Komutan ifadelerini alıp saldım ben onları diyor. İnanma, kim bilir ne etti uşaklara. Sır oldu çocuklar karakoldan sonra. Yıllarca kadıncağız çocuklarını bulucam diye çalmadık kapı bırakmadı. Nafile sır oldu çocuklar sanki. Beş altı yıldır da Dilan Ana tepenin ardındaki üç ağacı oğulları belledi... Ana yüreği nasıl yanıyordur, bir o bilir.
Şimdi, yaz kış oğulları diye o ağaçlara bakar. Kış olur sarar sarmalar ağaçları. Ağaçların dibine ekmek, çorba, katık bırakır. Yeni yetmeler, olan bitenden bihaber olduklarından Dilan ana ile dalga geçerler, deli sanırlar Dilan Ana‘yı. Ama onun acılı hikayesi böyle oğul. Aha sana anlatıverdim. Gayrı sen yazar mısın, çizer misin sen bilin. Ama dikkatli ol. Bilesin bu çok tehlikeli bir meraktır. Canını alırlar adamın. Yazık olmasın sana da. Sen de ana kuzususun.
Bir çırpıda olan biteni anlatı vermişti ihtiyar. Sandalyesini geri yerine çekerken de kahveciye seslenerek;
- Veli ver oğlum bana bir çay demli olsun, bak gazatacıya da ver bir çay.

