‘Diva’nın Deniz’ciliği ve Devrimciliği - Tayfun Atay

08 Ocak 2012 20:14  

 

‘Diva’nın Deniz’ciliği ve Devrimciliği - Tayfun Atay

Bülent Ersoy’un Deniz Gezmiş dolayımıyla gündem yapan ‘söylem’inin farklı iki uçta yaptığı düzeysiz yankılar, coğrafyamızın heteroseksist/homofobik örüntüsünün magazin dünyasından ‘devrimci’ dünyaya nasıl kuşatıcı etkiye sahip olduğunu örnekledi.

Evet, Bülent Ersoy’unki bir ‘söylem’… ‘Söylem’i gündelik dilde ‘bir şey hakkında söylenenler’ karşılığı olarak harcıâlem şekilde deforme edenlerin aksine onu sosyal bilimlerde kavramsallaştırılan anlamında kullanıyorum. Yani, ‘yaşam ve dünya hakkında özgün bir düşünme ve konuşma biçimi’ olarak...

Bu bakımdan Bülent Ersoy’un söylemi, aslında şimdi Deniz Geçmiş örneğinde olduğu gibi birkaç yıl önce de Güneydoğu’da süregelen kanlı savaşa kurban giden gençler vesilesiyle dışa vurulmuştu. Bir realite şov programında jüri koltuğunda otururken Kuzey Irak’ta operasyon sırasında hayatını kaybeden askerler konusu açılınca “Oğlum olsa askere göndermezdim” diye takır takır söyleyip şöyle tamamlamıştı: “Başkalarının savaşı için çocuğumu toprağa veremem”.

Şimdi de bir gazetenin magazin ekine verdiği röportajda Deniz Gezmiş’le tanıştığını, ona şarkı söyleyip onun da kendisine gazoz ısmarladığını belirttikten sonra “gerek derin bilgi birikimi ve gerekse ideolojisinden ödün vermeyen sağlam karakter yapısındaki üstün kişiliğiyle yiğit, delikanlı, adam gibi adamdı” diye tariflemiş onu…

Bu sözleriyle Bülent Ersoy magazin basınının makaracılarını da, devrimci hareketin ‘softa’larını da ayırt etme imkânı veren bir ‘turnusol kâğıdı’ sundu bize… İki-üç gündür buna tanıklık ediyoruz.

Türkiye sosyalist hareketinin 68 ve 78 kuşaklarının değiştirmek istedikleri, ama aynı zamanda bir parçası oldukları geleneksel toplum yapısının ataerkil/homofobik köklerinden beslenen bir ahlakçılıkla malûl olduğu eleştirisi (ve özeleştirisi) çok yapılmıştır. Türkiye’nin yeni kuşak solcu ve sosyalistleri bu malûliyetle yüzleşme, hesaplaşma ve onu aşma yolunda hayli mesafe de aldılar ama… O yüzden Bülent Ersoy’a yönelik bir ‘68’li’nin şedit tepkisine mutlaka Türkiye solu içerisinden de karşılık verilecektir. Bugün çevreci hareketten, kadın hareketinden, eşcinsel/transgender hareketten kopuk bir sol ve sosyalizm düşünülemiyor çünkü…

Magazin dünyasının bir kesimince sergilenen berbat tabloya ise bilmiyorum o camia içerisinden tepki verecek insan evlâdı çıkacak mıdır? Dün sabah izlediğim, Ersoy’un da telefonla katıldığı programda, dildeki yorumlardan sorulara, yüzdeki mimiklerden jestlere kadar her şey en ortalama deyişle rezaletti. Gerçi Bülent Ersoy o pespaye yorum ve soruları soğurmasını da, o müstehzi mimik ve jestleri dondurmasını da bildi. Ama acaba ‘magazin’in kendi içinden bu görünürde ‘sarkastik’, derinde heteroseksist, daha dipte ise ‘maşist’ (maçoluğa faşizanca vurgun) söylem ve pratiğe bir karşı çıkış gelecek mi? İşte mesele bu!..

Başta vurguladığımız gibi, Bülent Ersoy’un bir söylemi var. ‘Yaşam için bir dil’ sahibi o… Anti-militarist, anti-şövenist, anti-statükocu bir dil bu. İçerisinde yer aldığı; evet, bir parçası olduğu; tamam, ona ekmeğini de kazandıran o konformist dünyada yine de radikal ve rahatsız edici mahiyette bireysel eylem sergilemesine imkân veren bir dil… Popüler kültür evreninde, kendi ölçüleriyle değerlendirildiğinde aykırı, protest ve (bahse konu 68’li abimiz alınmasın!) ‘devrimci’ bir dil… (Bu iddiayı temellendirme yolunda, yine o birkaç yıl önceki askere gönderme/göndermeme mevzuunda Ebru Gündeş’in Ersoy’a mukabelesini de hatırlatalım burada: “İnşallah, Allah bana bir oğul nasip eder de anlı şanlı askere yollarım!”)

Tabii tüm bunların ötesinde de politik bir dil… Öyle ki magazin basınına verdiği röportajda Deniz Gezmiş’ten tüm bu tartışmalara, polemiklere ve yukarıda yazılanlara yol açacak şekilde bahsediyor, ama söylediklerini makaraya almak isteyen magazin erbabına Deniz’i magazinelleştirme tezgâhını da kurdurmuyor.

Daha da öteye gidiyor: İdam cezasına karşı olduğunu, fikirlerini ölümüne savunan yürekli insanlara saygı ve sevgi duyduğunu, hatta Deniz Gezmiş üzerine söylediklerinden dolayı hayranlarının büyük bir kısmından gelecek tepkileri ve onları kaybetmeyi de göze aldığını söylüyor.

Böylece her şey gibi politikayı da magazine dönüştürme arzusundaki bir sistem içinde o, karşıt bir dönüşüme yol açarak magazini politikleştiriyor.

‘Devrimcilik’ bu değilse, başka nedir?!

T24

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0