Kütüphane günlerim...

14 Ocak 2009 14:21 / 1816 kez okundu!

 

İlkokul 3. sınıftaydım… Doğduğum şehrin, okulla ev arasındaki sınırlı yolunu her sabah ve öğlen arşınlarken, ister istemez önünden geçiyordum… Kocaman tabelası dikkatimi çekiyordu: İl Halk Kütüphanesi…

Gerçi öğretmenimiz kütüphanelerin nasıl bir yer olduğunu bize anlatmıştı ama, orada nasıl davranılır, herkes girebilir mi, açıkçası pek fazla bilgim yoktu…

Bir teneffüs arası öğretmenime: “Ben İl Halk Kütüphanesine gidebilir miyim” diye sordum…

“Git” dedi öğretmenim. “Git ve üye ol… Ödünç aldığın ilk kitabı da oku, daha sonra sınıfta arkadaşlarına özetle…”

Öğretmenimden aldığım cesaretle ve annemden yalvar yakar kopardığım izinle bir öğleden sonrası -gözüme kutsal bir yer gibi görünen- İl Halk Kütüphanesinden içeri adımımı attım…

Biraz tedirgindim. Kimlerle, nasıl bir ortamla karşılaşacağımı bilemiyordum… Bir de okuduğum kitabı özetleme gibi bir sorumluluk yüklendiği için heyecanlıydım…

İçeri girince, hafif bir rutubet kokusuyla ve derin bir sessizlikle karşılaştım… Masa başındaki görevliye yaklaşıp, sessizliği bozarım korkusu içinde fısıltıyla : “Ben kütüphaneye üye olmak istiyorum” dedim. Görevli tedirginliğimi anlayıp, gülümseyen bir yüzle: Adımı, kaç yaşında olduğumu, okulumu, adresimi sordu…Ve bana bir üyelik kartı düzenleyip verdi… Ardından da üyelik ücreti istedi… Yanımda yeterli param yoktu…

‘Tamam o zaman!’ dedi, ‘Sana güveniyorum. Bir dahaki gelişinde getirirsin… ‘Hadi gel şimdi sana, kütüphaneden nasıl yararlanacağını göstereyim.’

Önce bol çekmeceli bir dolabın önünde durduk… Burada, kütüphanedeki tüm kitapların bilgisi vardı. Hem kitap adına, hem de yazar adına göre kartlar düzenlenmişti…

‘Bir kitap seçmek istediğinde, önce bu kartlardan kitabın numarasını bulup bana söyleyeceksin’ dedi görevli memur… Sonra ben sana kitabın hangi rafta olduğunu bulup vereceğim… Sen raftaki kitaplara dokunmayacaksın ama!..’ O sırada bir gürültü duydum… Görevli memur aniden ciddileşip:

‘Şiiişt sessiz olun bakayım!..’ diye gürledi… Açıkçası büyükçe bir masanın başında oturmuş, kimi kitap okuyan, kimi de önündeki kalın kitaplardan defterlerine bir şeyler yazan, benden büyük çocukların varlığını o an fark ettim…

Sonra dergiler bölümünü gezdik: Doğan Kardeş, Çocuk Bahçesi, Mavi kırlangıç pırıl pırıl ve rengarenk kapaklarıyla ilk gözüme çarpanlar oldu…

Koca salonun dört bir tarafı raflarla ve rafların içi, dizi dizi, mavi-kahverengi cilt beziyle kaplanmış kitaplarla doluydu… O güne kadar kitap adına, 2-3 masal kitabından ve 4-5 Teksas- Tommikis’ten başka bir varlığı ve tanışıklığı olmayan ben, tam bir şaşkınlık içindeydim… Bu kadar kitaptan hangisini seçip okuyacaktım...

‘Şeeey!..’ dedim, ‘Bugünlük siz bana bir kitap seçseniz, okuduktan sonra, sınıfta arkadaşlarıma anlatacağım da…’

Hızla bir rafa yöneldi kütüphane memuru ve eliyle koymuş gibi bir kitap seçti… ‘Al bunu oku, hem yaşına uygun, hem de seveceksin!..’ dedi.

