4+4+4’ün arkasındaki gerçek - Sezin Öney

08 Mart 2012 04:51  

 

4+4+4’ün arkasındaki gerçek - Sezin Öney

Allak bullak, karmakarışık Türkiye gündeminin aslında çok basit bir açıklaması var; plansızlık, programsızlık, “yaptım oldu” anlayışıyla yürürlüğe sokuşturulan politikaların tozu dumanı içinde ve lafla peynir ekmek gemisinin bir şekilde yürüdüğü bir kaos.

Keşke AKP’nin art niyetleri olsaydı, “gizli planları”, “gizli gündemi”; o zaman, hakikaten üzerine kafa yorulmuş, ciddi ciddi niyet edilmiş bir siyasi çizgi olurdu.

Günlerdir üzerine konuşulan “4+4+4” formülünün aslında, sadece eğitim sisteminde ve çocuklar üzerinde yaratacağı etkiler açısından değil, bir de politikaların oluşturulması, “yaptım oldu” anlayışı bakımından incelenmesi gerekiyor.

Önder İmam-Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği, 4+4+4 tasarısının hükümete ulaşmasını sağlayan sivil toplum örgütü. Başbakan Erdoğan ile çeşitli kereler görüşmüşler, hatta Başbakan’ın, derneğin 475 numaralı üyesi olduğu bilgisi derneğin sitesinde de yer alıyor.

Önder, bir sivil toplum örgütü olarak çalışmış, kendine göre doğru olan bir model ile, en azından hükümetin önemli bir kanadını etkilemiş. Zaten, olması gereken de bu, sivil toplum örgütleri, devlet ile beraber çalışmalı, hükümetleri, siyaseti yönlendirecek güce sahip olmalılar.

Sorun, tablonun geri kalanında. Sivil toplum örgütlerinin birçoğu için, değil Başbakan’ın “huzuruna çıkabilmek”, Meclis’in veya AKP’nin kapısından içeri adım atabilmek, hayallerinde bile göremeyecekleri bir durum.

Meclis’te, aslında devletin her kademesinde olduğu gibi, bürokratlar arasında da, samimi bir ilgi ve heyecanla, sivil toplum ile siyasetçileri buluşturmaya, hatta biraraya gelme mekanizmalarını resmen oluşturmaya çalışanlar var. Hatta, Meclis’te bir “Sivil Toplumla Diyalog” birimi oluşturulması için de, Meclis kendi içinde yaklaşık beş yıldır çalışılıyor.

Böyle bir birimin kurulması, sadece Meclis Başkanı’nın bir işaretine bağlı. Altyapı, Meclis bürokrasisi açısından büyük ölçüde hazır. Ancak, bu birim, “sivil toplumla diyalog sağlayacak bir birim kurulması”, nedense taşı elinin altına sokmak olarak nitelendiğinden bir türlü hayata geçemiyor.

Tabii, bu birim gerçekten hayata geçirilebilirse, oluşturulması aşamasında da, sivil toplum örgütlerinin görüşlerinin alınması gerekecek.

Şimdiki halde, Önder’in 4+4+4 örneğinde olduğu gibi, atı alan Üsküdar’ı geçiyor, konuyla ilgili sözü olabilecek birçok kuruluş, hatta karardan etkilenecek bireylerin kendileri karar alma sürecine katılamıyor.

TÜSİAD, Ankara’da Meclis’le aktif olarak ilişkisi olan, özellikle ekonomik konularla ilgili çalışan komisyonları takip eden bir kuruluş. TÜSİAD bile, bu kadar dışlanıyor, “ne hakla görüşünüzü açıklarsanız” konumuna düşürülüyorsa, Türkiye’nin dört bir yanında canla başla, çok büyük imkânsızlıklar içinde çalışan derneklerin düştüğü çaresizliği bir düşünün.

Seçimler öncesi hazırlanan çerçevesi üç aşağı beş yukarı belli stratejik hedefler çerçevesinde hareket eden partilerin iktidar olduğu bir ortamda değiliz.

O nedenle, güç sahibi kulaklara bir anda hoş gelen, arka planı hiç düşünülmemiş böyle projeler, birden Türkiye’de insanların yok yere kutuplaşmasına, birbirlerine öfkelenmesine, birbirlerini siyasi ateş hatları üzerinden düşman görmesine neden oluyor.

Farklı kesimlerden sivil toplum örgütleriyle sürekli diyalog halinde olabilen bir Meclis, hem toplumun nabzını elinde tutabilir, neye ne zaman nerede nasıl ihtiyaç duyulduğunu hakkıyla analiz edebilir, bu örgütlerin uzmanlığından faydalanabilir ve yasama süreci de, böyle keyfe keder, kavga dövüş olmadan yürütebilir.

Türkiye’de eğitim alanında çalışan birçok sivil toplum örgütü, düşünce kuruluşu var; sivil toplum, sadece halkın farklı kesimlerinin iradesini, düşüncelerini, görüşlerini yansıtması açısından değil, bilgi birikimiyle de, politikaların belirlenmesinde önemli rol oynayabilir. Üstelik de, bu rol, Türkiye’de siyasetin temel kilitlenme noktası olan, “uzlaşma kültürünü” geliştirmesi açısından çok da yararlı olur.

Çok da zor değil herhalde bunu yapmak; zor olan bugünkü kargaşa aslında.

İstanbul merkezli Eğitim Reformu Girişimi (http://erg.sabanciuniv.edu) 2003 yılından beri, eğitim sisteminde reform nasıl olabilir, herkes kaliteli eğitime nasıl erişebilir, bu konular üzerine kafa yoruyor.

ERG’nin konuyla ilgili hazırladığı bilgi notlarına, internet sitesinden erişmek mümkün; süreçteki plansızlık, ilköğretimi kademelere ayırmak Milli Eğitim Bakanlığı’nın bugünkü bütçesinin en az yarısı kadar, yani 20 milyar TL harcama gerektirecek. Yaklaşık 65 bin yeni dersliğe ve bir o kadar da öğretmene gerek duyulacak; bu nasıl sağlanacak?

Sadece bu konuda değil, Kürt Açılımı’ndan Roman Açılımı’na, Türkiye’de insanların hayatlarını doğrudan etkileyen bir çok adımda, aynı bu “tamam işte böyle yapalım” mantığı hâkimdi.

Sonra da, lafa ola beri gele, “aklıma esti yaptım” politikaları, “çoğunluğun dediği” olur diye açıklanmaya çalışılıyor.

Bir kere, “çoğunluğun iradesi” kavramı, 18. yüzyılda filozof Jean Jacques Rousseau tarafından meşhur edildiğinden beri köprünün altından çok sular aktı.

Son bir yüzyılda, demokrasinin, belli aralıklarla oy vermek, en çok oy alanın da “demokratik hükümet” olarak tanımlandığı günler de, geride kaldı. Tabii, Türkiye’nin siyaseti biraz daha geriden geliyor, yavaş yavaş 19. yüzyıldan 20.’sine geçiliyor, geçilecek.

oneysezin@hotmail.com

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0