ADALET bir gün size de lazım olabilir - Sibel Yerdeniz

09 Ekim 2012 12:20  

 

ADALET bir gün size de lazım olabilir - Sibel Yerdeniz

İstanbul KCK soruşturması kapsamında 124'ü tutuklu 205 sanık hakkında açılan davanın 9 gün sürecek ikinci celsesi 1 Ekim’de Silivri’de başladı.

İlk oturumda Mahkeme Başkanı, "celse bitene kadar avukatlardan sözlü talep alınmayacağı, savunmaların yazılı olarak yapılması kararı aldıklarını" bildirince avukatlar tek tek söz alarak yargılama usûllerini ve CMK hükümlerini yüce mahkeme heyetine hatırlatmak zorunda kaldılar.

Sonraki oturumda söz alan tutuklu sanık Arslan İşçioğlu, 16 tutuklu sanığın başlattığı ve neredeyse ölüm orucuna dönüşmüş olan açlık grevi eylemlerinin neden ve taleplerini dile getirmek istedi. Duruşmanın hakimi "terör örgütü propagandası" yaptığı gerekçesiyle mikrofonu kapattırıp, derdini anlatmakta ısrar eden sanığı duruşmalardan men edince Av. Ercan Kanar "Vahim bir tutukluluk süreci yaşayan sanıklara kendini ifade etme hakkının verilmesi gerekir; savunmanın içeriğinde suç unsuru varsa, ancak 'suç duyurusunda' bulunma gibi işlemler yapılabilir..." savunmasını yapınca ortalık karıştı.

Ercan Kanar'ı da duruşma dışı bırakmak isteyen Mahkeme Heyeti, davanın tüm avukatları tarafından ciddi bir tepkiyle karşılaşınca salonu terk etti ve bu kararı protesto eden avukatlar duruşma salonundan jandarma tarafından darp edilerek çıkartıldı.

Ertesi gün avukatlar adına söz alan Ercan Kanar, "Mahkeme Heyetinin tarafsızlığı konusundaki inancımızı yitirmiş bulunuyoruz" diyerek "reddi hakim talebi"nde bulundu. Cumhuriyet Savcısı "Redle ilgili talep yargılamayı uzatma ve iddianamenin okunmasını engelleme amaçlıdır" diye görüş bildirdi ve mahkeme heyeti "reddi hakim talebinin reddine" karar verdi.

Son tahlilde, ana dillerinde savunma yapmak isteyen Kürtler "yine" talepte bulunamayacaklar. Kapsamlı savunma yapmak için seçilen Ercan Kanar, Selçuk Kozağaçlı, Baran Doğan ve Sinan Zincir yanında diğer avukatlar "kısaca" müvekkillerinin durumuna değinecek ve ana savunmayı yapan avukatlara atıf yapacaklar. Ve bütün bunlar 8-9 Ekim'de bir kaç saate, birkaç dakikaya sığmak zorunda kalacak.

Geride okunması gereken iki bin sayfaya yakın bir iddianame ve nereden tutsanız elinizde kalacak bir dava süreci var.

Mümkünse avukatsız, sanıksız, izleyicisiz ve basından uzak -ki basın konusunda endişelenecek pek bir şey yok, gördüğümüz kadarı ile basın zaten bu davaya fazlasıyla uzak- yargılama yapmak isteyeyen Yüce Mahkeme Makamı, Başbakan'dan mülhem "gereğini yapma" peşinde.

Adalet, vicdanın değil de "mülkün" temeli olunca, bağımsız ve tarafsız bir yargılama süreci beklemek de gerçekçi olmuyor haliyle.

İstanbul KCK davasının çoğunluğu "genç" avukatları, bu hâlâ hız kesmeyen, haksız-hukuksuz yargılamalara karşı inanılmaz bir dayanışma ve fedakârlıkla mücadele etmeye devam ediyorlar. Çoğu cebinde duruşmaya gelecek parası bile olmayan, henüz mesleğinden para kazanmaya vakit bulamamış ve mezun olur olmaz bütün enerjisini ve vaktini KCK davalarına adamak zorunda kalmış, ÖYM’lerde adalet ve özgürlük nöbeti tutan gönüllüler. Böylesi ağır ve tarihi bir davanın mutfağında kıdemleri 1-5 yıl arasında olan genç avukatlar var. Bir de Ercan Kanar gibi onlarla dayanışma içinde olan, kendini insan hakları ve adalet savunuculuğuna adamış birkaç kıdemli avukat. Çünkü bu davaları daha önce takip eden tecrübeli Kürt avukatların tamamına yakını şu anda tutuklu. Bu genç avukatlar, mesleki dayanışma amacıyla hem içerideki avukatların müvekkillerinin davalarına bakmaya devam ediyorlar hem de tüm KCK davaları -ana dava, basın davası, avukatlar davası- bir arada yürütüyorlar.

