AKLIN YOLU BİRDİR

22 Ocak 2011 19:36 / 1780 kez okundu!

 


“Sağcı – solcu“ idik, referandumdan sonra “evetçi – hayırcı“ olduk. Solun sefaletini mi yaşıyoruz, yoksa solun safiyetini mi yaşıyoruz. Saf kalıyoruz bir çoğumuz zaman karşısında. Bazen zamanı anlamakta o kadar zorlanıyoruz ki, birden aşındırıveriyoruz zamanı. 30 yıl kayıp gidiyor sanki avuçlarımızdan.

Sonra bir telaş başlıyor bizde. Suçlu arıyoruz. İnsan en çok dostunun canını acıtırmış ya, sol da birbirinin canını acıtıyor. Ya da vicdanlarımız dürtüyor, hesaplaşıyor bizimle.

Hani neredeyse ülkede olan biten her olumsuzluğun nedeni "evet“çilermiş gibi. Pardon eksik oldu; “Yetmez ama evet“çilermiş gibi. Solun bir kısmından diğer kısmına salvo atışları başlıyor. “Siz evet demeseydiniz“ diye başlayan eleştiriler aslında doğrudan hükümet politikaları ya da sistemin kendisine yönelse hepimizin canını acıtan gerçek sorunların çözümünü birlikte arama olanakları yakalanabilecek.

Ya da ben iyimserliğimi bir kenara bırakmalıyım ve anlamalıyım ki, sürecin bizzatihi kendisi ayrıştırıyor bizi. Sen yoluna ben yoluma deyip ortak tarihimize sünger çekmeliyiz.

Aslında hiç ortak tarihimiz olmadı mı? Yok elbette ki oldu, ben o kadar da karamsar değilim.

Bizim sıkıntımız aynı tarihi bir zamanlar paylaşmış olmak değil.

Daha derinlerde. Kişileri bir aşabilsek, kendimizi zaman içinde yerli yerine oturtarak zamanı anlamaya çalışsak…

Bugünün dünyasını algılamaktan tutun da, sorunların çözümü için üretilen politikalarda farklılıkların olgunlukla karşılanıp, çağdaş bir tartışma ortamı yaratarak, farklı düşüncelerimizin zenginliğinden bir şeyler üretebilme yeteneğinden yoksunluğumuzdan dolayıdır ki, sol, politik bir sefalet yaşamaktadır.

Ya da soruna küresel olarak bakıp, sermayenin küreselleşmesinin emekçiler üzerindeki yükünü hafifletecek ve sermayeye karşı daha güçlü inisiyatiflerin gelişmesine katkı sağlayacak bir sürecin birlikte geçilmesinden daha akıllı bir tutum olabilir mi?

Sefaletimizin adına akıl tutulması da desek, çözüm yine de birlikte akıl yürütmekten geçecek.

Demokrasi mi istiyorsun; o zaman mücadele edeceksin.
Barış mı istiyorsun; o zaman mücadele edeceksin.
12 Eylül'ün yargılanmasını mı istiyorsun; o zaman mücadele edeceksin.
Grevli toplu sözleşmeli sendikal hak mı istiyorsun; o zaman mücadele edeceksin.
Demokratik-Özerk üniversite mi istiyorsun; o zaman mücadele edeceksin…

Ve hayat bu gerçeği bize şimdi yaşayarak öğretiyor... Bu hükümetin askerlerle uzlaştığını defalarca yazıp çizdik.

Korkaklığından, ürkekliğinden dem vurduk… Demokrasi-Barış gibi sancılı süreçleri hiç bir hükümetin tek başına taşıyamayacağı şimdi daha açık anlaşılıyor.

Bu nedenle de Demokrasi-Barış-Adalet isteyen toplumsal güçlerin yaratıcı ve inatçı arayışlarının, süreci çıkarları bakımından etkilemelerinin önemi üzerinde çokça durduk.

Referandum sonrası ayrışmalar doğal kabul görse bile yeni durumda artık hükümet politikalarının ortak bir dille eleştirilmesi için ya da ortak bir dilin aranması için önemli bir fırsat yakalanmıştır.