Gazeteci Celal o gece uyuyamamıştı hiç. Dilan Ana'nın acısı bir yandan, bir yandan peşine takılacağı bir haber sezinliyordu. Nereden başlamalı işe diye gece uzun uzadıya düşündü. Dilan Ana'yla konuşmaya karar verdi önce. Konuştukça başkalarına da sıra gelir haberin izini sürerim diye düşündü. Hem fazla da dikkat çekmeyeceğini umuyordu böylece.
Celal güneşin ilk ışıklarıyla kalktı. Muhtar ona misafirhanede bir yatak vermişti. Tek odalı bir yerdi misafirhane. Zaten kar fırtınada kim gelecekti ki… Küçücük de olsa pencereden içeri sızan güneş umut gibi içine aktı Celal‘in. Isıtıvermişti içini. Ellerini biribirine sürtüyor, avuçlarını ovuşturuyordu. Ara sıra da avuçlarını çaprazdan kollarına sürterek kendine gelmeye çalışıyordu. Küçücük pencereden dışarı baktığında lekesiz bir mavilik gözünü almıştı. Her taraf bembeyaz karla kaplıydı ve gökyüzünde bir tek bulut yoktu. Böyle havaları çok severdi Celal. Büyük şehirlerde bu güzellliği yakalamak mümkün değil diye düşündü. Mavi ve beyaz buralarda hep uçsuz bucaksızdı ve alabildiğine soğuktu hava. Eksi yirmileri, otuzları yaşamıştı buralarda.
Dilan Ana. İşte yine oğullarına gidiyor. Elinde bir çıkın, ayakları bata çıka ilerliyor. Bu karda kışta yürümek o kadar zorken Dilan ana sanki kar üstünde mutluluktan uçuyor.
Aceleyle evden ayrılıp Dilan Ana‘nın peşine takılıyor Celal. Ne kadar çabalasa da yetişemiyor ihtiyar kadına. Ağaçların yanına vardığında Dilan Ana’yı yere çömelmiş türkü söylerken buluyor. Türkü mü söylüyor yoksa ağıt mı bilmiyor Celal. Kürtçe bilmiyor ama Dilan Ana’nın yüreğindeki acıyı dillendirdiğini anlıyor.
Ağacın dibindeki ekmeklere takılıyor gözleri. Ortada bakır bir çanak içinde zeytin ve peynir görüyor.
Dilan Ana farketmiyor Celal’i. Türküsü bitince ağaçlara sürüyor ellerini. Sonra anlıyor Celal. Dilan Ana çocuklarını okşuyor, seviyor oğullarını. Birden susuyor. Çıkınını toplayıp yine sanki uçar gibi kara bata çıka geri dönüyor. Celal evine kadar peşinden gidiyor Ana’nın. Dilan Ana evine girip kapısını kapatıyor. Celal bir süre dışarıda bekleyip tereddütle kapıyı tıklatıyor.
Dilan Ana kim o diye seslenince ne diyeceğini bilemiyor. Ne demeli, kendini nasıl tanıtmalı. Hemen kapı önünde aklına geleni söyleyiveriyor. Benim ana, askerden Hasan‘ın arkadaşı Celal. Dilan Ana kapıyı açıyor açar açmaz da;
- Aboooo Celalim, Celalim gelmiş diye sarılıyor Celal’in boynuna.
Celal şaşkın ve çekingen kalakalıyor. Sonra Dilan Ana'nın sevgi ve hasret dolu sarılmasına karşılık veriyor, o da sarılıyor. Uzun hasretlikten sonra kavuşan ana oğul gibi öylece sarılıp kalıyorlar bir süre. Sadece Celalim Celalim diyor hıçkırıyor Dilan Ana. Celal bir iki sefer kısık sesle anam diyebiliyor. Boğazı düğümleniyor sanki, sesi kısılıyor, ağlamaklı oluyor, gözlerinden bir kaç damla yaş süzülüveriyor. Yalandan ağlayabilir insan, ama ben kendi yalanıma ağlıyorum diye düşünüyor.
Hasan askerlik yaptığını düşünerek attığı yalan tutmuş muydu. Hasan askerlik yapmış mıydı. Yaptıysa da askerde Celal diye bir arkadaşı olmuş muydu? Celal bunu hiç Dilan Ana'ya soramadı. Ta ki savcı jandarmaya üç ağacın ardını kazdırıncaya kadar.
Devran dönmüş müydü. Ne olmuş da kazıyorlardı ağaçların ardını. Celal kazı ekibinin yanında kazıyı izliyordu. Uzun yıllar bıkmadan usanmadan iz sürmüştü. Karakolda askerlik yapan askerlerin hepsiyle teke tek görüşmüş, bıkmadan usanmadan deliller toplamıştı. İşte en sonunda amansız takip sonuç vermiş ve savcıdan kazı kararını çıkarttırmayı başarmışlardı. Avukat İsa bütün bu yolu Celal’le birlikte yürümüştü.
İyi ki bugün Dilan ana Zeynep kadınla Ayşe kadına gitmeyi kabul etti. Yoksa yanar yakınır kazıya izin vermezdi. Şimdi ne olacak, bakalım ne çıkacak üç ağacın ardından. Herkes soluğunu tutmuş kazıyı takip ediyordu.
Topraşa karışmış bir mavi bir gömlek kolu ve bir kaç kemik düştü kepçenin ucundan. Savcı;
- Durun diye bağırdı.
Kepçe durdu. Mavi gömlek kolunu ve kemikleri inceledi savcı ile beraberinde bir kaç kişi. Sonra da yavaş ve daha dikkatli kazması için kepçe operatörünü uyardı. Günlerce devam eden kazının ardından 12 kişiye ait kemikler bulundu. Aralarında Hasan- Hüseyin ve Memo’nunkiler de vardı. Ama Dilan Ana’ya diyemediler.
- Demek gidiyon ha Celal oğlum. Geri gelecen değil mi? Dilan Ana'nı yalnız komacan değil mi oğul?
- He ana geri gelecem. Seni hiç yalnız komacam bir daha diye sıkı sıkı sarıldılar biribirlerine vedalaşırken. Öylece kaldılar yine bir süre. Anam anam diyordu sessizce Celal. Boğazı düğümlenmişti sanki. Yutkundu. Gözlerinden acı yüklü iki damla yaş süzüldü.
- Celalim, Celal oğlanım, oğlancım benim, kendine iyi bak.


Ali Rıza Üleç

30.01.2011- Almanya


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.