Büyük harflerle: Ömer Seyfettin, Hikayeleri (1) yazıyordu kitabın üzerinde…

‘Tamam..’ dedim, ‘Ben bu kitabı okuyup sonra getireceğim!…’ Hemen sanki elimden alıverir kaygısıyla koşar adım kapıya yöneldim…

‘Dur gitme!..’ diye seslendi memur. ‘Kitabın arkasındaki listeye hangi tarihte aldığını yazalım…’ Bak, 15 gün içinde getireceksin kitabı olur mu?..

Hiç 15 gün sonunda getirmedim kitapları… Neredeyse 15 güne 10 kitap sığdırdım… Annemin-babamın: ’Bırak oğlum o kitapları da, dersine çalış’ telaşlarına kulak tıkayıp Ömer Seyfettin’den Sait Faik’e, Guy de Maupassant’tan Çehov’a hızla sürdü yolculuğum… Ben büyüdükçe okuduğum kitaplar da büyüdü…Türk klasikleri, dünya klasikleri…Orhan Kemaller, Reşat Nuriler, Yakup Kadriler, Tolstoylar, Emile Zolalar, Victor Hugolar daha niceleri…

Okuduğum romanlarda, hikâyelerde en beğendiğim cümleleri, paragrafları çizgili bir deftere yazdım…

Nasıl, ilk okuduğum Ömer Seyfettin’in ‘Kaşağı’ adlı hikâyesi, sınıftaki anlatımımla bana yıldızlı pekiyi kazandırdıysa, bu deftere kaydettiğim cümleler de kompozisyon dersinde yazdığım yazıları süslememe, dolayısıyla iyi notlar olmama yardımcı oldu… Ve de arkadaşlar arasında tanınmama, sevilmeme… Bu defter benim başarı rehberimdi…

Doğduğum şehirdeki o kütüphane hâlâ yerinde duruyor, şimdiki yaşadığım şehirde de kütüphane tabelalarına rastlıyorum. Ama bilmiyorum çocuklar ve gençler kütüphanelere gidiyorlar mı artık… 

Teknolojinin büyüsü, Kütüphanelerin mabet sessizliğine galip mi geldi dersiniz?

**** 

Gelelim, şimdi neden yazdım ben bu yazıyı?

1- izmirizmir.net’in yeni yüzünü çok beğendim. Düşünenlerin, düzenleyenlerin eline,yüreğine sağlık. Ama birçok resimlerin, yazıların kaybolması beni çok üzdü. Çünkü izmirizmir.net, benim için çocukluğumun, gençliğimin kütüphanelerinin yerini almıştı. Yorumların, resimlerin, yazıların eksildiğini görünce, kütüphanemden bazı kitapların aşırıldığını hissettim. Dilerim geri gelirler…

2- Özel hayatımdaki sorunlar nedeniyle, uzun zamandır siteye giremiyordum, haliyle yazı da yazamıyordum. Artık hayatım normale döndü sayılır. Sevgili Pervin benden bir yazı yazmamı isteyince, içimden yukarıdaki satırlar döküldü. Öyle işte!... 

14.01.2009

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
15 Ocak 2009 17:31

sultan

Sevgili Ahmet,

İçinde senin olduğun işlerde titizlik, duyarlılık, edebi nezaket hep varolmuştur. Ve birlikte çalıştığımız her yayın gününde doğal heyecanın ve en iyisini yapma gayretin benim de tek dayanağım olmuştur. Sen kütüphane Günlerim deyince aklıma Radyoculuk Günlerim geldi. Güzel, duygu, bilgi ve heyecan dolu saatlerdi.
Senin hayatındaki sıkıntılı günlerin artık gerilerde kaldığını düşünerek seviniyorum. Sağlık dolu, İyi seneler. Mutluluklar.
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.