ÇİÇEKLER ve ÇOCUKLAR...

05 Mayıs 2010 03:26 / 1744 kez okundu!

 


1 Mayıs 2010 sabahı erkenden kalkarak traş olup, bayramlık olmasa da temiz giyinmeye özen gösterdim. Ne yaparsam yapayım İstanbul 1 Mayıs Alanı aklımdan çıkmıyor. Ah şu anda İstanbul'da olmak vardı anasını satayım diyerek mırıldanmak da avutmuyor.

1 Mayıs öncesindeki izlenimlerimden 1 Mayıs 2010'nun olaysız geçeceğini düşünmüş olmama rağmen, gece geç saatlere kadar televizyon başında bir şey olur mu acaba tedirginliğiyle bekledim. Bu yazının konusu olmadığı için de provakasyonlara değinmeden geçeceğim. Yüreğimizin bir köşesinin sızlaması, ateşin düştüğü yerdeki feryatlar daha bir süre şiddetini artırarak devam etmez umarım.

Yaklaşık beş yıla yakın bir zaman ara ara çalışmış olsam da genel olarak işsizizim. Ben ev işlerini becermeye çalışırken de eşim Melahat yoğun bir çalışma temposu içinde evin yükünü taşımaya çalışıyor.

Daha önceki 1 Mayıslarda bana alınan karanfilleri bu defa hanım hak ediyor. Gerçi en ağır işçi olarak hep özeldi...

En küçük kızımız Deniz ile evden sabah kahvaltısına yumurta almak için çıkıyoruz. Çiçekçiye gideceğiz. Ancak çiçekçiler Avrupa saatiyle tatillerde 10.00'da açtıklarından ağırdan alıyoruz. Vesile ile de alana ilk girişleri ve genel durumu televizyondan izleme olanağı bulduğum için de seviçliyim. 1 Mayıs alanında olamamanın hüznünü dağıtıyorum yavaş yavaş.

Sokaklar ilanlarla dolu buralarda. Tenis turnuvaları. Dans partileri. Piknik duyuruları. Dağ yürüyüşleri bir de şehrin orta yerinde Mayıs ağacı vs.vs. 1 Mayıs buralarda bizdekinden farklı algılanıyor. Ya da bizimkinden farklı desek daha doğru galiba. Elbette Uluslararası İşçi ve Emekçilerin Birlik, Mücadele ve Dayanışma günü olarak da şehir merkezlerinde DGB'nin kutlamaları var. Biz de bize en yakın Freiburg’a gideceğiz. Belimde beş altı aydır başlayan sancılardan dolayı yürüyemediğimden biz doğrudan yürüyüş sonrası toplanma merkezine gideceğiz.

Çiçekçinin önüne varıyoruz ama hala kapalı ve beş dakikası var açılmaya. Birden dükkanın içinde ışıklar yanıyor ve adeta bizi içeri çağırıyor. Giriyoruz. Sürekli çiçek aldığım dükkan olduğundan tanışıklığımız da var. Bayramlaşıyoruz. Kırmızı karanfil mi diye soruyor çiçekçi. Alıştı artık. Bir demet kırmızı karanfil içine deniz ısrarla uçuk pembe bir karanfil istiyor. Annem için baba, annem için...

Bir kaç gün önce radyoda halk arasında gelişigüzel bir anket yaptı radyocular. 1 Mayıs'da ne olduğunu ve neden tatil olduğunu sordular. Onlarca genç ve yaşlıdan sadece iki kişi verdikleri cevaplarla 1 Mayıs'ın anlam ve önemine yaklaştı. Ve sadece bir kişi tam olarak soruyu yanıtladı. Radyodaki bu programdan sonra da biz evde çocuklara basitleştirerek anlattık bir daha. Acaba Türkiye'de böyle bir şey yapılsa sonuç nasıl olurdu?

Fakat bu defa da Deniz‘e neden kırmızı karanfiller aldığımızı anlattım. Çiçekçi, dükkandan ayrılırken Deniz‘e bir çiçek hediye etmişti. Ben de;

-Ne güzel bir çiçek değil mi kızım, aynı sana benziyor dedim.

Yani ben bu çiçek kadar mı güzelim diye bir alındı kızım. Sonra da ben çiçekler ve çocuklar üzerine 1 Mayıs konuşmamı yaptım.

Konuşmamın sonunda da "Bir düşün bakalım kızım. Çocuklar ve çiçekler olmasa dünya nasıl olurdu sence" dedim. Yüzünü buruşturarak “çok sıkıcı” dedi Deniz. Evet doğru söylüyorsun gerçekten de öyle olurdu. Yaşamanın ne anlamı, ne tadı olurdu değil mi kızım dedim.

Eve döndük. Annemiz kırmızı karanfilleri görünce gözleri doldu. Dünyanın en ağır işçisine diyerek verdik karanfillerimizi. Anne bak bu pembe olanı ben senin için aldım diye de Deniz özellikle belirtti.

Kahvaltıdan sonra yeniden televizyonun başına oturduğumda 1 Mayıs alanınındaki çocuklar ve çiçekleri daha da dikkatli izledim. Ellerinde kırmızı karanfillerle çocuklar yürüyordu. Yepyeni bir hayat geliyordu. Hem bizde hem de her yerde.

Daha sonra toplanma yerine gittik hep birlikte. Hafiften yağmur çiseliyordu. Dostlarla kucaklaştık, bayramlaştık. DKP stantının bir yerinde Rosa Lüksemburg’un resmini göstererek Deniz’ e sordum.

Kim bu kızım? Rosa Lüksemburg baba. Neden resmini asmışlar oraya, ne yapmış Rosa Lüksemburg? Baba hem acıktım hem susadım içecek bir şeyler alalım ne olur ya!.

DGB çadırında işçiler taşeron firmalar üzerine skeçlerini oynuyorlar.

Yağmur çiseliyor. Her damlada yeni bir hayat filizleniyor.



Ali Rıza Üleç

03. Mayıs 2010- Almanya

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.