1915 ve helalleşme - Markar Esayan

22 Nisan 2013 19:03  

 

1915 ve helalleşme - Markar Esayan

Türkiye, akıllıca ve ahlaki bir tercih yaparak Kürt vatandaşların sorunlarını ve PKK meselesini demokratikleşme, inkârın son bulması ve yüzleşme formülü üzerinden çözme yoluna girdi. Bu yol uzun ve sadece PKK’nın sınır dışına çekilmesi ile bitmiş bir konu olmayacak. Demokratikleşme hamlelerinin, yani aslında yeni kuruluşun kritik adımlarının mutlaka atılmaya başlanması ve çözüm sürecinin tüm artılarının kumbaraya girmesi gerekiyor. İlla ki aldatma, samimiyetsizlik ve kurnazlık gerekmiyor, zamanlamada bir hata bile çok önemli bir imkânın kaçırılması anlamına gelebilir. Açık konuşalım, Türkiye geleceğini satın alıyor ve ciddi bir bölünme riskini sıfırlıyor. Eski hâlinde gitmesi durumunda, Türkiye’nin bölünmemesi için mucizelere ihtiyaç duyacaktık ki o mucizeler pek olmuyor. Hükümetin bu işteki en önemli motivasyonunun bu gerçeği görmüş olmasıdır diye düşünüyorum.

PKK ve Kürt vatandaşların hakları sorunu, ana eksen olarak görülse de, zehirli bir devlet mantığını toptan terk etmeye çalışıyoruz. Bu devlet mantığından herkes nasibini aldı. Yanlış bir yere gittiğini düşündüğüm Siyah-Beyaz Türkler ayırımı meselesinde ortaya çıkan algının aksine, Türkler de bu devlet mantığının kurbanıdır ve görünen o ki, böyle yönetilen bir devletten küçük bir azınlık dışında kimseye hayır gelmemiştir. İşte, keşke CHP ve MHP statükoya sarılmak yerine değişime bu noktayı tabanlarına anlatarak eklemlenebilse ve hem yükü, hem de barışın onurunu paylaşabilselerdi. Yine de ümidi kesmemek gerek. Çünkü tabanları partileriyle aynı noktada gözükmüyor.

Bence yakın geçmişin en önemli kırılmalarından birisi, Başbakan Erdoğan’ın Dersim katliamları için özür dilemesi ve bu yüzleşme sürecinde kendisini devletten ayırmasıydı. Yaşanan son on yılda, vesayete verilen müthiş mücadelenin paralelinde Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla devlet suçları deşifre edilmeye başlandı. Geriye doğru gidildiğinde, darbelerin, 6-7 Eylüllerin, siyasi suikastların aslında suikast devleti tarafından organize edildiğini öğrendik ve daha da yolun başındayız. Helalleşmeyi konuşabilmemizin en önemli nedeninin “gerçeği” görerek birbirimizin acılarına vâkıf olmak ve bu acıların bir daha yaşanmaması için tek yolun Türk, Kürt, Müslüman, Hıristiyan demeden demokrasi kültürümüzü geliştirmek olduğunu her gün daha iyi anlıyoruz.

Birkaç gün sonra 24 Nisan 1915’in 98. yıldönümünü idrak edeceğiz. Kürt, Alevi, Müslüman vatandaşların sorunları gibi, 1915 inkârcılığı da bu meselenin bir parçası ve belki de kırılmanın başlangıç noktası. 1913’te Osmanlıcılara karşı darbe yaparak suikast devletinin temelini atan İttihat ve Terakki zihniyeti, yeni cumhuriyetin kuruluşunda da yer aldı ve aynı yöntemler, kemalistler tarafından uygulandı. Hepimiz toplu bir inkâr çukuruna atıldık. İçinde bulunduğumuz yüzleşme- helalleşme sürecinde, 1915’i nasıl karşılayacağımız ve onunla nasıl bir ilişki kuracağımız ise hâlâ pek belli değil. Toplumda derin bir vicdan hareketlenmesi 1915’e bugün çok daha insani bir yerden bakıyor ve bunun büyük bir kazanım olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir Ermeni olarak benim derdim, birarada yaşadığım komşularımla bu acımı paylaşmak ve bu olmadığı için başlamayan yasıma girip bitirmek. Bugüne kadar Kürt’ü, Alevi’yi, Müslüman’ı reddeden mantık, bu acıyı da yok saydı ve Ermeniler 1915 metrelik kuyunun dibinde debelendi durdu. Öfke karşılıklı radikallikleri besledi, konu siyasi bir malzeme hâline geldi.

Konunun hukuki tanımı üzerindeki tartışmalar benim için lüks. Ancak, mesela Türkiyelilerin, Bosna’da 10 bin masum insanın öldürülmesine, Filistin, Sudan, Arakan ve diğer yerlerdeki katliamlara soykırım derken, Ermeni tehcirinde duraksayıp duraksamadıklarını merak ediyorum. “Bir masumu öldüren insanlığı öldürmüştür”, “Arabın Aceme üstünlüğü yoktur” diyen bir inanca gönül veren komşularım, konu Ermeni olduğunda acaba nasıl bir durum yaşıyorlar? Konu Dersim olunca özür dileyebilen bir Başbakan, mesele Ermeni’ye döndüğünde “Benim atalarım soykırım işlemiş olamaz” diyor mu hâlâ?

Konu atalardan açılmışken, ahlaki sorumluluk üzerine de birkaç laf edeyim. Başbakan bu sözü “Soykırım işleyenler zaten benim atalarım olamaz” mantığıyla söylemiş olabilir. Sanırım da öyle. Suç bireyseldir ve hiçbir millet bir suçtan ötürü soykırımcı ilan edilemez. Bu ırkçılıktır. “Türkler, Kürtler soykırımcıdır” diyenler açıkça ırkçılık yapıyorlar.

Biraz empati yapalım. 28 Şubat türünden kararlarla kamudan dışlanan başörtülü onbinlerce kadın, YAŞ’ta ordudan kovulan mütedeyyin askerler, hakları yenen Kürtler, solcular, ülkücüler ve Aleviler... Onlar kamudan böyle kovulurken onların yerini, işini, hakkını kimler aldı?

Söyleyeyim, bizler, geride kalanlar. Bu kararları biz almadık, biz uygulamadık. Hepsine de çoğunlukla karşıydık ve acı da çektik. Ama düzene tabiydik. Tıpkı bir milyon Ermeni’nin yüzlerce milyar dolarlık malı mülkü, seçilen güzel kadınların ve çocuklarının bu ülkede kaldığı gerçeği gibi. Etyen Mahçupyan “Pasif İçicilik” yazısında bunu mükemmelce anlatmış, tavsiye ederim.

Bu nedenle reddettiğimiz atalarımızın suçlarına ortak olmayabiliriz, ama helalleşme görevi bizlere düşüyor. Bu ise yeni bir ahlakı çağırmak, daha doğrusu eski ahlaksızlığı terk etmekle mümkün. Paradan, maldan veya tazminattan asla bahsetmiyorum. Bahsettiğim, içinde bulunduğumuz yüzleşme- helalleşme sürecinin, çok daha derin bir sorgulamayı gerektirdiği.

Bunu da başaracağımıza güvenim tam. Çünkü ben Türkiyeliyim, bu ülkeyi iyi bilirim.

mesayan@markaresayan.com

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0