Hakimler çoğu zaman yüzlerine bakmıyor, onları dinlemek istemiyor, bütün talepleri daha en başından ve süratle reddediliyor ve robokoplar eşliğinde coplanarak dışarı atılabiliyorlar. Reddediliyorlar, susturuluyorlar, hırpalanıyorlar, görmezden geliniyorlar, yok sayılıyorlar ama onlar sırt sırta verip mücadele etmeye devam ediyorlar.

Herbiri yüzlerce dava dosyası ile cebelleşiyor; bir yandan sanık ailelerinin mağduriyetleriyle uğraşıyorlar, öbür yandan açlık grevi yapan sanıkların sağlık durumunu takip ediyorlar, cezaevi koşulları ile mücadele ediyorlar, tüm bu sanıkların içinde sayıları azımsanamayacak kadar çok olan öğrencilerin okulla ilişkilerini yürütme sorumluluğunu bile onlar üstleniyor; taleplerini onlar yazıyor, ders notlarını onlar ulaştırıyor.

Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi (TÖDİ), Haziran ayında 771 öğrencinin tutuklu olduğunu açıklamıştı.

Bugün siyasal muhalif bir duruşu görüşleriyle ve şiddet içermeyen protestolarıyla belirtmeye cüret etmiş olan 800’e yakın tutuklu öğrenci var.

Ne yapmışlar da tutuklanmışlar bu öğrenciler?

Neler neler yapmamışlar ki!

Öğrenci haklarını duyurabilmek için izinsiz protestolar-gösteriler yapmışlar; mesela, üniversitelerde ana dilde seçmeli ders için dilekçe yazmışlar, "parasız eğitim istiyoruz" diyerek pankart açmışlar, harçların kaldırılmasını istemişler, öğrenci derneklerinin faaliyetlerine katılmışlar, poşu takıp ortalıkta dolaşmışlar, ideolojik halay çekenler, Kürtçe ıslık çalanlar bile olmuş. Sağlık hakkı meclislerinde yer alan tıp öğrencileri ücretsiz sağlık taraması yapmış, sağlık politikasını eleştiren yayınlar hazırlamış, toplantılar düzenlemiş; bir de vicdani ret gibi insan haklarını savunmuşlar...

Ülkede yüzlerce öğrencinin hakka, hukuka, akla sığmayacak gerekçelerle ve yöntemlerle özgürlüklerinin ellerinden alındığına tanık oluyoruz.

Parasız eğitim pankartı açan öğrenciler "silahlı terör örgütü" kapsamında değerlendiriliyor.

Çünkü her türden öğrenci eylemi kolluk güçleri tarafından Terörle Mücadele Kanunu kapsamına sokuluyor. Hem de her türlü hukuk kuralını, en basit adalet ve hakkaniyet ilkelerini hiçe sayarak yapabiliyorlar bunu.

Tabii bunda emniyet, savcılık ve özel yetkili mahkemelerin muazzam iş birliğiyle gündeme gelen torba davaların ve sonucunda ortaya çıkan "münferit öğrenci etkinliği yoktur ne yapılıyorsa ardında mutlaka bir örgüt vardır" mantığının payı büyük.

Akıl almaz gerekçelerle, keyfi uygulamalarla ceza evine konulan, iddianamelerini aylarca bekleyen, bir de üstüne üniversitelerin keyfi uygulamalarından dolayı sene kaybeden öğrencilerin durumu ne olacak?

Sudan nedenlerle tutuklanan, hakları ellerinden kolayca alınan; eğitimden, bilgiye ulaşma hakkından, özgürlükten mahrum bırakılan bu öğrencilerle kamuoyu ne kadar ilgileniyor?

Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Tahsin Yeşildere, "Tutuklu öğrencilerimizi hapsedenlere sesleniyoruz, adalet bir gün size de lazım olabilir…” diyor.

Peki bu ağır haksızlığa seyirci kalan bizlere ne demeli?

Ya "adalet" bir gün bize de lazım olursa?

Hepsinden önce, tutuklu öğrencilerimizin hikâyelerini bilme ve onları tanıma sorumluluğumuz var.

Bu hafta İstanbul KCK davasında yargılamaları devam eden öğrencilerden, Erdal Özmaskan, Mehmet Mesut, Derya Göregen, Mustafa Polat ve Cihan Deniz Zarakolu ile davanın en genç, en dinamik ve yirmidört saatini bu davaya adamış olan avukatı Sinan Zincir aracılığı ile iletişim kurduk.

Neyle suçlanıyorlar? Ne durumdalar? Ne bekliyorlar?

Herbirinin hikâyesi o kadar trajikomik, akıl almaz ve öyle "uzun" ki. Bu her biri bana "Nesini söyleyim canım efendim?" dedirten mektuplardan yalnızca ikisini "kısaltarak" buraya alabiliyorum.

