Dikenden gül olmaz

03 Mart 2009 14:57 / 1914 kez okundu!

 

“Gül dikende biter, diken gül olmaz“mış. Böyle demiş ve ne gülü görmüş, ne dikeni. Görmeyince gözleri, yüreği ile algılamış doğayı, yaşamı ünlü halk ozanımız Aşık Veysel. Yaşadığımız günler insanda haklı olarak karmaşık duygular uyandırıyor.

Korkular, kuşkular, kaygılar, umutlar sanki saklanmış karanlık, çıkmaz sokaklara. Hayata nereden ve nasıl baktığımız duygularımızı, düşüncelerimizi, korkularımızı, umutlarımızı da belirliyor.

Nerede durduğumuz, aynı zamanda nasıl algıladığımız da önemli kuşkusuz.

Yine bir seçim dönemine değiştiremediğimiz seçim yasaları ile artık ne kadar etik olduğu tartışılabilecek kampanyalarla girdik. Herkes birbirinin kirli çamaşırlarını arıyor çöplükte.

Sanki kim kimin daha kirli olduğunu ispatlayarak kazanacak seçimleri. Bize bu dayatılıyor.

Ya da hükümet partisinden olmazsanız hizmet yok tehditleri dolaşıyor gazete sütunlarında. Aynı zamanda Deniz Feneri dosyaları ortalıkta.

Paşaların darbe senaryolarındaki rollerini kendi ağızlarından ya da post modern darbe senaryolarını kendi yazılarından öğreniyoruz.

Sanki bir kargaşa yasıyoruz. İçinden çıkılmaz bir girdapta biz adam olmayızı dayatıyorlar. Geleceğe dair umutlar ve de umutsuzluklar nasıl oluyorsa bu kadar birbirinin içine giriyor.

Zaten yeterince çetrefilli bir süreci anlamaya çalışırken birden (!) patlayıveren küresel kriz bütün bu sürecin tuzu biberi oluyor. Yaşadığımız günlerin geçim sancılarıyla inlerken, canımızı acıtan geleceğe dönük umutlarımızı seçimlerde nasıl yeşertebileceğiz.

Seçtiklerimiz bu kriz ortamında bol keseden vaatlerini nasıl gerçekleştirecekler.

Ben umudumu karanlık çıkmaz sokaklara salmadım. Her şeyden önce paşaların kendi ağızlarından dökülen incilerle; cumhurbaşkanlarıyla nasıl diyalog içinde olduklarının, hangi parti başkanıyla nasıl temas ettiklerinin ve dolayısıyla nasıl etkili bir biçimde partisiz siyaset yaptıklarının, bütün bunlardan daha önemlisi; ülke yönetimini doğrudan üstlenecekleri darbe ortamlarının nasıl tezgahlandığının, post modern darbe senoryalarının yazarlarının deşifre edilmesini demokrasi adına önemsiyorum.

Kuşkusuz tüm bu gelişmeler demokrasi güçlerinin aktif ve de etkin mücadeleleriyle olmuyor. Devlet içinde bir çatışmanın sonuçları gibi görülüyor olsa bile bir gerçek var ki; 12 Eylül anayasası ülkenin sırtında bir kamburdur, yargılanmamış darbecileriyle, çözümlenmemiş faili meçhullerle bu ülke geleceği kucaklayamayacaktır. Demokrasi istiyorsak yakın geçmişimizde karanlık hiçbir şey kalmamalıdır. Türkiye bu kamburla daha fazla yaşayamayacaktır. Artık biz istemekte istememekte bugün yaşadığımız dünyada hayat bize daha temiz bir Türkiye dayatmaktadır. Ya hayata karşı gelecek yok olacağız; ya da hayatın dikenleri içinde gül olacağız.

İşte bu yerel seçimlerin bence bu anlamda önemi çok büyük olacaktır.
Çünkü gerçekten güçlü ve halkla bütünleşebilen, halkın yerel sorunlarına çözüm üretebilen, ihtiyaçlarına yanıt verebilen yerel yönetimler üzerine ülke geleceği inşa edilebilir diye düşünüyorum.

Demokrasi güçleri ve en başta da işçi-emekçilerin siyasal ve de ekonomik-sendikal örgütlemeleri, küresel krize en zayıf oldukları bir zamanda yakalandılar. Kuşkusuz bu durum halk adına emekçiler adına hoş bir durum değildir. Ama her şeye rağmen yapılacak şeyler olmalıdır.

Böylesi ağır kriz ortamlarında gerçekçi programlar üretebilmek kuşkusuz
çok zor olacaktır. Ama yine de bir gerçek var ki, krizin faturasını halk ödeyecektir. Ya da daha doğru söylersek krizin faturası halka ödettirilecektir. Bu gerçeği halka açıklamakla kalmayıp, halkın sırtına binecek yükleri hafifletebilecek yaratıcı programları, halkla beraber gerçekleştirmeyi amaçlayan yerel yönetimlere aday siyasi oluşumlar
geleceği kucaklayacaklardır.

Yeni sivil bir anayasa tartışmaları hükümet tarafından yeniden gündeme taşındı. Hükümetin ne kadar samimi olduğu artık tartışmalıdır. Ama her şeyden önce temiz ve demokratik bir Türkiye özleyen herkes demokratik sivil bir anayasa için daha fazla sorumluluk duymalıdır. Bu yurttaş olarak herkesi ilgilendiren yaşamsal görevdir. Hükümet parlamentodaki partiler arasında uzlaşma zorunludur diyor. Bir başka bahara der gibi geliyor artık kulağımıza. İşte bunun içindir ki, yurttaş inisiyatiflerinin özellikle de yerel yönetimlerde çok önemli olacağını düşünüyorum. Neden yurttaşlar olarak yerel inisiyatifler oluşturup temsilcilerimizi parlamentoya göndermeyelim. Böylece demokratik bir anayasa için yerel insiyatiflerle de bir uzlaşma aranması için girişimde bulunmak mümkün olabilir. Ya da şimdiye kadar denenmiş oluşumlar aktifleşebilir yeniden. Yine yerel düzeyde yurttaşlar meclisleri neden gerçekleştirilmesin. Ve bu meclisler neden yerel programlar hazırlamasınlar. Bütün bunlar gerçekleşebilir hayallerdir. Yeter ki hayallerimiz bilincimizin karanlık odalarında saklı kalmasın.

Sevgili halk ozanımız Aşık Veysel’in dediği gibi, “Unutmayalım ki; dikenden gül olmuyor!”

Ali Rıza Üleç / Almanya
01.03.2009

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.