‘Kendimizi yönetmek istiyoruz’ ne demek? - Mehmet Altan

06 Eylül 2011 13:47  

 

‘Kendimizi yönetmek istiyoruz’ ne demek? - Mehmet Altan

Şeker Bayramı öncesi yapılan tüm uyarılara ve alınan tedbirlere rağmen dokuz günlük uzun tatildeki trafik kazalarında bilanço yine ağır oldu. Sadece önceki gün yollarda 22 kişi öldü, 42 kişi de yaralandı.

Duble yol ve otoyolların artmasına, tedbirlerin sıkılaşmasına karşın dokuz günde yurt genelinde meydana gelen trafik kazalarında ise toplam 144 kişi öldü, 6 bin 491 kişi de yaralandı.

Trafikteki ölümler toplumsal resmimizi yoruma yer bırakmayacak kadar net bir biçimde sergiliyor...

Trafikte katliam düzeyindeki ölümlere yol açan aldırmazlık nedeniyle mi sorun çözemiyoruz, sorun çözemediğimiz için mi trafikte yığınsal bir şekilde ölmeye devam ediyoruz?

***

Çözemediğimiz ve ölmeye devam ettiğimiz bir diğer tarihsel sorunumuz da ‘Kürt Sorunu’.

Güneydoğu’da şiddet acımasızca can almaya devam ediyor... Önceki gün de hedefte halı sahada top oynayan polisler vardı, ondan önceki gün gencecik bir teğmen ile uzman çavuş...

***

İçerde ‘Kürt Sorunu’ tüm ağırlığını hissettirmeye devam ettiği için, Pazar günü Ankara’da toplanan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ikinci olağan kongresi de dikkatle izlendi.

Meclis’e gelerek yemin etmeyi şimdilik yeniden reddeden BDP, dün de Cumhurbaşkanı Gül ve CHP’den randevu isteyeceğini açıklayınca, kongresi ertesinde de gündemin önemli bir parçası olmaya devam etti...

***

Kürt Sorunu’nun iki tarafı var: Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Kürt vatandaşlar...

Türkiye, ‘Kemalist bir cumhuriyet’ yerine ‘demokratik bir cumhuriyet’ olsa, bugün hayata ‘din, ırk, mezhep’ üzerinden bakmak gibi bir ilkelliğin esiri olmayacaktı... Çünkü tek ölçümüz ‘insanca’ ve onun hukuksal uzantısı olan ‘vatandaşça’ bakış olacaktı...

Ve kimse kimseye Müslümanlık, Türklük, Kürtlük, Alevilik, Sünnilik üzerinden ayar vermek gibi kabul edilemez bir hoyratlığın içine girmeyecekti...

***

BDP Kongresi’ni izlerken Selahattin Demirtaş’ın konuşmasındaki bir cümle çok dikkatimi çekti, şöyle diyordu: ‘Türkiye sınırları içinde kendi anadilimizle, kültürümüzle yaşamak, kendimizi demokratik özerklikle yönetmek istiyoruz.’

Anadili...

Kültürümüzle yaşamayı...

Demokratik özerkliği rahatlıkla anlıyorum...

Zaten bunların hepsi de gelişmiş bir demokraside, bu gelişmiş demokrasinin vazgeçilmez zeminini oluşturan temel hak ve özgürlüklere ait talepler...

Ama cümlede anlamadığım tek bir şey var; o da ‘kendimizi’ lafı...

Seçmenlerimiz değil...

Partimize oy veren vatandaşlarımız değil...

‘Kendimiz’...

Kim bu ‘kendimiz’ diye tarif ettiğimiz?

***

‘Kendimizi yönetmek istiyoruz’ demek, galiba ‘Kürt halkını yönetmek istiyoruz’ anlamına geliyor...

BDP, kendisine oy veren Türklerin ‘yönetimine’ talip değil anladığım kadarıyla.

İstanbul’da BDP adaylarına oy veren çok Türk vardı, onlar, BDP siyasetinin ilgi alanına girmiyor mu? Kendisine ‘oy veren’ Türklerle ilgilenmeyen BDP, AK Parti’ye oy veren ‘Kürtleri’ de, sırf onlar Kürt diye yönetme hakkına sahip olduğunu mu düşünüyor?

Eğer öyleyse, seçimin, seçmenin, demokrasinin ne önemi kalıyor?

‘Sen kime oy verirsen ver, benim ırkımdansan seni ben yönetirim’ anlayışı demokrasiye ne kadar uygun?

***

Tabii anlamadığım bir şey de doğru dürüst araba kullanamayan bu toplumda herkesin ‘yönetme’ arzusu ile yanıp tutuşması...

Hiç kimse ‘beni kim yönetirse yönetsin, yeter ki Avustralya düzeyinde yönetsin’ demiyor...

Özellikle yaşamda fazla dikiş tutturamayanların aklı fikri hep ‘yönetmek’...

Bu ‘yönetmek’ için yanıp tutuşanları gördükçe aklıma Somali geliyor... Kezzap içerek iskeletleşmiş bir ülkeye dönüşmüş Somali’de de herkesin aklı fikri ‘yönetim kavgasında’...

***

Siyasetçinin sınıf atlamak ve saraya girmek için en kestirme yol olarak bellediği ‘yönetme ihtirası’ ve bunu din, ırk, mezhep üzerinden yürürlüğe koyma gayreti, Türkiye’nin demokratikleşmesini de, bireyin ‘temel hak ve özgürlükleri’ algısını da, hayata ‘insanca’ ve onun hukuksal uzantısı olan’ vatandaşça’ bakmayı da kilitliyor...

***

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ‘temel hak ve özgürlüklere’ saygılı bir devlet olsa bugünkü manzaralar ortaya çıkmayacaktı...

Siyasetin kimyası hala din, ırk, mezhep üzerinden belirlenmeyecek, bireyin, vatandaşın, seçmenin adı ‘kendimiz’ kod adı kullanılarak tek sesli bir ırk anlayışıyla özdeşleşmeyecekti...

Milattan sonra 2011 yılında hala en temel demokratik ölçüleri bile kavrayamamış bir toplum olmayacaktık.

Star

Son Güncelleme Tarihi: 06 Eylül 2011 14:04

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0