Buyrun:

CİHAN DENİZ ZARAKOLU

Tutuklandığımda Bilgi Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi dalında doktora yapmaktaydım. Ekim 2011 tarihinde gözaltına alındım ve tutuklandım. Hâlâ Silivri Cezaevi’ndeyim.

Tutuklanmama ilişkin gerekçelerin hepsi mensubu ve yedek parti meclisi üyesi olduğum BDP'nin faaliyetleriyle ilgili.

BDP il ve ilçe yönetim toplantıları illegalize edilmiş, açık anayasal güvenceye rağmen parti binaları yasadışı olarak dinlenmiştir.

Yasal bir partinin toplantılarına katıldığım iddiası; örgüt yöneticiliğimin gerekçesi olarak sunulmaktadır. BDP İl Binası'na girip-çıkarken çekilmiş fotoğraflarımdan başkaca kanıt yoktur. Yöneticisi olduğum yasal bir partinin binalarına girip çıkmaktan daha doğal ne olabilir?

BDP tüzüğü uyarınca kurulmuş ve aynı şekilde yönetmeliği olan BDP Siyaset Akadamesi’nin İstanbul şubesinde ders vermem de adeta suç olarak lanse edilmiştir.

Söz konusu Siyaset akademisi’nde çeşitli kereler "Toplumlar Tarihi" başlığı altında insanlık tarihinde yöneten-yönetilen ve iktidar ilişkilerinin irdelendiği dersler verdim. Bu konu benim akademik olarak da üzerinde çalıştığım konudur.

Akademilerden en büyük beklentim; Türkiye'nin en büyük sorunlarından biri olan Kürt sorunu başta olmak üzere tüm sorunların çözümü önündeki engellerin başında gelen devlet merkezli, herşeyi devletten bekleyen anlayış yerine, demokrasi kültürünün yerleşmesini sağlayacak bireylerin yetiştirilmesidir. Ayrıca akademilerin Kürt sorununun çözümü, toplumsal cinsiyet, ekoloji, modernizm gibi konuların tartışılacağı bir platforma dönüşmesini de önemsemekteyim.

Nitekim Amerikalı iktisatçı Micheal Albert'ın katılımcısı olduğu "Katılımcı Ekonomi" başlıklı panel böylesi girişimlerin bir örneğiydi.

Tutukluluğum kendi özel çabalarım sonucu şu ana kadar doktora çalışmalarımı engellemedi. Bu süreçte doktora yeterlilik sınavına girdim ve tez aşamasına geçtim. Tutukluluk halimin devamı, tez aşamasında olduğum doktora çalışmamı artık ciddi olarak olarak olumsuz yönde etkileyecektir. Gerek kaynak temini, gerek tez danışmanı ile etkili iletişim konusunda ciddi sorunlar yaşamam söz konusu.

Tutuklu olduğum sürece özellikle yeterlilik sınavına hazırlandığım süreçte doktora programındaki hocalarımdan ve öğrenci arkadaşlarımdan ciddi bir destek gördüm, başkaca da bir ilişkim olmadı dışarısıyla.


DERYA GÖREGEN

Ekim 2011’de göz altına alındım ve tutuklandım. Tutukluluğumun altıncı ayında elime ulaşan iddianamede BDP İstanbul Siyaset Akademisi'nde 4 derse katılmış olmam tutuklama nedeni olarak gösterilmişti. Evimde yapılan aramada bulunan Nietzsche’nin "Böyle Buyurdu Zerdüşt" kitabı; "Medyada cinsiyet ayrımcılığı ve ırkçılık üzerine" konulu araştırma ödevime kaynak olarak kullandığım "10. yılında ulusal basında nefret suçları" kitapçığı; "Kara Karga", "Demokratik Modernite" gibi dergiler yanında bütün bunlarla hiç ilgisi olmayan yengemin ve bir arkadaşımın telefonumdaki aramaları "x bayan şahısla yapılan aramalar" şeklinde dosyama eklenmiş. Böylesi keyfi ve hukuksuz bir biçimde bir yıldır tutuklu olarak yargılanıyorum.

İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi 3. sınıf öğrencisiyim ama cezaevi koşullarında çok büyük emek ve sıkıntılarla sürdürmeye çalıştığım eğitimim sekteye uğruyor. Sınavlara ellerim kelepçeli, ring aracında götürülüyorum; sınav anında başımda bir komutan, iki asker ve bir gardiyan bekliyor! Teknik ağırlıklı derslerimi alamadığım için önümüzdeki eğitim yılımı dondurmak zorunda kaldım.

T24, 08.10.2012

Son Güncelleme Tarihi: 09 Ekim 2012 12:28

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0