Bir geceden bana kalanlar…

08 Ocak 2012 01:25 / 5256 kez okundu!

 


Butarihtesendevarsın adlı yahoo groups, 12 Eylül öncesinde Ege Bölgesinde aktif ve güçlü olan TKP ve İGD'lilerin oluşturduğu bir gruptur. Bu gece onun Karşıyaka'da bir buluşması vardı. Kimileri bilinçlice gitmemeyi seçti, kimimiz de her şeylere rağmen gidemediği için içi burkuldu. Giden bir yazarımızın erken çok içten bir izlenim yazısını nette bulunca sevindik ve hemen buraya aldık. Umarız kızmaz...

--------------------------------------------------------------------

Bir geceden bana kalanlar…


İzmir’de, bostanlı iskelesinin üstündeki altınbalık restoranındaki, Onbeşler Birlik Dayanışma Bilim ve Kültür Derneği’nin organize ettiği, İGD 36. Kuruluş gecesi yemeğinden az önce geldim..

Çok güzel, keyifli bir akşamdan çıkıp geldim ama benim ta, 90’lara kadar izmir’le hiçbir alakam olmadığı için, salonda tanıdığım, merhabalaştığım, hasbıhal eylediğim bir çok tanışım olsa bile, kendime aralarına karışabileceğim bir masa seçemedim..İGD Sarıgöl ilçe şubesi’ni temsilen, salonu en iyi yerden gören; ve kendilerini ilk kez gördüğüm üç arkadaşımızın oturduğu bir masanın yola en yakın ucuna yerleştim. Dert değil, masa arkadaşlarım da güzel insanlardı; hiç konuşmasak bile güzel insanlardı. Hiç konuşmamamızda suç benim: çünkü ben masanın yola yakın en ucuna oturma kararım yüzünden zaten onlarla arama şimdilik boş sandalyerden oluşan bir mesafe çekmiştim..

Aslında bu iyi bir seçimdi benim için çünkü bulunduğum yerden ama aylardır, ama yıllardır görüşmeyen eski arkadaşların birbirleriyle karşılaşıp kucaklaşmalarını derin bir sevinç içerisinde izlemek hoşuma gidiyordu. Hiç tanığı olmamış olsam bile, bu insanların gençliklerinde birlikte neler yaşamış, birlikte neler yapmış olduklarını; sadece birbirlerine kavuşmuş olma duygusunun yüzlerinde yansımalarını izleyerek bile olsun hissedebiliyordum. Hem bu uzaklık seçimim yüzünden, az sonra başlayan görüntülü sunumda, İGD’nin tarihine ilişkin görüntüleri izlerken, nemlenmekten başlayarak dolan gözlerimi herkeslerden saklamayı becerebilmiştim..

Sadece son bölümde, artık aramızda olmayan arkadaşlarımızın adları ve (çoğunlukla) vesikalık fotoğrafları akarken, salonun bazı adlara daha yoğun, bazı adlara daha az, bazı adlara hiç alkışsız eşlik etmesinin içimi burktuğunu söyleyebilirim. Sakın... Hayır... Eleştirdiğimi ya da olumsuzladığımı söylemiyorum; sadece içimin burkulduğunu söylüyorum. Daha yenice babasını toprağa vermiş birinin, babasını toprağa verdikleri mezarının başında, “sen şimdi anneni toprağa veriyor olsaydın, bundan daha çok üzülürdün!” diyen bir iç sesle cebelleşip durmuş birinin, sadece içi burkulabilir bunu biliyorum..

Gecenin akışında elinde gitarıyla bir delikanlı çıktı sahneye. Mekanın elemanı mı; yoksa, bizim cenahın gençlerinden bir çocuk mu bilmiyorum. Birden artan bir gürültünün; birbirleriyle yeniden karşılaşmış, kucaklaşmış eski arkadaşların coşkularının arasında kaybolan bir sesle söyledi: “baba bir masal anlat bana…” Başkalarını bilmem ‘Süper Baba’ dizisini, biraz da bu Yeni Türkü imalatı jenerik müziği yüzünden sevmiş ve zamanında diziyi nerdeyse hiç kaçırmamış biri olarak şarkıyı en azından ben duydum ve ezberimde ne kadarı kalmışsa, şarkıyı mırldanarak, “en gençlerinden biri benim” diye düşünüp ve benim de kırkyedi yaşımı bitirmek üzere olduğumu bilerek salonu izledim: çok güzellerdi... Çok güzeldik...

Delikanlı fazla kalmadı. Devreye yeniden sanırım bir bilgisayardan yükselen o eski marşlar girdi. Anımsarsınız: “sosyalizm, seni getirmezsek, anamız avradımız olsun! “ mealinde diyerek şu anda alabildiğine vulgarize etmeye gönül indirdiğim marşlar... Baktım: masada tempo tutan parmaklarım, gözlerimde yine dolmaya hazır nem, dudaklarımda terennüm ve bir yerlerden “hani sen değişmiştin, hani artık ‘yeni’ diyen kişiydin, heeeyy, aklın başında mı senin!” diyen bir içses! Masayı vuran parmakuçlarımdaki tempoyu düşürmeden, gözuçlarımdaki nemi silmeden ve dudakuçlarımdaki terennümden vazgeçmeden, içsesime, gözucumla yan yan baktım: “içses, siktir git!”, deyip usulca, içsesimi anasının alnına gönderdim!

Sona doğru masa bana kaldı, masadaki rakı da. İşte o zaman bir saattir beklediğim meyve savaşına başladım. En son, bizim masalara servis yapan garsona “meyveleri bahçeden mi topluyorsunuz?” dediğimi anımsıyorum ama bir yandan da benden başka kimsenin umursamadığı bu meyve mevzuusuna, işletmenin “ne kadar az meyve, o kadar çok kâr!” ahlakıyla yaklaşmış olduğu duygusundan kendimi alamıyordum. Hayır, ben kararlıyım, önünde sonunda o meyvelerle rakımı bitiricem, bitiricem ama sanki boşalan her masayla, geceyi organize eden Onbeşler Birlik Dayanışma Derneği zarara giriyor... Hani, bizim eski arkadaşlardan biri falan olsa işletme patronu, aslında dert etmicem. Sonuçta, bir çeşit kapalı ekonomi kuralı… Yok; başedemedim içimdeki bu kazıklanma duygusuyla...

İnce kıyımlı bir rakı bardağını alıp attım çantama. Hırsımı alamamış bir halde, bir diğerini de açıkça kırdım masada, hesabı kapattım, rahatladım...

Şimdi burdayım... Gecemi sizlerle paylaştım... Sakın beni, yazdıklarımın orasından burasından çekiştirip bırakarak, eğip bükerek eleştirmeyin lütfen... Bunu özellikle rica ediyorum..

İlla bana iki çift söz söyleyecekseniz eğer, sadece, “Ali İhsan, biz seni gecelerimize davet etmiyeceğiz” demeniz yeterli; ben anlarım...

Sevgilerimle...


Ali İhsan ÖZEREN


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.