Evet oyu verenler hükümetten ya da AK Parti'den bir beklenti içinde oldukları için evet oyu vermediler. Şimdi dikkat ediyorum da; “Hayır”cılar demeyeceğim ama evet oyu verenleri eleştirenler neredeyse hükümetin her eyleminden evetçileri sorumlu tutacaklar. İnsanın “hani geçenlerde ay tutuldu ya!..” diyesi geliyor.

Politika aynı zamanda, söylenmesi gerekeni, söylenmesi gereken zamanda, söylenmesi gereken biçimde söylemektir de. “Evet”çiler bugün, hükümet politikalarını veryansın topa tutarlarken bıyık altından gülerek "n'aber, geldiniz mi dediğimize" diyerek hükümetten çok evet verenlerin eleştiriliyor olması, birlikte mücadele olanaklarını yok ettiği gibi politikasızlığı da yaygınlaştırıyor.

Oysa şimdi hükümet ak koyun karakoyun ayrımında. Dar geçitten geçiyor. Koltuk hesaplarından tutun da farklı partilerin tabanını etkilemeye yönelik söylemlere yönelen AK Parti yöneticileri giderek daha da sağa kayarak milliyetçi damarlarını çalıştırmaya başlıyor. İsterseniz gerçek yüzü görünüyor diyebilirsiniz. Daha şimdiden yapılan anketler her ne kadar oy oranını % 46'larda gösteriyor olsa da bu oranı düşürmek mümkün. Bunu söylerken hiç bir zaman parlamento içi alternatifleri düşünmüyorum. Aksine parlamento dışındaki muhalefetin ortak bir alternatif seçim politikası üretebilmesinin mümkün olduğunu, çözüm önerilerini Barış-Demokrasi ve Adalet ve Özgürlük merkezli ortak bir programın üretilebileceğini düşünüyorum.

Bu program için mutlaka parti gerekmiyor. Mutlaka parlamentoda olmak da gerekmiyor. Halkla buluşabildiği ve bütünleşebildiği oranda bu programın destek göreceğine inanıyorum.

Yoksa bu seçim dönemi de, parti program ve politikaları üzerinden değil de parti liderlerinin söz düelloları üzerinden geçecek gibi görünüyor.

Yeni anayasa tartışmaları seçim sürecinin en can alan gündemi olacak. Hükümet bir yandan geniş kesimlerin anayasa hazırlıklarına katılacağını açıklarken, nasıl bir anayasa düşündüklerini açıklamaktan kaçınarak, sıkça tercümana ihtiyaç olmayacağından dem vurmakta. Bu davranışı onun ürkekliğinin bir yansımasıdır. Bu hükümet bu haliyle Türkiye’nin sorunlarını çözebilecek adımları atabilecek cesarette olmadığını göstermiştir. Bu nedenle halk, sivil örgütlenmeleri aracılığıyla alternatif taslaklar üzerinde çalışarak sürece dokunabilmelidir. Özelikle de Kürt yurttaşlarımızın demokratik hak ve özgürlüklerini anayasal güvence altına alacak adımların birlikte atılması, giderek ortak bir taslak üzerinde anlaşılması seçim öncesi ve sonrası için önemsenmelidir diye düşünüyorum.

Kısacası şimdi hükümeti ve hükümet politiklarını doğrudan hedef alan eleştirileri her zamankinden daha çok yapabilmeliyiz. Çözüm önerilerimizi halkın en geniş kesimlerine ulaştırabilecek bir dil geliştirebilmeliyiz.

Demokrasi-Barış ve Özgürlükler için halkların birleşik- demokratik bir muhalefeti gerekli güveni alacaktır.

Son bir kaç yıldır belge sağanağı altındayız... Toplum, en yiğit evlatlarının canına kasteden katillere hiç olmadığı kadar yakın şimdi. Bunu halka anlatabilecek bir dil üretebilmeliyiz. Ancak bu dil mutlaka ama mutlaka intikamın değil, barış ve demokrasinin dili olmalıdır. Adalet aradığımızı insanların vicdanlarına seslendiğimizi anlatabilmeliyiz.

Katiller ancak o zaman halkın elini enselerinde hissedeceklerdir…

Yeni demokratik bir anayasa için
Demokrasi-Barış- Özgürlükler için
Adalet için
Aklın yolu birdir…


Ali Rıza Üleç

21.01.2011 - Almanya


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.